The Most/Recent Articles

Ercan Kılıçlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ercan Kılıçlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ceyda Subaşı: “Aşk Olsun Paris” Yarı Yaşanmış Bir Kurgu Romanı

Avanos Belediyesi tarafından düzenlenen “Okuyorum, Okutuyorum” projesi kapsamındaki kitap tanıtım ve söyleşi etkinliğine katılan Yazar Ceyda Subaşı ile Okuyorum.org takipçileri için röportaj yaptık.
Ceyda Subaşı aşk aşk olsun paris
Ceyda Subaşı - Aşk Olsun Paris - Avanos 2017

Ceyda hanım Avanos’a hoş geldiniz. Okuyorum.org takipçileri için bize kendinizi tanıtır mısınız?
Ceyda Subaşı, ben 1983 İstanbul doğumluyum. Eşim ve kızımla birlikte İstanbul’da yaşıyorum.
“Aşk Olsun Paris” isimli kitabınız yayınlandı. Kitabınız hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Tabi, “Aşk Olsun Paris” romantik komedi tadında bir roman. Paris’te geçen bir deneyimi anlatıyor aslında. Melda isimli başkarakter hayatın monotonluğundan ve ailesindeki karışıklıklardan sıkılıp Paris’e yerleşmeye karar veriyor. Orada aşk arayışı, iş arayışı var. Birçok sürprizle karşılaşıyor. Onun ağlamasına, gülmesine, aşık olmasına tanıklık ediyoruz. Kitabım romantik komedi olmasının yanında bir Paris rehberi gibi tasvir ediyorum. Çünkü Paris’i anlatıyor aslında Melda’nın yaşantısını, deneyimini anlatırken sizi o mekanlarda gezdiriyor. Okuyanlar Paris’e gitmiş kadar olduk sayende diyorlar, bu da beni çok mutlu ediyor.

Romanlarda anlatılanlar bazen kurgu oluyor, bazen de yaşanmış olaylar oluyor. “Aşk Olsun Paris” hangisi, kurgu mu, yaşam hikâyesi mi?
Ben iki sene boyunca Paris’te yaşadım. Yaşadıklarımın hepsini Melda’ya yaşattım ve Melda yaşamış gibi anlattım romanda. Kendim yaşamış gibi de anlatamazdım çünkü romanın bir kısmı da kurgu aslında.

Bundan sonrası için hedeflediğiniz, yazmak istediğiniz veya üzerinde çalıştığınız bir eser var mı? Yeni bir projeniz olacak mı?
“Aşk Olsun Paris”in devamını yazmak istiyorum. Şuanda da hazırlıklarım başladı. İnşallah yakın zamanda.

Okuyorum.org takipçilerine sizin sevdiğiniz bir kitapta olabilir, okumaları için önerebileceğiniz bir kitap var mı?
Ben Canan Tan’ın kitaplarını beğeniyorum. Canan Tan’ın “Piraye”si mesela, Nermin Bezmez’in Seyit ve Shura’sı, Naşide Gökburak’ın dönem kitaplarını seviyorum. İçinde aşk olan dönem kitaplarını okuyorum daha fazla. Bunları önerebilirim.


Ceyda hanım, verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz.

Ercan KILIÇLI - Gazeteci
www.serbestmuhabir.com 




Ceyda Subaşı aşk aşk olsun paris

Vejetaryen Han Kang Kitap Yorumu

New York Times tarafından yılın en iyi 10 kitabı arasında seçilen, Man Booker uluslararası ödülü kazanan Han Kang'ın (Güney Koreli Yazar) kitabı. Yazar ülkemizde de öğretim görevlisi olarak görev yapmıştır.
Vejetaryen Han KangBir kadının kendini bulma hikayesi olarak algıladığım kitapta, Yonğhe' adındaki kadının kimsenin ona çok fazla aldırmadığı ve ona öngörülen görevleri yerine getirdiği müddetçe önem vermedikleri  biriyken, her şeyi reddedip kendi öz benliğine yönelmesi ile hikaye başlıyor. Şimdiye kadar her şeye boyun eğen bu kadın, gördüğü rüyaların etkisi ile vejetaryen olmaya karar veriyor. O günden sonra artık başkası için değil, kendi düşüncelerini gerçekleştirmek için yaşamayı amaçlıyor fakat bununla birlikte psikolojik, toplumsal ve hatta cinsel yönden istismara uğrarken bu olaylar bazen rahatsız edici boyutlara ulaşıyor. Kendisini bu kirlenmiş davranışlardan, insanlardan ve düşüncelerden kurtarmaya çalışan Yonğhe kurtuluşu bir bitki gibi yaşamakta görür. Et yemeyerek başladığı fiziksel oruç durumu ruhsal anlamda arınmaya yönelik bir eylemdir aslında. Bitkiler kıyafet giymez diyerek evde bazen çıplak gezinir, ağaçlar elleriyle toprağa tutunur bende öyle yapmalıyım diyerek bazen baş aşağı durarak evde öylece durur.
Bu tavırları bir başkaldırış mı yoksa ben böyle yaşamak istiyorum şeklinde bir inat mı orasını çok anlayamadım. Çünkü Yonğhe kendi gözünden yaşadıklarını çok fazla anlatmıyor. Üç bölümden oluşan kitapta Yonğhe'yi ilk bölümde kocası, ikinci bölümde eniştesi, üçüncü ve son bölümde ise ablasının bakış açısından yargılıyor ve anlamaya çalışıyorum. Babasının, et yemediği için Yonğhe'yi baba şefkatiyle et yemeye zorlaması ve dedikleri yapılmayınca da Asya toplumlarında olan erk'liğini göstererek dayak atması kırılma noktalarından birisi. Çünkü her toplumda kadınlar bu tür bir baskıya maruz kalmıştır. 
Zamanında eşinin her dediğine tamam diyen, kocası istediği zaman cinsel ilişkiye giren Yonğhe, buna karşı geldiği ilk anda "değişmişsin, sana birşeyler olmuş" yaftası yapıştırılıyor ve bir süre sonra da terk ediliyor. Bunu gören aile yakınları ise kendi çocuğunu değil toplumdaki baskın kültürü temel alıyor. Direnmek, Yonğhe için hayatının bir anlam kazanması için yapabileceği belkide son çıkış kapısı. Olaylar ilerledikçe artık bırakın yemek yemeyi su hariç her şeyi reddederek adeta bir bitki gibi kökleri toprağın en derinlerine kadar inmeyi arzulayan bir ulu ağaç olmak istiyor. Yemek yemezsen öleceksin diyen insanlara inat, "ölüm kötü bir şey değil ki" diyerek olmak istediği şeyi onların da kabul etmeleri için yaşıyor.
Hayatı boyunca kocası, ailesi ve çevresindeki insanlar tarafından fark edilmemiş, hor görülmüş bir kadın geceleri gördüğünü söylediği rüyaların etkisiyle et yemeyi bırakması ile bıraktığının sadece et yemek değil bu dünya içinde kendisine öngörülen yerin olduğunu anlamaya başlamam ile birlikte hikayeyi tam olarak kavrıyorum. Kimse de çıkıp ne rüya gördün anlat bakalım demiyor bu kadına, kocası dahi seviştikten sonra sırtını dönüp uyuyor. Sonra eniştesi kendi sönük hayatı içinde erkekliğini kanıtlamak için Yonğhe yi arzulamaya başlıyor. Bu olaylar içinde şu düşünce kafamda beliriyor. Kadın intiharın orjinal bir yolunu seçiyor galiba diyorum. Ama çevresindeki insanlar bu intiharın nedenine değil, eylemin kendisine odaklandıkları için onu bu yoldan döndüremiyorlar. Kendisinden bu durumdayken bile faydalanmaya çalışan insanların haricinde ve hikayenin sonlarına doğru ablası onu anlamaya başlıyor.
Peki niye bitki olmak istiyordu Yonğhe? Tek bir nedenden dolayı bence ama bunu açıkça yazmayacağım buraya onuda okuyarak sizin anlamanızı isterim çünkü. İyi okumalar.
VEJETARYEN 
Han Kang
April Yayınları 
158 Sayfa 
Puan 
★★★★★ 
Yorumlayan 
Gazeteci Ercan KILIÇLI
www.serbestmuhabir.com 


Melissa Ayça Yıldıran: “Dikkat Kaygan Zemin” Röportaj

Dikkat Kaygan Zemin isimli kitabın yazarı Melissa Ayça Yıldıran ile Kitap blogunuz Okuyorum.org olarak gerçekleştirdiğimiz röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
Melissa Ayça Yıldıran
Melissa Ayça Yıldıran - Dikkat Kaygan Zemin - Avanos/2017
Melissa hanım Avanos’a hoş geldiniz. Okuyorum.org takipçileri için bize kendinizi tanıtır mısınız?
Melissa Ayça Yıldıran, ben çok uluslu bir aileden geliyorum. Uzun yıllardır farkındalık üzerine yurt içinde ve yurt dışında çok fazla çalışmalarım var. Bunun dışında Sirilanka’da, Male’de, Almanya’da, İtalya’da çok fazla eğitimler aldım. Eğitimler de veriyorum aynı zamanda. Gençlerin farkındalığa ulaşması daha doğrusu uyanması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bir şeyi fark eden insan artık bir süre sonra hayatta birçok şeyi fark ediyor olmaya başlıyor açıkçası.

