The Most/Recent Articles

ayşe kayıkçı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ayşe kayıkçı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Haymatlos Dünya Bizim Vatanımız Kemal Yalçın

Haymatlos; "Herhangi bir nedenle uyrukluğunu yitirmiş, hiçbir devletin yurttaşı olmayan, yurtsuz kimse" yani vatansız, vatanı olmayan anlamına geliyormuş.
Peki kim bu "Haymatlos" lar? Bunlar; düşünce özgürlüğünün, bilimsel özerkliğin ortadan kaldırıldığı; toplumun ayrıştırıldığı, ırkçılığın körüklendiği, muhaliflerin ve aydınların can güvenliğinin kalmadığı Nazi Almanya'sından kaçan insanlardır. Aralarında  çok değerli bilim insanları ve sanatçıların yanısıra gazeteciler, tüccarlar, esnaf ve zanaatkarlar, mimarlar, mühendisler, doktorlar, hemşireler, avukatlar  bulunmaktadır.Dünya'da bir çok devlet, çoğunluğu Yahudi olan, bu insanları kabul etmezken, genç Türkiye Cumhuriyeti bu insanlara kucak açmış, onların hayatta kalmasını sağlamıştır. Onlar da kuruluş sancıları çeken bu ülkenin bilim, sanat ve kültürel gelişimine katkıda bulunmuşlardır. Tam da Cumhuriyet'in 10. yıl kutlamaları öncesi Türkiye'ye gelmeye başlayan bu insanlar; İstanbul ve Ankara'da üniversitelerin kuruluşunda; tiyatro, opera, bale ve müzik okullarının kuruluşu ve kurumsallaşmasında; şehir planlamasında, maliye ve daha birçok alanda görev alarak önemli hizmetler yapmışlardır. Kitapta bu değerli bilim insanları ve sanatçıların yanısıra bir aile de oldukça detaylı anlatılmış. Türkiye 'ye sığınan bu ailenin hayatta olan bireylerinden Cornelius Bischoff ile görüşerek, bu ailenin yaşadıkları üzerinden , belge ve fotoğraflarla, o günleri anlatmış yazar. Türkiye'nin 1944 yılında Almanya ile diplomatik ilişkileri kesmesinin ardından, Türk hükümeti Alman vatandaşlarının bir hafta içinde Türkiye'yi terk etmesini ister. Bunun üzerine mültecilerin bir kısmı Türkiye'yi terk ederken, bir kısmı Almanya'ya gitmeyi reddeder ve Alman vatandaşlığını kaybederek vatansız duruma düşerler. Bu insanlara Almanca "Heimatlos" denilir. Bu sözcük Türkçe 'ye Haymatlos olarak geçer. Haymatlos durumuna düşenlerden biri de Bischoff ailesidir. Ailenin büyük çocuğu olan Cornelius Bischoff, 10 yıl Türkiye'de yaşamış, Türkçe 'yi anadili gibi öğrenmiş, Türk kültürünü benimsemiş, Türkiye'yi vatanı gibi gören bir isim. Aynı zamanda ressam Orhan Peker'in lise yıllarından  itibaren en iyi dostu ve destekçisi, Yaşar Kemal ve Zülfü Livaneli 'nin yakın dostu, Yaşar Kemal'in eserlerini Almanca'ya çeviren kişidir. Yaşar Kemal'in kitaplarını çevirirken Anadolu'ya tekrar gelecek, Çukurova'yı olayların geçtiği yerleri adım adım gezecek, böylece Yaşar Kemal'in romanlarını Almanca olarak yeniden yazacaktır. Zaman zaman tekrarlar olsa da, oldukça etkileyici ve bilgilendirici bir kitap olmuş. Döneme ilgi duyanlara tavsiye ederim. 
Haymatlos Dünya Bizim Vatanımız 
Kemal Yalçın
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 
631 Sayfa
PUAN
★★★★★
Yorumlayan Ayşe Kayıkçı