Bir farkındalık kitabı olarak bu kitabı yazarken diyorsunuz ki “Hayat size sunulmuş bir mucizedir fakat farkındaysan” Kişisel gelişim kitabı olan kitabınızda da birçok soru ve bunlara verilen cevaplar var. Bu kitabın haricinde gençlerde farkındalığı oluşturmak için sevdiğiniz bir kitap önermenizi istesek bu kitap ne olurdu?
Ben açıkçası gençlere şunu önermek istiyorum, hedef göstermek istemiyorum çünkü insanların özgür olması gerektiğini düşünüyorum. Ben de çok özgür bir bireyim ve araştırmayı çok seviyorum. Gerçekten çok fazla kaynaktan araştırsınlar ve burada en önemli olan farkındalığı başlatacak şey “ben kimim?” sorusu.  Özellikle gençlerimizin kendilerine bu soruları sorması gerekiyor. Ben kimim? Hayatta ki amacım ne? Hayattaki hayalim ne? Bu amaca ulaşmak için ne yapabilirim? Bunlar farkındalığı bizlerde oluşturacak ilk sorular tabi. Okumak çok önemli, çok küçük yaşlardan beri okuyorum. Okurken ne kadar anladığımız da çok önemli. Kişinin kendi kendine sorduğu sorular çok önemli diye düşünüyorum.

Yazarlık hayatınızda bundan sonra bir eser planlıyor musunuz?
“Dikkat Kaygan Zemin” ilk farkındalığı fark etmeye başlayanlar için yazdığım bir kitaptı. İkinci kitabımın adı “Dikkat! Ölüm Tehlikesi” Onunda asıl amacı şu, ilk başta biz farkındalık ne, nasıl sorular sorarak farkındalığımızı uyandırabiliriz. Kendi doğrumuzu nasıl bulabilir bu kitapta onu öğreniyoruz. “Dikkat! Ölüm Tehlikesi”nde ise ciddi anlamda tükenmişlik sendromu yaşayan ve bedenen değil ama ruhen ölüme sürüklenen insanlar için yazmış olduğum bir kitap. Bunun için ciddi araştırmalar yapıyorum yurt içi yurt dışı birçok üniversitenin detaylarını araştırıyorum. Çok fazla incelediğim künye var, çok fazla incelediğim dosya var. Çok fazla vaka var incelediğim aynı şekilde. Görüyorum ki ülkemizde 5 kişinin 4’ünde tükenmişlik sendromu var. Beş kişinin dördünde karşısındaki insana hayır diyememe sorunu var. Bu da bir sorun çünkü öz saygımızı kaybediyor olduğumuz için. Dolayısıyla, derler ya ölü gibi hissediyorum, ben artık tükendim hayatta. Bunları yaşamamak için neler yapabiliriz hayatta. Neleri fark ederek hayatımıza yön verirsek bu sendromlara düşmeyiz. Ciddi anlamda kötü hissetmeyiz, hayatın ne kadar güzel olduğunu fark edebiliriz bu detayların olduğu bir kitap.

Son olarak Okuyorum.org takipçileri için bir başucu kitabı önermenizi istesek veya sizinki nedir diyelim. Çünkü bizim bir amacımız yazarla okuru buluşturmak olduğu kadar takipçilerimizin bir kitap okuyup bunu bizim için yorumlamasını istiyoruz. Sizim önereceğiniz kitap ne olurdu?
Ben bir kitap önermeyim. Şunu önereyim, herkesin başucunda bir defteri ve kalemi olsun. Bu küçüklükten beri yaptığımız bir şey ama hem psikolojimizi, hem bakış açımızı, hayatla ilgili hayallerimiz anlamlandırabilmek adına gerçekten yazabiliriz ben bunu önereyim okuyucularımıza. Okuyucucularımız yanlarında bir kalem ve defter bulundursunlar. Belki rüyalarını yazmayı seçerler belki hayallerini. Belki de o gün neler yaşadıklarını yazarlar daha sonra da dönüp baktıklarında ben burada bunu yapmışım diye fark edebilirler. Bende öyle bir şey önermiş olayım.

Çok özgün bir öneriydi. Vermiş olduğunuz bilgiler için teşekkür ederiz.

Ercan KILIÇLI - Gazeteci
www.serbestmuhabir.com 
Melissa Ayça Yıldıran

Oğuz Özdem: Mübadele dönemine ilişkin kayıtlar hikâyelerimi oluşturuyor

Avanos Belediyesi tarafından düzenlenen “Okuyorum, Okutuyorum” projesi kapsamındaki kitap tanıtım ve söyleşi etkinliğine katılan Tarihçi Yazar Oğuz Özdem ile Okuyorum.org takipçileri için röportaj yaptık.
Gazeteci Tarihçi Yazar Oğuz Özdem Avanos / 2017
Oğuz bey Avanos’a hoş geldiniz. Gerçi sizde Nevşehirlisiniz, ev sahibi sayılırsınız. Okuyorum.org takipçileri için bize kendinizi tanıtır mısınız?

Teşekkür ederim sevgili Ercan. Ben 1959 Nevşehir’in Gülşehir ilçesi doğumluyum. Öğretmenlik mesleğimin yanı sıra yaklaşık 20 küsür yıldır da gazetecilik ile uğraşıyorum. Bölgenin tarihsel yanının incelenmesi adına uzun zamandır çalışıyorum. Bölgeden 1923 yılında, mübadele ile Yunanistan’a göç eden Rumların bölgeye katkılarını incelemeye çalışıyorum. Gazeteciliğin yanında araştırma yazarlığını da birlikte götürmeye çalışıyorum.

Kurgu yazarlığının haricinde araştırma yazıları yazmanın daha zor olduğunu düşünüyorum. Çünkü bilgiye ulaşmak şu anki şartlarda hiç kolay değil. Bu arşivlere, bilgilere nasıl ulaşıyorsunuz?

Gerçekten de tarihsel anlamda bir şeyler yapmaya çalışıyorsanız mutlaka arşiv bilgilerine yâda sağlam kaynak bilgilere ihtiyacınız oluyor. Bu anlamda aslında ben çok fazla zorlanmadım. Nevşehir’de son yıllarda tarihsel yöndeki araştırmalara üniversite sayesinde çok güzel kaynaklara ulaşıyoruz. Benimde özellikle bu “Yaşanmış Nevşehir Hikayeleri” kitabımın temelini de bunlar oluşturuyor. Şeriye sicillerinden yola çıkarak hazırladım ben bunların birçoğunu. Daha sağlam kaynak olsun düşüncesiyle özellikle Yunanistan’a birçok kez gittim. Oraya mübadeleden sonra yerleşmiş olanların üçüncü kuşak torunlarıyla tanışma fırsatı buldum. Onlarla röportajlar yaptım. Zaten hikayelerin çoğunluğunda gerçekliğe dayanan şeyler vardır. Hikayelerde kurgunun yanı sıra yaşanmış olaylara yer vermeye çalışıyorum. Bu anlamda bilgiye ulaşmak çok zor olmadı benim için. Üniversite bu anlamda çok güzel bir kaynak oldu.

Yayınlanmış birçok eseriniz var. Bunların haricinde üzerinde çalıştığınız bir kitabınız var mı?

Evet var. İnanılmaz bir hikaye yakaladık. Bu hikayede Balkanlarda savaşmış, Mayanmar’da esir düşmüş ve daha sonra Şehit Tepede savaşmış üç kahramanın hikayesinden yola çıktığımız güzel bir çalışma aşağı yukarı tamamlanmak üzere. Hat çalışmalarını tamamlama noktasındayım, inşallah güzel bir çalışma ortaya çıkacak.

Herkes ilgi alanına göre okumaya çalışıyor ama Okuyorum.org takipçileri için mutlaka bunu da okusunlar diyebileceğiniz bir başucu kitabı önermenizi istesek bu ne olurdu?

Ben çoğunun okuduğuna eminim ama başucu kitabı dedin biraz önce, olması gereken başucu kitabı “Nutuk”tur bence. Her insanın elinin altında olması gereken, yanında taşıması gereken kitap olduğunu düşünüyorum. Yakın tarihimiz ve kurutuluş savaşı döneminin okunması gerektiğini düşünüyorum. Benim önerebileceğim başucu kitabı bu olabilir. Kalan zamanlarda da Nevşehir tarihi ile ilgili şeyleri ve Kapadokya birçok medeniyete ev sahipliği yapmış böyle bir toprakta yaşayan kültürleri çok fazla tanımıyoruz. Bu anlamda ellerine geçen kitapları okuyacaklardır diye düşünüyorum.


Oğuz bey, verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz.

Röportaj: Ercan KILIÇLI - Gazeteci
www.serbestmuhabir.com  



Afrikalı Leo Kitap Yorumu Amin Maalouf

Afrikalı Leo gerçek bir yaşam öyküsünden çıkartılmış düşsel bir yaşam öyküsüdür.
Afrikalı Leo Emin Maalouf, Fas'ta yani doğduğu topraklarda Hasan ibn Muhammed el-Vezzan ez-Zeytani olarak bilinen, bir başka ülkede Alias yani İlyas, dünyanın bir başka yerinde, üzerine güneşin doğduğu bir ülkenin topraklarında Giovanni Leoe de Medici, kıtaları aştığı gezilerin bir başka durağında ise adı Afrikalı Leo olarak bilinecek olan Hasan'ın hikayesidir.
Eğer, Muhammedin oğlu Hasan, kendi özyaşam hikayesini yazsaydı aynı onun yazmış olacağı gibi. Yine de hiç kuşkunuz olmasın, bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği Afrikalı Leo benim diyerek okuru da kendisi ile birlikte Fas, Mısır, Büyük Türk'ün imparatorluğu Osmanlı, Fransa, Roma... gibi ülkelerdeki hikayelerin içerisine sürüklüyor.

Önce hayran olduğu, bir zamanlar öfke duyduğu, ilerleyen yaşlarda ise anlamaya başladığı babasının yazgısına da ortak olacaktır. Şöyle ki; Hasan'ın babası Muhammet dayısının kızıyla Selma ile evlenmiş ve Hasan dünyaya gelmiştir. Fakat Muhammet, Verda adında Hiristiyan bir köle satın almıştır. Sonrasında ise kölesine olan aşkını gizlememiş ve ondan da bu aşkın meyvesi olan bir kızı olmuştur. Fasta kadınlar sımsıkı örtünmek ve evden dışarı özgürce çıkamazken. Köle olarak aldığı Verda, erkekleri mutlu etmenin yolları ile eğitilmiştir. Ud çalıp dans eden, şarap içip çarşaf giymek zorunda olmayan, güzel kokular sürerek, ceviz karası ile dudaklarını boyayabilmektedir. Bu köle güzeli kızla Hasan'ın annesi Selma'nın durumları eşit değildir. Selma bu durum karşısında iç dünyasındaki duygularını şöyle dışa vuracaktır. Granadalı kadınlar için özgürlük, köleliğin aldatıcı bir biçimidir, kölelikse özgürlüğün kurnaz bir şekli. 
Hasan bu yüzden babasına bir zamanlar öfke duymaktadır. Ama kendide aynı yazgıyı yaşayarak babasına olan öfkesi dağılacaktır. Hasan bir yandan büyürken bir yandan da savaşlar içinde kavrulan orta doğu topraklarından, Avrupa topraklarına, yaşamdan ölüme gider gibi altınsız ve takısız, kimi zamanda zengin krallar gibi değerli eşyalar yüklü kervanlarla seyahat edecektir.
Babasının kaderini yaşayacak demiştim. Kendine hediye edilen bir köle kızda ilk kez erkek olurken, tutkulu bir aşkı da yaşayacaktır fakat elçilik görevi ile yola çıktığı sırada ölen dayısının vasiyeti üzerine dayısının kızı Fatma ile evlenerek baba olacaktır.
Roma topraklarında esir düşüp, vaftiz edilerek Hristiyan olduğunda ise artık adı Giovanni Leo'dur ve burada da koynunda aşkı yaşayacağı bir karısı olacaktır. Papa'nın elçisi olarak Osmanlı imparatorluğunun elçisi ile pazarlığa oturacak kadarda hayatın uç noktalarını okuyucuya aktaracak olan yazar bizlere de şöyle bir tavsiyede bulunacak. Çoğunluğun önünde boyun eğmekten kaçın. Halbuki serüven boyunca kendisi her gücün karşısında boyun eğmek zorunluluğunu süslü ifadelerle gösterecek.
Kitapta sürükleyicilik sonlara doğru etkisini azaltsa da okumaktan geri kalamadım. Kitaptaki edebi anlatımlar yer yer, bazen kendimizi ifade etmek için arayıp ta bulamadığınız sözcüklerin peşi sıra dansı gibiydi. Mesela şöyle diyordu kitapta Hasan, "Gezmek istediğim yerler yabansı bir metresin, uzakta olduğum zaman var gücüyle beni çağırıp, geldiğim zaman da yüzüme küfretmesi gibi karşılayabiliyordu beni"...
Afrikalı Leo kitabında zeki, başarılı, her gittiği yerde kendini kabul ettirmeyi beceren ve yazgısına rağmen ne yapıp edip hayattan zevk alıp mutluluğu bulabilen bir kişi olarak işlenmiş olduğundan yazar dünya benim evim diyor. Her gittiği yerde bir aile kurmayı da ihmal etmiyor.
Afrikalı Leo kitabını okurken insanın hayat yolculuğunda kolaylıkla elde edemeyeceği bir çok tecrübeyi de kendimle içleştirme fırsatı yakaladım. Aklımda kalan bir kaç söylevi de aşağıdaki satırlara öylece bırakarak sizi de bu kitabı okuyarak aynı serüvene davet ediyorum.
Bir insan ister altın ister akıl yönünden varsın olsun, bunlardan yoksun birinin yanında konuşurken dikkatli olmalıdır.Bir geminin fazla yükünü denize atması gibi yazgım da bana yeni gelecekler açmak için hafızamdan bazı şeyleri silip süpürüyordu. Kırk yaşına geldiğimde artık dünyayı bir uçtan bir uca yürüyecek gücüm kalmamıştı tek dileğim sakin bir limandı.
Amin Maalouf (ya da Emin Maluf), 25 Şubat 1949 Beyrut doğumlu, kitaplarını Fransızca yazan Lübnanlı bir yazardır. 1976’dan beri Fransa’da yaşamaktadır. Yazar 1993 yılında Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülüne layık görülmüştür.
AFRİKALI LEO 
Amin Maalouf
Yapı Kredi Yayınları 
373 Sayfa 
Puan 
★★★★★ 
Yorumlayan Gazeteci Ercan KILIÇLI
www.serbestmuhabir.com 

Mertcan Karacan: Kültür tarihinin bilinmeyenlerini yazmak istiyorum

Şair Mertcan Karacan ile ile Avanos Belediyesinin davetlisi olarak katıldığı söyleşi ve kitap tanıtım etkinliğinde, Bırak Kalsın Küllerimiz isimli şiir kitabı ile ilgili röportaj yaptık. 
Şair Mertcan Karacan
Şair Mertcan Karacan - Avanos / 2017
Mert bey, Avanos’a hoş geliniz. Okuyorum.org takipçileri için bize kendinizi tanıtır mısınız? Hoş bulduk. 1997 Kastamonu Çatalzeytin doğumluyum. Buraya Avanos Belediyesinin kitap tanıtım etkinliğine katılmak üzere geldim. Hukuk fakültesi öğrencisiyim, Marmara'da okuyorum. En özet haliyle  böyle tanıtabilirim.
Yazılı eserler içinde şiir bana göre biraz daha farklı. Çünkü şiirin kendi içinde uyulması gereken kuralları da var. Kafiyeydi, ilhamdı. Nasıl esinleniyor sunuz? Şiirlerinizin kaynağı nedir? 
İlham perileri dediğimiz şey aslında sözcük olarak musalardan gelir. Bu da Fransızca bir kelimedir. Türkçeye çevrildiğinde müz'e olarak karşılanır. Bu da sanat ve ışık tanrısı Apollo'nun 9 kızını işaret eder. Yani müz, yanı musalar ve ilham perileri. Tabi bu işin mitolojik kısmı. Bana dönecek olursak. İlham dediğimiz şeyi kendim yaratıyorum birazda. Bu da en insani şekilde tarif edecek olursak, karanlık ve sessizlik bir şiir için en ideal ortamdır. Şiirde en yapmak istediğim şey ise, aynı zamanda şiirin geçmiş yüzlerce yıldan beslendiğini göstermek. Geçmişini bilmeyen, geleceğini asla bilemez kavramını okutmaktır. Bu açıdan şiirlerimde tarihsel verilerde çokça yer alır. Örneğin Nabolant ve Dumlupınar denizaltı gemisinin çarpışması gibi. Bunun gibi tarihsel ögelerle doludur şiirlerim.


Yazma hayatınızdaki hedefiniz nedir?  Yani bir eser bırakmak isteseniz, adınızın bu eserle anılacağı bu yine bir şiir kitabı mı olurdu? Yada, çok güzel hikayeler anlattınız az önce. Hiç hikayeyi düşündünüz mü?
Düşündüm. Hikayeyi de şöyle düşünüyorum. Az öncede bahsettiğim gibi, bilinmeyenler toplamında bir hikayeler kitabı yazmak istiyorum. Şiir babında şunu söyleyebilirim. Şiir istemeden kendimi içinde bulduğum bir daldır. "Son nefesim sende kaldı. Ölemiyorum" dizesi. Bu iki dize benim çok çok önce yazdığım, ilkokul yıllarında yazdığım ama yıllar sonra bulup kitabıma aldığım bir dize. Dolayısıyla şiir bende elimi verip kolumu kaptırdığım bir alan, kendi öz benliğimde evet yer alacak ama ben ileride Mertcan Karacan'ın neyle anılmasını istiyorum dersem. Kültür tarihinin bilinmeyenler dünyasından bir hikayeler toplamıdır. Bu açıdan örnek aldığım yazarda kitabımın arka sayfasında göründüğü gibi Sunay Akın'dır. Buradan kendisine de saygı ve selamlar.