Kum Saati Suikast Öncesi Son Günler Ümran Avcı

Hani bir söz vardır; "Ateş düştüğü yeri yakar " diye. İşte, gazeteci yazar Ümran Avcı, Kum Saati adlı kitabında; birbiri ardına kurşunlanan, bombalanan ve sevdiklerinden koparılan; kimi gazeteci, kimi hukukçu, kimi akademisyen aydınlarımızın, öldürülmeden önceki son günlerini, ateşin düştüğü yerden, yakınlarının anlattıklarından yola çıkarak yazmış. 
Kum Saati Suikast Öncesi Son Günler Ümran Avcı
Abdi İpekçi, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Onat Kutlar, Ahmet Taner Kışlalı ve Necip Hablemitoğlu'nun son günlerine, hatta son saniyelerine tanık oluyoruz. Son günlerini nasıl geçirdiler, daha yapmak istedikleri neler vardı, en büyük özlemleri ve umutları neydi, sevdiklerine söyledikleri son sözler, yiyemedikleri son yemekleri, yakınlarının yaşadıkları büyük acı, bu acının hiç dinmemesi...İnsanın içini acıtıyor anlatılanlar. Yakınlarından saklasalar da hepsi tehdit ediliyordu aslında. Tehditler telefonla veya mektuplarla da kalmıyor üstelik; örneğin Abdi İpekçi'nin otomobilinin önüne fırlayan biri yere ateş ediyor, Turan Dursun öldürülmeden bir hafta önce kaçırılıyor, Bahriye Üçok MİT'de bombalı paket konusunda bilgilendiriliyor;Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Necip Hablemitoğlu alenen takip ediliyor. Ölüm göz göre göre geliyor yani. Kimi hasta eşini bıraktı geride kimi 28 günlük bebeğini, sevdiklerini, umutlarını; ortak özellikleri eğitimli, bilgili, ülkesini ve insanlarını seven, ilkeli, açık sözlü ve cesur insanlar olmalarıydı. Ülkemiz adına ne büyük kayıp. Oysa, öldürüldüklerinde dönemin yöneticilerinden hep aynı sözleri duyduk; saldırıyı kınadılar, hem de şiddetle, başsağlığı dilediler, faillerin en kısa sürede yakalanıp adalete teslim edileceğini söylediler. Şimdikiler de benzer olaylar sonunda aynısını söylüyor, ama nedense failler bir türlü yakalanamıyor. Sonuç olarak, güzel bir kitap çıkmış ortaya tavsiye ederim. 
Kitaptan : 
Abdi İpekçi kızına yazdığı mektupta şöyle diyor : "Benim inançlarımın temelinde 'özgürlük' var. Özgürlüğe yalnız insanın en kutsal, en doğal bir hakkı olduğu için inanmıyorum; özgürlüğün aynı zamanda gerçeklerin araştırılıp bulunmasında vazgeçilmez bir araç olduğunu düşünüyorum....
İnsanların özgür olmalarını, düşüncelerini, inançlarını hiç bir baskı ile karşılaşmadan özgürce açıklayabilmelerini istiyorum."(S.47 )
KUM SAATİ
Suikast Öncesi Son Günler 
Ümran Avcı 
Bilgi Yayınevi 
284 Sayfa
Puan
★★★★
Yorumlayan Ayşe KAYIKÇI