Takip ettiğiniz veya sevdiğiniz bir yazar soracaktım. Bu sorumuzun cevabını vermiş oldunuz. Okuyorum.org takipçileri için bir selam gönderir misiniz?
Tabi ki. Şunu da unutmayalım. Bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk bütün başarılarının sırrını, cebindeki her iki kuruştan birisiyle kitap almasına bağlamıştır. Tarihte hiç bir lider bunu yapmamıştır. Başarılarını kitaplara bağlayan. Herkes yatmadan önce baş ucunda kulağını kıvırdığı bir kitapla uyusun istiyorum. Sevgiler, selamlar.

Röportaj ve Fotoğraf: Ercan KILIÇLI - Gazeteci
ercan@serbestmuhabir.com 

Nermin Karahan: Langa çocuk diliyle yazılmış bir vedalaşmadır

Yazar Nermin Karahan ile Avanos Belediyesinin davetlisi olarak katıldığı söyleşi ve kitap tanıtım etkinliğinde yayınlan Langa isimli dönem romanı ile ilgili röportaj yaptık.

Yazar Nermin Karahan - Langa - Avanos 2017

Nermin Hanım, Avanos’a hoş geliniz. Okuyorum.org takipçileri için bize kendinizi tanıtır mısınız?Tabi, ismim Nermin Karahan. Grafik Tasarım öğretmeniyim. Teknik eğitmenim, tasarım eğitimleri veriyorum. Anneyim aynı zamanda. Langa isimli bir dönem romanı yazdım. Türkiye’de “Saçlarını Yol Getir” diye bilinen, Tabib sen elleme benim yaramı. Beni bu dertlere salanı getiri yazan ozanın kızıyım aynı zamanda Aşık Fakir’in kızıyım. Langa kitabını babamı kaybettikten sonra babamın anısına yazdım.

Nermin Hanım, insanların hayatında birçok yaşanmış hikâyeler geçiyor. Ama bunları herkes yazı diline dökemiyor. Sizi yazmaya yönlendiren sebep neydi?
Biz 2008’de annemi, 2009’da babamı kaybettik. Aslında doğal olarak Langa’yı çocuk diliyle yazdım. Çocuk diliyle yazmamın sebebi bir anlamda onlara veda edebilmekti. Langa’yı onlara veda edebilmek için yazdım. O yüzden çocuk gözüyle anlattım. Hayatımdaki iki tane ağır kayıptı Langa’nın çıkış sebebi. Kötü bir şeydi tabi yaşadığımız ama onlarla vedalaşmak için yazdım.

Yazar olarak ileride yapmayı planladığınız bir başka proje var mı? veya gerçekleştirmek istediğiniz bir hayaliniz.
Hayal deyince benim alanıma giriyor tasarımcı olduğum için aynı zamanda. Ben hayal gücüyle yaşayan bir insanım bu nedenle çok fazla hayallerim var. Yaşamımla ilgili, çocuklarımla ilgili ama yazarlık kimliğimle ilgili diyorsanız eğer, şuanda hazırlığını yaptığım “Yedi Kat Yabancı” diye bir dönem romanı hazırlıyorum. Yedi ayrı insanı bir dönem içinde birleştiriyorum. 1972 ve 80 arasındaki dönemi anlatacağım. Aslında en büyük hayalim, Langa benim hikâyemdi ve herkes kendini anlatabilir diye düşündüm. Birilerini anlatma işini hiç planlamamıştım. Birilerini anlatabilmeyi hep hayal ettim aslında. Bu anlamda “Yedi Kat Yabancı” benim hayalimin bir parçası ama ben yazmayı sevdim. Yazdıktan sonra okurlarla buluşmayı, etkileşimi sevdim. Bundan sonra hayallerim büyük ihtimalle her defasında daha kalın, daha da etkili şu edebiyat denen dünyaya birkaç imza daha bırakmak. Benim en büyük hayallerim bunlar diyebilirim.

Okuyorum.org takipçileri için bir başucu kitabı önerecek olsanız, sizin kitaplarınız haricinde, sizi etkileyen bir kitap, bu ne olurdu?Alana göre de değişir tabi. Kişisel gelişim, dönem romanı, sadece roman da olabilir ama beni çok etkileyen yabancı bir yazar vardı. “Sondan Bir Önceki Düş” bir de Maeve Binchy benim olmazsa olmazımdır. İrlandalı bir yazardır. Yeni kaybettik bu yazarı. Onun “Ateş Böceği Mevsimi” gibi dönem romanları, o ülkenin dönemini kültürünü anlatan romanını ben kişisel olarak öneririm. Türklerden de Kürşat Paşa’nın çok uzun yıllar önce çıkan “Baş Ucumdaki Müzik” adlı kitabı mutlaka okunmalı bence.

Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz.


Yazar Osman Aytekin: kaybolan değerler üzerine yazıyorum

Gazeteci, sanatçı yazar Osman Aytekin ile Okuyorum.org takipçileri için röportaj yaptık. Nevşehir'in Avanos ilçesinde belediyenin düzenlediği söyleşi ve kitap tanıtım etkinliğinin davetli yazarlarından olan gazeteci yazar Osman Aytekin, "Unutulmaya ve kaybolmaya başlayan değerler üzerine  yazıyorum." dedi.
Gazeteci, sanatçı yazar Osman Aytekin - 2017 - Avanos
Avanos'a hoş geldiniz. Okuyorum.org takipçileri için kendinizi tanıtır mısınız?
1959 Nevşehir'in Derinkuyu ilçesi doğumluyum. 1984 yılında ilk kez yazmaya başladım. 2000 yılında Nefesimiz Gül Bahçesi çıktı. Bugüne geldiğimizde 14 tane yayınlanmış kitabım var. Bunların çoğunluğu öyküler üzerine. Son beş yıldır da çocuk öyküleri üzerine yazıyorum. Yazarlar ve Sanatçılar Birliğinin Niğde'de kurucuları arasında yer aldım. Bir dönemde başkan yardımcılığını sürdürdüm. Anadolu da yayınlanan dergilerin yüzde sekseninde yazılarım ve desenlerim yer aldı. Yazarlığın yanında ressamım aynı zamanda bu dergilerde yazmaya ve çizmeye devam ediyorum. Yeni öykülerim var. Kaybolan değerler üzerine yazıyorum.


Yeni yayınlanmış olan Üç Arkadaş adlı öykü kitabınızda nelerden bahsediyorsunuz. Kısaca bilgi verebilir misiniz? 
Üç Arkadaş adlı öykü kitabı öğrencilere yönelik olduğu için öyküleri biraz kısa tutmaya çalıştım. Sevgi, saygı, iyilik, dostluk, kardeşlik, merhamet, sözünde durma, yardımlaşma, anne - baba sözü dinleme, topluma faydalı olma gibi değerleri anlatmaya çalıştım. İstiyorum ki; bugünün yetişen çocukları yarının büyükleri olacaklar. Bunlar ülkemize faydalı birer birey olsunlar istiyorum.

Okuyorum.org takipçileri için yazmış olduğunuz kitabın haricinde bir idol yazar önerecek olsanız, veya sizin severek okuduğunuz bir yazar bu kim olurdu?  
Öykülerde özellikle Peyami Safa ve Sait Faik'in kitaplarını öneririm. Pek çok yazarımız var. Bunların arasında bir seçim yapmak ne kadar doğru olur bilemiyorum ama zihin açıcı olarak bunları tavsiye edebiliriz. İsim üzerinde durmak çok doğru olur mu bilemiyorum ama pek çok güzel yazarımız var.
Öncelikli toplumun gelişmesi, kalkınması ülkenin güzel bir seviyeye gelmesi. Her türden olaylarla ilgili olarak bir şeyi öncelikle kaynağından bilmesi ve öğrenmesi için okuması gerekir. Sorgulaması gerekir. Bu yüzden okumanın çok önemli olduğunu düşünüyorum ve iyi okumalar diliyorum. Okuyorum.org sitesini de bu konuda büyük hizmet verdiğini düşünüyorum. Sevgiler ve saygılar diliyorum.
Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz.



Kapadokya Hikayeleri H. İbrahim Tokmak

Turizmci Yazar H. İbrahim Tokmak'ın kaleme aldığı "Kapadokya Hikayeleri" adlı kitapta, yazar bilinen Kapadokya'nın çok daha ötesinde Hz. İsa'dan 125 yıl öncesine götürüyor okuyucuyu.

Kapadokya Hikayeleri

Her değeri tüketen bir toplumun, en azından o kadarda üretmesi gerektiği fikriyle kaleme aldığı eserde, Çeç tepesinin hikayesi, Böbreği Ağrıyan Çoban'ın kurumuş toprak gibi yarılan topukları ve serzenişlerle dolu hayatındaki sessiz çığlıklarını zehirli bir suyla sona erdirmek isterken bulduğu lütuf, sağlığını kaybeden ve uzun yaşaması Balkaya'sına yolculuk etmek olan yaşlı çanak ustasının serüvenini, Kapadokya Prensi ve Kumruses'in efsanesini, Kapadokya krallığında yaşanan büyük savaşı kültürel ve folklorik anlatım zenginliğiyle sunuyor. 

Kitapta binlerce yıl önce yöre halkının inanış ve günlük yaşantılarına ilişkin bilgilerde hikayeler içindeki serüvenleri takip ederken size aktarılıyor.

H. İbrahim Tokmak, 1959'da Avanos'ta doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümü'nü bitirdi. Yazdığı ilk şiirinden sonra 28 yıl şiir yazmamak için bir direnç gösterdi. 2004'te türkü sözü yazmaya başladı. "Kapadokya Atları" Haydi Derdini Söyle, Vatan Sağolsun" gibi besteler yaptı. Verdiği uzun arayı Kurtlu Bakla ve Şairlere Saygı isimli iki şiirinde anlattı. Henüz yayınlanmamış "Türkler mi" tarih kitabı ve "Hatti Hikayeleri" isimli tarihi kurgu romanıyla birlikte yayımlanmış üç eseri daha bulunuyor. Bunlar "Tokmak Dede" adlı bir şiir kitabı ile "Parfums de Cappadoce" adında Fransızca yazılmış şiir kitabı ve "Kapadokya Hikayeleri adlı kitaptan oluşuyor.

İyi okumalar...
"Kapadokya Hikayeleri" Yön Matbaacılık tarafından 2. Baskısı yapılmış 83 Sayfa olan kitabı bir solukta okumak mümkün. Kitaptaki çizimler H. İbrahim Tokmak'ın eşi Asya Claudette Detain Tokmak'a ait.
KAPADOKYA HİKAYELERİ 
H. İbrahim TOKMAK
Yön Matbacılık Yayınları 
83 Sayfa 
Puan 
★★★★★ 
Yorumlayan Gazeteci Ercan KILIÇLI
www.serbestmuhabir.com 
H. İbrahim Tokmak



Simyacı Alchemist Kitap Yorumu Paulo Coelho

Paulo Coelho'nun kaleme almış olduğu Simyacı romanı, dünyanın en çok satan kitaplarından biridir. 
Mutluluğun sırrını arayan bir çobanın kendi kişisel menkıbesini bulmak üzere hem dünya üzerinde hem de ruh dünyasında kat ettiği yolculuğu anlatırken felsefi mesajlarda okuyucuya dokunuyor.
Bütün evrenin birbirine bağlandığı hayat ırmağının evrensel akışına ruhun yaptığı ani dalışlar olduğunu anlamaya başlamıştı. Evrenin ruhu iki şeyde saklıydı. Bunlar katı ve sıvıydı. Delikanlı, Büyük Yapıt'ın sıvı kesimine Ebedi Hayat İksiri adı verildiğini çıkardı. Bu iksir yalnızca bütün hastalıkları iyileştirmekle kalmıyor, aynı zamanda simyacıların yaşlanmalarına engel oluyordu. Katı kesimine Felsefe Taşı adı veriliyordu. Bu taş maddeleri altına veya başka şeylere çevirebiliyordu. Mutluluğun sırrını ve kendi menkıbesini ararken bunların hepsini görecekti. Ama birde aşk vardı. Aşk, sevilenin yanında bulunmayı zorunlu kılıyordu.
Delikanlı çıktığı yolculukta hem mutluluğun sırrını, hem kendi menkıbesini hem hayatının aşkını, hem evrenin dilini hem de Simyacıyı bulacaktır. Şimdi tek gereken şey karar vermektir.


Çoban Santiago’nun ailesi fakirdi ama onun rahip olmasını istiyorlardı. Kilisede eğitim alan, okuma yazma öğrenen Santiago ise gezmek ve yeni yerler görmek istiyordu. Babasına bu hayalini anlattı. Babasının içinde de dile getirmediği böyle bir hayal vardı. Dünyanın en güzel yerinin, en güzel kadınlarının Endülüs’te olduğunu söylese de Santiago bunu kendisi görmek niyetindeydi. Babası ona o zaman kilise için biriktirdiği parayı vererek git kendine bir koyun sürüsü satın al. Çobanlık yap. Çünkü onlar şehirlerarasında sürekli gezerler. Her yeri görürler. Yeni insanlar ve hayatlar tanırlar hem mutlu olursun hem de gezersin dedi.

Santiago, yüreğinin sesini dinleyerek yollara düşer. Babasının verdiği altınlardan biriyle bir koyun sürüsü satın alır. Bu koyun sürüsü onun yol göstericisidir. Koyunlar nereye giderse o da oraya gitmektedir.

Bir gece, yıkık bir kilise bahçesinde firavun incir ağacı altında uyurken rüyasında Mısır Piramitleri’nde hazine bulduğunu görür. Rüyasını falcı bir kadına yorumlatır. Kadın, orada gerçekten bir hazine bulacağını söyler ve bulduğu hazinenin onda birini kendisine vermesini ister. Bunun üzerine Santiago, rüyasını ciddiye almamaya karar vererek yoluna devam eder.

Santiago, bir gün kasabada bilge bir adamla tanışır. Adam Santiago hakkında doğru tahminlerde bulunmaktadır. Salem Kralı olduğunu söyleyen yaşlı adam, Santiago’ya yaşamın gizemleri hakkında birçok şey anlatır. Bunun üzerine Santiago, yaşlı adama rüyasından bahseder. Santiago, hem falcı kadından hem de yaşlı adamdan aldığı tavsiyelere uyarak koyun sürüsünü satıp Mısır Piramitleri’ne gitmek üzere yola düşer. Kendisine rehberlik etmesi için bulduğu adam Santiago’yu dolandırıp tüm parasını aldıktan sonra kayıplara karışır. Santiago, para biriktirmek için bir yıl boyunca Billurcuda çalışır ve sonra yeniden yola çıkar.

Yolculuğu sırasında, simyacıyı bulmak için Mısır’a gelen bir İngilizle tanışır. Beraber bir manastıra varırlar. Burada Simyacı’nın kurşunu altına çevirdiğine şahit olurlar. Yoluna tek başına devam eden Santiago, hazinenin yerini kendisine yüreğinin söyleyeceğini düşünür. Bir kumula vardığında hazinenin orada olduğunu hisseder ve kazmaya başlar fakat bir şey bulamaz. O sırada bir grup savaş mültecisi gelir, Santiago’ya sabaha kadar işkence yaparlar ve onlar da aynı yeri kazarlar ama hazineyi bulamazlar. Mültecilerin reisi, oradan ayrılmadan önce Santiago’ya bir ahmak olduğunu söyler ve kendisinin gördüğü rüyadan bahseder. Rüyasına göre hazine, İspanya’da çobanların koyunlarıyla birlikte uyudukları yerde bulunan bir firavuninciri altında bulunmaktadır. Hazinenin yerini bulduğunu anlayan Santiago tekrar aynı kiliseye geri döner ve hazineyi bulur. Artık tek istediği yolculuğu sırasında tanıyıp aşık olduğu Fatima’nın yanına gidebilmektir. Kişisel Menkıbenizi bulmanız dileğiyle iyi okumalar.
SİMYACI 
Paulo Coelho 
Can Yayınları 
184 Sayfa 
Puan 
★★★★★ 
Yorumlayan Gazeteci Ercan KILIÇLI
www.serbestmuhabir.com 

Dönüşüm-Metamorfosis Kitap Yorumu Franz Kafka

Böceğe dönüşen bir insanı konu almasıyla modern dünya klasikleri arasındaki farkını ortaya koyan ve insan ilişkileri ile çalışma hayatı içindeki bireyin karşılık bulduğu değeri sınayan kitap, akıcı konusu ve 74 sayfa olması nedeniyle bir solukta okunuyor. 
Dönüşüm-Metamorfosis Kitabı
Kafka, “Dönüşüm” adlı öyküsünde böcek metaforu üzerinden, yani bir şeyi bir başka şeye benzetme yoluyla eleştirerek insan ve toplum çözümlemesi yapıyor.

Kafka’nın 1912 yılında kaleme aldığı Metamorfosis adlı kitabı dilimize “Dönüşüm” adıyla aktarılmıştır. Kafka, sanayi devrimiyle birlikte çalışma hayatı içinde yabancılaşmaya başladıkları hayatı, bir sabah böceğe dönmüş olarak bulup, bu hayata böcek gözüyle doğrudan bir bakış atarken buna okuyucu da tanık ediyor.
Muhabbet esnasında Kafka’nın hayatını okuyan bir arkadaşım bana dedi ki; kitapta Franz Kafka kendisini böceğe dönüşen Gregor Samsa’nın yerine koymuş ve aslında gerçek hayatta babası ile arasındaki ilişkiyi yazmış dedi. Her iki yönüyle de ele alsak, kitap okuyucuyu konusuyla ve hikayesiyle kendisine çeken ve hayata bakışına katkı sunacak bir eser.
Kısa kısa karakterlere ve hikayedeki yerlerine değineyim. Babanın aile bireyleri üzerindeki iktidarı açık şekilde görünüyor. Astım hastası bir anne ve keman çalmayı çok seven genç bir kız. İflas eden babasının ve ailesinin bütün borçlarını üstlenerek onları rahat içinde yaşatmaya çalışan, yaşadıkları büyük evin ve hizmetçilerin giderleri için durmaksızın çalışmak zorunda olan Gregor. Bu temponun içinde bir sabah isteği dışında dev bir böceğe dönüşen Gregor, yerine getirmek zorunda olduğu görevleri yapamayarak, aksayan hayatı karşısında kendisine verilen değerin de yavaş yavaş yok oluşunu gayet sancılı bir şekilde görerek sürekli eski ve yeni durumunu sorgulamaya devam ediyor.