Saramago'nun En çok Eleştirilen Kitabı: Kabil

Katolik Kilisesi'nin afaroz ettiği, Portekiz hükümetinin kitaplarını yasakladığı; otoriteye daha doğrusu, faşist otoriteye baş kaldıran, sıra dışı üslubu ile ciddi bir hayran ve düşman kitlesine sahip Saramago'nun, en çok eleştirilen kitaplarından biridir Kabil.
José Saramago Kabil
Öncelikle kitabı okumak isteyenlere "Eski Ahit" hakkında ( Eğer bir fikriniz yoksa ) bir ön araştırma yapmalarını önermek zorundayım. Başta Portekiz olmak üzere pek çok ülkede tartışmalara neden olan eserin, konusu kadar, alaycı anlatım tarzı ve dine karşı takındığı tavrın da bunda etkisi var sanırım.  Konusuna gelirsek; Adem ve Havva 'nın cennetten kovulmasını, oğulları Habil ve Kabil hikâyesini bilmeyen yoktur. Kabil kardeşi Habil'i öldürünce Tanrı tarafından, zaman ve mekân sınırlaması olmadan yeryüzünde dolaşmak üzere lanetlenir. Bu lanetli yolculukta Sodom ve Babil gibi kadim yerleşimlere gider, eski Ahit de adı geçen Lût, Nuh, İbrahim gibi şahsiyetlere rastlar, olayların içinde yeralır. Hatta olaylara müdahale eder, örneğin, İbrahim tam oğlunu kurban edecekken, çocuğu kurtarır; çünkü melek geç kalmıştır. Bütün bu yaşadığı olaylar ve insanların günahları, hataları hakkında Efendi'yi (Tanrı dan bu şekilde bahsediyor ) suçlar, onu eleştirir.  
Aslında yazar, kutsal kitaplarda anlatılan, sürekli yakıp yıkan, ortalığı kasıp kavuran bir Tanrı inancına sahip olmayı reddediyor. Eleştirip alaya aldığı da insanları düşünmekten, sorgulamaktan aciz bırakan ve pek çok çelişki içeren inanç sistemi. Edebi bir eser olarak değerlendirebilecek okurlara tavsiye ederim. 
Son olarak, daha önce Saramago okumayanları, yazarın tarzı konusunda  uyaralım; noktalama işareti olarak sadece nokta ve virgül kullanılmış, özel isimler küçük harfle yazılabilir.Konuşma çizgisi yok, cümlelerin hangi kişilere ait olduğunu büyük harfle başlamasından anlıyoruz, bu durum dikkatli okumayı gerektiriyor. 
KİTAPTAN
Nuh 'un gemisinin yapımında çalışan iki melek ile Kabil arasındaki dialog :
"..iki meleğe, kabil, bu insanlığın soyu kazındığında, onun ardından gelecek olanın aynı hatalara tekrar düşmeyeceğine, aynı kötülük eğilimlerine, aynı yoldan çıkmalara ve aynı suçlara bir daha sapmayacağına gerçekten inanıp inanmadıklarını sordu ve onlar cevap verdi, Bizler yalnız meleğiz, sizin insan doğası dediğiniz bu çözümsüz bulmacayı pek bilmiyoruz, ama açıkyüreklilikle cevap verirsek, ilk deneyim gözlerimizin önündeki bu sefaletin sergilenmesiyle sonuçlanmışken, ikinci deneyimin nasıl olup da hoşnut edebileceğini bilemiyoruz, kısacası, bizim samimi melek fikrimize göre ve derlenen kanıtlar dikkate alındığında, insan varlıklar yaşamı hak etmiyorlar...
...Bildiğim kadarıyla, biz burada yaşamı hak edip etmediğimizi kendimize hiç sormadık, dedi kabil, Eğer bunu kendinize sormayı düşünseydiniz, yeryüzünden silinmekte olmazdınız..." ( Sayfa 134, 135)
KABİL 
José Saramago
Kırmızıkedi Yayınları
146 Sayfa
Puan
★★★★
Yorumlayan Ayşe KAYIKÇI