Hayatı eskiden de pekiyi olmayan Gregor, böceğe dönüştükten sonra da babasının elinde sallanan sopayı her an sırtına ya da başına yiyip ölme tehdidi altındadır. Gregor'un bir defasında hayatını bağışlaması için ona yalvaran annesi sayesinde kurtulur. Önceleri her işini kız kardeşi yaparken daha sonraları yaralı, örselenmiş, lanetli ve tozlu bir odada terk etmeye başladığı Gregor, her ne kadar insanlarla iletişim kuramasa da her şeyi tam bir bilinç ve farkındalık hali içinde irdeleyerek anlatmaya devam eder.

İlginç olan, Gregor, böceğe dönüşmesini kendisi için önemli bir sorun olarak görmemekteydi. Böceğe dönüşmüş olmasına rağmen bilincinde hiçbir değişim olmamıştı. Ona göre, en büyük sorun, işini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmasıydı. Bu nedenle böceğe dönüşse de işe gitmek için elinden geleni yapmaya çalıştı.

Gregor’un üzerinde anne, baba ve kız kardeşinin sorumluluğu bulunmaktaydı. O, tek başına ailesinin geçimini temin ediyordu. İflas eden babasının evde rahat bir hayat sürmesini, keman çalan kız kardeşini konservatuarda okutmakta olan kararını sürdürürken, başından beri iğrendiği işine de bu nedenlerle devam ettiğini görüyorum. Fakat Gregor’un işsiz kalması, aile bireylerinin ona verdiği değerin de aniden azalmasına neden oldu.

Çalıştığı firmanın temsilcisi için önemli olan Gregor’un vaktinde işe gitmesiydi. O, Gregor’un değerini sadece yaptığı işle ölçüyordu. Temsilcinin Gregor’a biçtiği değer, modern toplumlardaki bireyin toplum içindeki konumuna karşılık gelmekteydi bu sanırım günümüzde de böyle.

Gregor acınacak halde olmasına rağmen, babası ona düşmanca davranıyordu. Fiziksel değişim geçirdikten sonra daha ezik hale gelen Gregor, değişim geçirmeden önce ezik olsa da ailenin geçimini sağlamakla görevli olduğundan ailede birinci plandaydı. Görülüyor ki, yaşadığı toplumda aile içindeki ilişkileri de para belirlemekte. Bu bağlamda düşünüldüğünde eserde, paranın modern toplumlarda her şeyin önüne geçtiği vurgulanmış.

Gregor Samsa’nın kız kardeşiyle olan ilişkisinde ise, başlangıçta ihtiyaçlarını gideren ve sürekli onunla ilgilenen kız kardeşinin daha sonra ona karşı tutumu değişir. Gregor’un ise sırtında babasının açtığı yara hiç geçmez ve kız kardeşi de artık çalışmaya başlar. Ekonomik güce sahip olmasıyla birlikte artık Gregor’a olan yaklaşımında değişimler meydana gelir. Anne ve babası gibi artık kız kardeşi de Gregor’u istememektedir. Özlemi çekilen güzel bir hayatın önündeki engellerden birisi de belki bu kocaman böcektir.

Gregor’un babasıyla ilişkisi de soğuk ve gerilimlidir. Böceğe dönüştükten sonra babasının bastonuyla her an öldürülme tehdidi altındadır. Bir gün gerginliğe yol açan durum karşısında babası tarafından masanın üzeride duran elmalarla taşlanır. Fırlatılan elmalardan biri Gregor’un tam sırtına isabet eder ve elmanın bir parçası orada gömülü kalır. Böylece sırtında iyileşmeyen, gün geçtikçe kokuşan bir yara açılır. Bu yara, hayattan gün geçtikçe soyutlanan yaşamı karşısında duyduğu acıdan daha fazla can yakmaz ama Gregor’un bir gün kız kardeşinin çaldığı keman dinletisine kendini kaptırıp karanlık odadan salona çıkmasıyla gelişecek olay sonrası yine o karanlık odaya dönüp sessizce ölmesine neden olacaktır.

Gregor’un ölümü beklenildiği gibi matemden ziyade özlemi çekilen bir hayata adım atmak için diğer aile bireylerini babanın kolları altında bir araya getirecektir.

Belki daha iyi bir eve taşınılmalıdır ama daha önce kendilerine biraz zaman ayrılmadı ve tranvay gezisine çıkılmalıdır. Artık kızlarının yeterince büyüyerek güzelleştiği ve serpildiği fark edilir. Uygun bir eş bulup evlendirilmelidir…. İyi okumalar…. 
Dönüşüm-Metamorfosis
Franz Kafka
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 
74 Sayfa 
Puan
★★★★★

Sineklerin Tanrısı Kitap Yorumu William Golding

İngiltere’de ilköğretim okullarında öğrencilerin mezun olabilmeleri için okumaları gereken on kitap arasında olduğunu öğrendiğimde bende William Golding’in “Sineklerin Tanrısı adlı kitabını biran evvel okumaya karar verdim. 
Nobel Edebiyat Ödüllü yazar William Golding’in “Sineklerin Tanrısı” adlı eseri modern klasikler arasında yer alıyor. William Golding, 1911 yılında İngiltere’de doğuş. Oxford Üniversitesi’nde eğitim görmüş. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce ve sonra uzun süre öğretmen olarak çalışmış. Savaşta deniz eriyken, Normandiya Çıkartması’na ve daha birçok çarpışmaya katılıp subaylığa yükselmiş. Golding, 1934’te “Sineklerin Tanrısı” adlı romanı yazarken ıssız bir adada mahsur kalan ve gün geçtikçe içlerindeki vahşi tarafı gün yüzüne çıkartan çocukları anlatırken, katıldığı ikinci dünya savaşının etkilerinin bir yansıması ve iç dünyasındaki iyilik ile kötülük duygularının bir savaş oyunu gibi çarpışması sonucu oluştuğu fikrine kapıldım.

Kitabı okumaya başladıktan sonra öğrendiğim bir anekdotu paylaşayım. Yirmiye yakın yayınevi bu kitabı basmaya yanaşmamış. Ne var ki, Sineklerin Tanrısı basılır basılmaz, Golding büyük bir üne kavuşmuş. Çağımızın klasikleri arasındaki yerini aldığı için, okullarda ve üniversitelerde okutulan bu kitabın filminin de çekildiğini öğrendim.

Sineklerin Tanrısı’nın okumaya başladığınızda, ıssız bir adada çocukların serüvenlerini anlatan, küçükler için yazılmış bir öykü, uygulaması sanıyorsunuz. Hatta Golding, kendine özgü ifadelerle okuyucunun bu sanısını pekiştiriyor. Fakat romanda ıssız bir adaya sığınan üç İngiliz çocuğunun Büyük Britanya uygarlığının oldukça başarılı bir modelini sancılı bir süreçle nasıl kurduklarını anlatıyor.

Roman’ın iki önemli karakterine, Ralph ve Jack adlarını veriyor. Gelecekteki atom savaşı sırasında, altı ile on iki yaş arasında olan çocukların, güvenilir bir yere götürülmek üzere bindirildikleri uçağın bir saldırı sonucu mercan adasına düşmesi ile hikâyemiz başlıyor. İlerleyen konu içerisinde atom çağının çocukları, cennet gibi resmedilen bu güzelim adayı her açıdan bir cehenneme çevireceklerdir.

Jack’ın av tutkusuyla mantık dışı bir korku, adayı korkunç bir karabasana döndürür. Aralarında en acımasızı olan Roger, tahta mızrağını hayvanın XXX’na sokunca, avcılar hep birden gülüşürler. Jack, domuzları öldürdükçe daha yabansı, daha zalim olur. Faşistlere özgü dar kafalı şovenizmle “Ne de olsa vahşi değiliz biz. Biz İngiliziz ve İngilizler her şeyi en iyi biçimde yaparlar” diye övünen bu çocuk, vahşilerin en kana susamışı gibi davranır.
Romanda diğer bir önemli karakter olan Simon’un “İsa’yı andıran bir kişiliği” olduğunu, sezgileriyle gerçeği görebildiğini betimliyor yazar. Simon yalnız gerçeği değil, geleceği de bilir. Örneğin Ralph’ın günün birinde bu adadan kurtulacağı, evine geri döneceği içine doğduğu gibi, canavarın dış dünyada değil, çocukların kendi içlerinde olabileceğini anlar. Simon, “Bizden başka canavar yok belki” derken, Golding’in de belirttiği gibi, “insanlığın başlıca hastalığını” dile getirmek ister. Kitaba adını veren Sineklerin Tanrısı, bu hastalığı, yani insanların içindeki kötülüğü simgeler. Sineklerin Tanrısı, adada çocukların avladıkları ve üstüne sineklerin konduğu ölü bir domuz başıdır.

Jack, ilkel bir insanın inancıyla karanlık güçleri yatıştırmak, kendini ve kabilesini canavardan koruyabilmek amacıyla, öldürdüğü bir domuzun başını kesip iki ucu sivritilmiş bir kazığa geçirmiş, kazığı bir put dikercesine toprağa çakarak, bu kokuşmuş domuz başını canavara sunmuştur. İngilizlerin Beelzebub dedikleri şeytanın Kutsal Kitap’taki İbranice adı, Sineklerin Tanrısı anlamına geldiği için Golding kitabına bu adı vermiştir.

Çocukların karabasanlarına giren canavarın ne olduğunu açıklayan Sineklerin Tanrısı, romanda adı geçen çocuklar arasında sadece Simon’un gerçeği anladığını sezdirir okuyucuya. Çünkü ancak Simon canavarın çocukların içinde olduğunu, bundan ötürü de hiçbir zaman öldürülemeyeceğini anlamıştır.

Çocukların güçsüzlüğünden ve korkularından yararlanan Jack’ın zorbalığı öylesine korkunç boyutlara varır ki, avladığı domuzun başını canavara sunduğu gibi, Ralph’ı da avlayıp, başını iki ucu sivriltilmiş bir değneğe geçirerek canavara sunmak ister. Sineklerin Tanrısı tamamıyla egemen olmuş gibidir çocuklara. Ne var ki, kitabı bitirip de, Simon’un akıl yolundan hiç şaşmayan ermişliğini, ayrıca ölmeden önce yücelen Domuzcuk’un kabileye meydan okurcasına uygarlığı savunmasını ve karanlık güçlere karşı sonuna kadar direnip, sonunda gene şef olduğunu açıklayan Ralph’ın yiğitliğini düşündükçe, Sinekler Tanrısı’nı yenmenin yolları olduğunu da anlarız.

SİNEKLERİN TANRISI
William Golding
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 
193 Sayfa 
Puan
★★★★★

Hayvan Çiftliği Yorumu George Orwell

Bütün Hayvanlar Eşittir Ama Bazı Hayvanlar Öbürlerinden Daha Eşittir. İktidar sevdasının hayvanlar aleminde geçtiği bir peri masalı olan kitap. Domuzların diktatörlüğünü konu alıyor.
Bir çiftlikte yaşayan hayvanların kendilerini ezen ve sömüren insanların yönetimini devirip eşitlikçi bir toplum oluşturmaya çalışırken kendilerini buldukları yeni sömürü düzenini masalsı bir anlatımla okuyucuya sunuyor.
Zamanla, kurnaz ve iktidar düşkünü domuzların, devrimi yolundan saptırarak, insanların yönetiminden nerdeyse daha baskıcı ve acımasız bir diktatörlük kurdukları Hayvan Çiftliği’nin iki uçlu bir yergi mızrağı taşıdığını görüyorum kitapta. George Orvvell’in, 1930’lar ve 1940’ların Sovyetler Birliği’ne yönelttiği bir eleştiri kitabı.
Orvvel “Hayvan Çiftliği” kitabında, insanların yönettiği çiftliği hayvanların baş kaldırarak ele geçirmesini ve ardından daha eşit ve iyi bir yönetim şekli kurma hayalleri ile yola çıkartıldıkları devrim hareketinin kendilerine yavaş yavaş unutturularak içine düştükleri yeni sömürü düzenini anlatıyor.
Konular her ne kadar hayvanların başından geçiyor olsa da aslında gerçek dünyanın düzeni olduğunu anlıyorsunuz. Hayvanların yaptığı devrimin ardından çiftlik duvarına yazılan aşağıdaki 7 emir, diktatör domuzların çıkarları doğrultusunda zamanla revize edilerek yeni sömürü düzeninin anayasası haline geliyor. 

DEVRİMİN 7 EMRİ:
1. İki bacaklı canlılar bizim düşmanımızdır.
2. Dört bacaklı canlılar dost ve mütefikimizdir.
3. Hayvanlar asla giyinmeyeceklerdir.
4. Hayvanlar asla yatakta yatmayacaklardır.
5. Hayvanlar asla içki içmeyeceklerdir.
6. Hayvanlar asla hayvanları öldürmeyeceklerdir.
7. Bütün hayvanlar eşittir.

Değişim ise şöyle olur; önce 4. emir "hayvanlar asla çarşaflı yatakta yatmayacaklardır", sonra 6. emir "hayvanlar asla gereksiz yere hayvanları öldürmeyeceklerdir" olarak, sonra 7. emir "bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar daha eşittir".
Hayvan Çiftliği'nin yönetimini ele geçiren domuzlarla işbirliği yapan, tecimsel ilişkiler kuran iki insandan, Foxwood Çiftliği’nin sahibi Bay Pilkington’m kapitalist İngiltere’yi, Pinchfield Çiftliği’nin sahibi Bay Frederick’in de Nazi Almanyası'nı temsil ettiği de söylenir. 1. Dünya Savaşından sonraki sömürü ve kapital sistemin yazardaki dışa vurumu da olabilir bence. 
Kitabın sonunda anlatılan, insanlar ile domuzların aynı masanın çevresinde zaferlerini kutladıkları sahne, bence kitabın en çarpıcı sahnelerinden biri… 
Siz aşağı kesimlerden hayvanlarınızla uğraşmak zorundasınız; biz de bizim aşağı sınıflarımızdan olan insanlarla uğraşmak zorundayız!’’ Dışarıdaki hayvanlar, tam o sırada, içeridekilerin yüzlerinde bir tuhaflık sezerler. İnsanlar ile domuzları birbirlerinden ayırt edememektedirler. İnsanlar domuzlara, domuzlar da insanlara dönüşmüştür...
Ben kitabı 5 saatte okudum. Bir solukta okuyabileceğiniz ve dünyaya farklı bir gözle bakmanızı sağlayacak bir eser. İyi okumalar.
HAYVAN ÇİFTLİĞİ
George Orwell
CAN Yayınları (160 Sayfa) 
Puan
★★★★★
Yorumlayan Gazeteci Ercan KILIÇLI

Anadolu’da Dört Bin Yılı Yaşayanlar Kitap Yorumu

İnsanlık tarihi baştan sona değişim içinde. Yeni bir icat, yeni bir buluş ve hatta yeni bir fikir değişimi gerçekleştiren etkenler. XX. Yüzyıl, bilim ve toplum arasındaki ilişkilerde kaçınılmaz bir değişime tanık oldu.
Bir, iki nesil önce yani bizim dedelerimiz veya şuanda 80 yaşına gelmiş insanlar ilkel hayatın devamı niteliğinde olan bir hayat yaşadılar. Tarlalarını öküzlerle sürüp, elleri ile toprağı işlediler. Şehirlerarası yolculukları at sırtında günler süren yolculuklarla yaptılar. Yaşadıkları yerlere elektrik, su, telefon belki de yol bile çok sonraları geldi. Binlerce yıl önce insanların olduğu gibi yaşadılar…
“Bilim ve teknolojiyi yaşamış olduğu zaman içinde yavaş yavaş sindiren ve ağır ağır değişen genç nesil konunun dışında. Çünkü onlar yaşının insanları. Gerçek yaşını yaşayanlar. Onların değişimi hızlı çağın şartları içinde gerçekleşti. Peki ya kısa ömürlerine 4 bin yılı sığdıranlar.”
Aynı insanlar bugün uydu ve baz istasyonları aracılığı ile kablosuz internete girip, akıllı telefonlarla fotoğraf çekerken, bindiği uçakla dünyanın diğer ucuna gidebiliyor. Kısa ömürlerine 4 bin yıllık bir yaşanılmışlık ve hayat tecrübesi katabilmiş olan bu insanlar “Anadolu’da Dört Bin Yılı Yaşayanlar” adlı kitabın konusunu oluşturuyor. Yazarın hızlı çağ dediği günümüzde, biraz yavaşlayarak sakin bir şekilde düşündüğümüzde bu değişim hayranlık verici ve bir o kadarda ürpertici bir durum.


Kitapta Değişen uygarlık ve insan, Yörükler, atlar ve kırlangıçlar, Evler ve yılanlar, Anadolu’da Dört Bin Yılı Yaşayanlar, İşduşnaya, Kral kızı Sinsin ve oğlu Saya… gibi pek çok Anadolu’nun zengin insan coğrafyasında yaşanmış insan hikayeleri ile dolu.
İyi okumalar…
ANADOLU'DA DÖR BİN YILI YAŞAYANLAR
Hüseyin Seyfi
Grafiker Yayınları (228 Sayfa) 
Puan
★★★★★
Yorumlayan Gazeteci Ercan KILIÇLI