Bir Elin Sesi Var Anyhony Burgess

Anthony Burgess'in 1961'de yayımladığı "Bir Elin Sesi Var "; 2.Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş döneminde yaşanan hızlı değişim  ve modern insanın tüketim kültürüne sert bir eleştiri olarak kabul ediliyor. 
Bir Elin Sesi Var Anyhony Burgess
Kitap adını Malaya dilinde bir atasözünden alıyormuş, anlamı "Karşılıksız Aşk "  Bu karşılıksız aşk tüketim kisvesi altında karşımıza çıkar. Oyunu kuralına göre oynayıp, parayla sahip olabileceğimiz her şeyi satın alsanız da, bir karşılık elde edemezsiniz. (Arka kapak ) Romanda iki ana karakter karşımıza çıkıyor; Janet ve kocası Howard, birbirine zıt iki karakter. Anlatıcı Janet; tv bağımlısı, cahil, sığ bir insan. Sık sık aldığı eğitimin, öğretmenlerinin yetersizliğinden bahseder; yani okuyucu hikâyeyi cahil bir insanın basit sözcükleriyle takip eder. (Kitabın 800 sözcükle yazıldığı söyleniyor ) Howard ise fotoğrafrafik hafızaya sahip, ( Gördüğü bir kitap sayfasını, herhangi bir yazıyı veya fotoğrafı hafızasına kaydeder, hiç birini unutmaz, gerektiğinde o bilgiyi kullanır.), Janet 'in tersine kendince entellektüel ve sanatsal değerleri olan nitelikli bir insan. Çiftin çocukları yok, istemiyorlar da; Soğuk Savaş döneminin gerginliği, yeni bir savaş çıkacak, bombalar atılacak tedirginliğini hissediyoruz..
Howard bir tv yarışmasında ( yarışmanın içeriğini söylemeyeyim ) yüklü miktarda para kazanır, kazandığı parayı çeşitli yollarla ( yasal yollar yanlış anlaşılmasın ) hayli arttırır. Artık zengin bir çift olan kahramanlarımız Londra ve Amerika yolculuğuna çıkar ve bir süre seyahat ederler. Howard 'ın amacı elindeki parayla dünyanın değişip değişmeyeceğini anlamaktır. Seyahat sona erip evlerine döndüklerinde Howard bunu şöyle ifade eder : " ...Aslında yapmak istediğim, parayla pek de bir şey yapılamadığını, hayatı hoş geçirmenin filan da saçma olduğunu ikimize de kanıtlamaktı. Çok kısa bir süre içinde harcayabileceğimiz kadar para harcadık, karşılığında ne elde ettik? Hiç bir şey aslında. Kötü yiyecekler, karşında alay eden, ne kadar fazla bahşiş verirsen o kadar küçümseyen garsonlar... nereye gidersen git, dünya aynı dünya... (Sayfa 148 ) Amaçsız, değerlerini yitirmiş, tüketime endeksli insanlar, toplumlar... Ne kadar da tanıdık değil mi?  Çarpıcı bir kitap, kısa sürede okuyacak pişman olmayacaksınız , tavsiye edilir. 
BİR ELİN SESİ VAR 
Anthony Burgess 
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
193 Sayfa
Puan
★★★★
Yorumlayan Ayşe KAYIKÇI

Papazın Kızı Kitap Yorumu George Orwell

Yirminci yüzyılın en önemli edebiyatçılarından olan ve genç yaşta hayatını kaybeden George Orwell 'ın ilk eserlerinden biridir Papazın Kızı. 
Papazın Kızı George Orwell
Yayımlandığı dönemde pek ilgi görmediği, yazarın da bu romanını pek beğenmediği söyleniyor, bir Orwell hayranı olarak beğendiğimi söylemeliyim. Romanın ana karakteri, taşradaki bir kilise papazının kızı olan Dorothy Hare. Dorothy hem evin hem de kilisenin bütün işlerini üstlenmiş, inançlı, yirmili yaşlarının sonunda bir kızdır.
Roman beş bölümden oluşuyor; birinci bölümde Dorothy 'nin evde ve kilisede yaptığı işleri, yaşadığı küçük kasabayı, kasabadaki belli başlı insanları tanırız. İnançlı bir insan olan kahramanımız dualarını aksatmaz, kiliseye gelenlerin sayısını arttırmaya, eksikler için bağış toplamaya çalışır. Sık sık inancını kendine hatırlatmak,  inancına aykırı olduğunu düşündüğü bir davranışı sonrasında veya aklından geçen düşünceler nedeniyle kendini çimdikler hatta iğne batırır.  
İkinci bölümde Dorothy aniden hafızasını kaybetmiş olarak karşımıza çıkar. Kimliği ve nereden geldiği hakkında hiçbir şey hatırlamamaktadır.Bu bölüm yazarın daha önce okumuş olduğum "Paris ve Londra'da Beş Parasız " kitabını hatırlattı. Çalışılan ağır işler, düşük ücretler, açlık ve yoksulluk...
Üçüncü bölümde Dorothy 'i sokakta yaşayan evsizlerle görüyoruz. Bu bölüm tiyatro oyunu şeklinde kaleme alınmış, sokakta yaşayan insanların yaşam mücadelesi anlatılıyor. 
Dördüncü bölümde ise Dorothy bir akrabası tarafından bulunur ve sokaklardan kurtulur. Ardından da bir özel okulda öğretmenlik yapmaya başlar. İngiliz eğitim sistemine ciddi bir eleştiri söz konusu. Aslında bu kısımları okurken bizim eğitim sistemimizdeki aksaklıkları gördüm. Tabi Orwell 'ın bu kitabı 1930 lu yıllarda yazdığını unutmamak lazım. 
Son bölümde Dorothy inancını kaybetmiş olarak kasabaya döner, eski işlerini yeniden üstlenir. Ancak artık o bir yıl önceki insan değildir artık. Arka kapakta şöyle deniliyor :"...İnancın ve inançsızlığın, ahlâkın ve düşkünlüğün, paranın ve yoksulluğun sorgulandığı eşsiz bir roman. "
Kitaptan : "...inançlar değişir, fikirler değişir ama ruhun derinliklerindeki bir parça hiç değişmez. Tanrı inancı yok olabilir ama inanca duyulan ihtiyaç sabit kalır. " ( Sayfa 321 )
PAPAZIN KIZI 
George Orwell
Can Yayınları 
326 Sayfa
Puan
★★★★
Yorumlayan Ayşe KAYIKÇI