Platon Devlet Kitabı Yorumu

Platon’un “Devlet” eseri, kendi ifadesi ile ideal toplum düzeninin, adaletli bir devletin nasıl olması gerektiğini anlatmak üzere yazılmıştır. İslam âleminde Platon, Eflatun ismiyle bilinir.
platon devlet
Dünya tarihindeki ilk ütopya içeren yazılı eserdir. Platon’un yaşadığı dönemde Yunanistan’daki demokrasi sona ermiştir. Yaşadığı devrin özelliklerinden de etkilenerek, adaletli bir devletin nasıl olması gerektiği üzerinde araştırmalar yapmış ve filozofik bir bakışla ve inanılmaz sadelikte bir anlatımla ideal devlet yönetimini ve yöneticisini ortaya koymaya çalışır. Yaşadığı toplumu çok iyi analiz etmiş olan Platon, kitaptaki anlatımlarını konuşmalar, karşılıklı insan diyalogları olarak yazmıştır. İnsanları karşılıklı konuşturarak veya kendisi karşılıklı diyalog kurarak adaletli toplum yönetimini ve erdemleri halka açıklamaya çalışır.
Ayrıca “Devlet” adlı eseri, İslam felsefesini de derinden etkileyen bir eserdir. Çünkü Farabi’nin eserlerinde bu etkinin açıkça hissedildiğini farklı bir kaynakta okumuştum. Platon eserinde; karşısındaki insana hikâyeler anlatarak doğruyu ve yanlışı anlatmaya çalışır. Buna kitapta pek çok örnekle yer verir. 
Zenginler tanrılara daha faydalıdır. Tanrılar için güzel tapınaklar yaptırırlar. Tanrıların hoşuna gidecek güzel adak ve kurbanlar sunarlar. Fakirler ise böyle şeyler yapamaz. Fakirliğin olduğu yerde hırsızlık ve pek çok ahlaksızlık ortaya çıkar. Öyleyse zenginler tanrılar için daha faydalıdır diyebilir derler. Platon’da onlara… 
Kitaptan yaptığım alıntı konudaki gibi pek çok enteresan fikri birbiriyle çarpıştıran Platon, karşısındaki insanı anlattığı hikâyelerle doğruyu seçmesine ikna etmeye çalışırken ahlaki erdemlere ilişkin ölümsüz tespitlerde de bulunur… İyi okumalar.
DEVLET
Platon
Araf Yayıncılık (388 Sayfa) 
Puan
★★★★★
Yorumlayan Ercan Kılıçlı

Halikarnas Balıkçısı Anadolu Efsaneleri Yorumu

Halikarnas mahlası ile bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın yazmış olduğu pek çok kitaptan birisi olan “Anadolu Efsaneleri” adlı kitabı okumama “Kybele, Kibele,”nin hikayesine ilişkin şu anekdot neden oldu. 
“Anadolu’da matriyarkal toplumun baş tanrısı dişiydi.  (Matriyarkal: dünyada kurulan ilk toplulukların başlangıçta mutlaka anaerkil, kadının baskın olması ve önemli olması durumu) Bu tanrılarında tanrısı Kybele idi. Bu tanrı bütün yakın doğuya yayıldı. Hayat ve bereketin tanrıçası, bütün tanrıların, insanların ve doğanın anası sayılıyordu. Kendisine büyük ana diye yalvarılıyordu. Kuvvetli bir doğurganlığı temsil ediyordu ve doğurgan bir kadın formunda heykelleri yapılıyordu.

En eski dinlerin olduğu zamanlarda yani Hazreti Peygamber'den çok önce Anadolu’nun büyük tanrıçası Kybele Mekke’ye götürülerek tapınılmak üzere Kâbe’ye konuldu. Daha sonraları namazdaki “kıble” sözü Kabe’yi değil Anadolu Tanrıçası Kibele’nin adını ifade ediyordu. Çünkü eski zamanlarda tapınmak ve dua etmek için Kybele’nin olduğu yöne dönerek bereket için yalvarıyorlardı. Kendisini kıbeleye adayan erkekler hadım oluyor ve erkeklik organını kesiyordu. Dinler tarihinin gelişim sürecinde Hıristiyan rahipleri bunu mana olarak yaşatmış ve evlenmemiş, Arap toplumlar ise bunu sünnet şekline çevirerek hafifletmişti” … diyor yazar.



Bu hikâyeyi okuduktan sonra kitabı almaya ve okumaya karar verdim. Kitapta Anadolu’ya ve toplumlarına şekil vermiş 30 efsaneye yer verilmiş. Amazonlar, Bophorus, Symplegad Kahyaları, Priapos, Hero ile Leandros, Troya Savaşı, İda Dağı, Ganymedes, Paris, Telephos, Kybele, Pan, Herakles…  

Yazar, Anadolu’nun eski toplumlarının efsanelerini ve Türk hümanizmasının köklerinin izini sürmüş olan Halikarnas Balıkçısı’nın Anadolu’da bugüne değin canlı kalmış inançlarla, gelenek göreneklerle, günlük yaşama sinmiş verilerle ilişkilerini ortaya çıkarmaya çalışmış.

Türkleri Batı uygarlığının dışında tutmak, Avrupa toprağından uzaklaştırmak isteyen anlayışa karşı, eski Anadolu uygarlıklarının yaşantısına ve kültürüne bakılması gerektiğine işaret ediyor kitap. Bu kadar büyük efsaneleri ve hikâyeleri üreten Anadolu topraklarının bereketine tanık oldum sizlerde olmak isterseniz buyurun lütfen iyi okumalar.

Halikarnas Balıkçısı Anadolu Efsaneleri kitabı 130 sayfa
Bilgi Yayınevi tarafından yayınlanmış
15. Baskısı 2015 yılı Aralık ayında yapılmış
Kitaptaki çizimlerin yazarın kendisi tarafından çizildiği ifade edilmiş.

YORUMCU Gazeteci-Yazar Ercan Kılıçlı

Kucaklaşmanın Kitabı Okuyucu Yorumu

“Kültür ve politika tükettim malzemesi olmuş. Toplum, kendi kuyruğunu ısırıp tatlı bulan yılana alkış tutmak modası güdüyor ve bu modadan kimse mahrum bırakılmıyor. Güç, haktır kuralı dayatılıyor. Korku yasaları, bilmek korkusu bizi cahilliğe yazgılıyor. Yapamamak korkusu ise iktidarsızlığa. Özgürlük korkusuyla yumulan parmaklarımız arasında terliyor parmaklıklar.” 
Latin Amerika’nın en büyük yazarlarından Galeano, kısa ama yoğun metinlerle, geçmiş anıların büyüsünü, mücadele edenlerin umut ve aşklarını “Kucaklaşmanın Kitabı” adlı bu kitapta deneme yazıları şeklinde bir araya toplamış. Anlatım tekniği ile radikal bir öykücü olduğunu, çılgın metinler ile hayal gücünü ve ince mizahı ile de ustalığını ortaya koymuş. Kitap 290 sayfa, Çeviri Nihal Yeğinobalı tarafından yapılmış, Can Sanat Yayınları tarafından basılarak yayınlanmış. 

Kitabı iki hafta gibi bir sürede okurken 200 civarındaki kısa deneme yazıları içinden hoşuma giden kısımları not aldım. Bu notlar farklı konuları içeriyor ve usta yazarın anlatım gücüne ışık tutuyor. Kitabı okumak isteyenlere aşağıdaki notlarım bir öngörü oluşturacaktır;  



Açlığı ölümle değiş tokuş etmek üzereydi. Doğum acılı bir sevinçti. Toprak ise memesinden yağmur emdiği dolgun bulutlu gökyüzünü her arzuladığında yanı başında hazır görmek isterdi. 

Işıltılı hayatları yaşayan zenginlerin sayısı her geçen gün azalırken, parlatıcıların sayası çoğalır. Bu çoğaltının içinde her boy ve renkten dilenciler övülesi bir profesyonellik içinde titrek ellerini göstererek dilencilik sanatının birer üstadı olduklarını sergiler. En yaman avını rahmet, bereket ve bağışlanma duaları ile merhamete getirir.

Tarihin derinliklerinden kalan bu miras, çatlaklar, sorunlar ve her akım; toplumun bir kesiminin varlığını inkâr etti, görmezden geldi, imkân bulduğunda baskı ve işkence uyguladı. Fikri yönden topluma bir uzlaşma getiremeyen akımlar, karşı tarafı korkutarak, rakiplerine karşı çeşitli yıldırıcı kitleri harekete geçiren icraatlara yöneldi.

Birbirine karşı gibi duran pek çok fikir (aşırı İslamcı – ileri modernist vb.) aynı totaliter (demokratik hakların ve özgürlüklerin tümüyle baskı altında tutulduğu, siyasal erkin bir elde toplandığı, teröre, baskıya ve zulme dayalı devlet yönetimi) düşüncenin rahminden doğmuş gibidir. Her biri diğer yarısından ayrıldığı takdirde ölüme mahkûmdur. Biri olmadan diğeri olamaz. Varlıklarının devamını birbirlerine borçlular.

 Ne ağır insani bir bedel …. Verilen insan kayıpları. Fakirlik, işsizlik, yolsuzluk gibi gerçek afetlerle mücadele edilmesi için sarf edilmesi gereken bütün devasa enerji ve imkânların heder edilmesi. Sorunların çözümü ise siyasi mücadele ve samimi fikri otopsi ile mümkün olabilir.

Aklın Hapishanesi … din ve mezhep ayrılıklarına rağmen ideolojik gurupları aynı noktada buluşturan şeyler. Ötekini reddetme, hareketli, devingen olanı sabitleme.

Yazar hayal gücü ve kendine has mizahi anlatım tekniği ile ele aldığı 200’e yakın deneme yazısını bu kitapta okuyucuya sunuyor. Anlatım yazılarının kısa olması okumamı kolaylaştırdı. Deneme yazısı olması nedeniyle birbirine bağlı bir kurgu olmasa da kişisel gelişim ve dünyaya farklı bir pencereden bakmak adına benim için güzel bir kitaptı. 

İyi okumalar...

YORUMCU Gazeteci-Yazar Ercan Kılıçlı