Arkadaşıma Veda Zülfü Livaneli

Usta yazar Livaneli Atatürk'ün yaveri ve çocukluk arkadaşı Salih Bozok 'un dilinden Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatını anlatıyor. 
Arkadaşıma Veda Zülfü Livaneli
"Bu arkadaşımın hikâyesi...
Bu, ona hayatı boyunca sonsuz bir hayranlık duyan yardımcısı ben Salih Bozok 'un kaleminden çağının dahi lideri Atatürk'ün hikâyesi...
Bu, onu altı yaşındayken 
tanıdığım ilk günden, öldüğü o acı güne kadar süren eşsiz dostluğun hikâyesi..."
Bu sözlerle başlıyor kitap..
Usta yazar Livaneli Atatürk'ün yaveri ve çocukluk arkadaşı Salih Bozok 'un dilinden Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatını anlatıyor. Selanik'te başlayan arkadaşlıklarından Atatürk'ün ölümüne kadar geçen sürede, zaman zaman ayrı düşselerde, meydana gelen gelişmeleri okuyoruz.  Sade, samimi bir dille, olayların detaylarına girmeden anlatılıyor gelişmeler. Salih Bozok'un, arkadaşı Mustafa Kemal 'e duyduğu hayranlığı ve sevgiyi hissediyor, iki dostun yaşadıkları olağanüstü döneme tanıklık ediyoruz. 
Özellikle 4. 5. ve 6. Sınıflar seviyesinde okutulabilir. Çocuğunuzla birlikte okuyabileceğiniz güzel bir kitap, tavsiye ederim. 
ARKADAŞIMA VEDA 
Zülfü Livaneli
Doğan Egmont
187 Sayfa
Puan
★★★★
Yorumlayan Ayşe KAYIKÇI

Knulp Hermann Hesse Kitap Yorumu

Hermann Hesse Knulp'da ömrü yollarda geçen bir özgür ruhu anlatmış. Kitap İlkbahar Başı, Knulp'a ilişkin Anılarım ve Son isimli üç öyküden oluşuyor.
Knulp Hermann Hesse Kitap
Bu üç öykünün  sonunda da, Hesse'nin ölümünden sonra bulunan Knulp ile ilgili fragmanlar yer alıyor. Bu son bölüm de; Göçebeler Üzerine ve Knulp'un Sonu olarak iki kısımdan oluşuyor. 
İlk öyküde (İlkbahar Başı ) Knulp'u, göçebe bir yaşam süren ve gittiği her yerde dostları tarafından güleryüzle karşılanan; görgülü, kibar, temiz ve çekici biri olarak tanıyoruz. Bu bölümün şu satırları Knulp'u çok güzel anlatıyor : "...Hemen hiç sabıkası yoktu Knulp'un, ne bir hırsızlık ne de dilencilik bir şeyle suçlanmıştı şimdiye kadar. Dört bir yanda hatırı sayılır dostları vardı; bu yüzden de kimse ilişmiyordu kendisine. Bu haliyle tıpkı, bir ev halkı arasında yaşamasına izin verilen, herkes onun evdeki varlığına hoşgörüyle davranıp göz yumarken, kendisi ev halkının yaşam yükü altında ezilmiş çalışkan bireyleri arasında aylak aylak dolaşıp tasa ve kaygıdan uzak, beyler gibi lüks bir hayat süren sevimli bir kediye benziyordu"
İkinci öyküde Knulp'un arkadaşıyla yaptığı yolculuk anlatılır. Bu öyküde Knulp'un hayata bakışını daha net anlarız. Üçüncü öykü adından da anlaşılacağı üzere Knulp'un sonunu anlatır. Hastalığı ağırlaşmış olan Knulp doğduğu topraklara döner, tanıdıklarına rastlar, geçmişi ile yuzleşir; onu göçebe ve özgür yaşama sürükleyen giz de bu bölümde ortaya çıkar. Üçüncü öykünün sonunda Knulp'un Tanrı ile söyleştiği bölümler gerçekten muhteşem: "Bak "dedi Tanrı, "senden olduğundan değişik bir insan olarak yararlanamazdım. Benim adıma göçebe bir yaşam sürdün, yerleşik insanlara biraz özgürlük özlemi taşıyıp götürme misyonu üstlendin. Benim adıma sersemce işlere kalkıştın, başkalarının seninle alay etmelerine ses çıkarmadın; senin şahsında benimle alay edip bana sevgi gösterdiler. Nihayet sen benim çocuğumsun, benim kardeşimsin, benden bir parçasın; hiçbir acı yoktur ki, senin şahsında ben de yaşamış olmayayım"
Hermann Hesse 'ye göre Knulp gibi figürlerin "Kimseye yararı dokunmasa da, yararı dokunan kimilerine oranla çok daha az zararı dokunur. Knulp gibi yetenekli ve hayat dolu insanlar, yaşadıkları çevrede kendilerine yer bulamıyorlarsa, bunda onlar kadar çevreleri de suçludur. "(Arka kapak ) 
KNULP
Hermann Hesse 
Yapı Kredi Yayınları
104 Sayfa
Puan
★★
Yorumlayan Ayşe Kayıkçı

Hermann Hesse Rosshalde Kitap Yorumu

Nobel Edebiyat ödülü sahibi, yirminci yüzyılın en etkili yazarlarından olan Hermann Hesse 'nin, kendi yaşamından da izler taşıyan kitabı..
Hermann Hesse Rosshalde
Yazarın, adını duyduğum tek kitabı "Bozkır Kurdu "idi, ancak onunla başlamak istemedim. Tamamen rastgele bir seçim oldu. İyiki de öyle olmuş çok güzel bir kitap okudum. Hesse bu romanı 1914 yılında yazmış. Araştırınca "Evlilik romanı " olarak anıldığını gördüm. Kitap mutsuz bir evliliği konu ediniyor. Ressam bir baba, piyanist bir anne ve onları bir arada tutan küçük oğulları. Yazarın kendi yaşamından izler taşıyan otobiyografik, psikolojik bir roman. Romandaki ana karakter Veraguth gibi yazarın da ressam olması (Kitabın kapak resmi yazara ait ) , Hindistan yolculuğu ve mutsuz evlilik ortak yönler...
Hesse romanın yayımlanması üzerine babasına yazdığı mektupta şöyle demiş :"Kitaba konu olan mutsuz evliliğin tek nedeni yanlış seçim değil; sorun çok daha derinlerde, bir sanatçının ya da düşünürün evliliğe yatkın olup olmadığında. Bunun cevabını bilmiyorum, ama benim durumum kitaba alabildiğine yansıdı; burada sona eren bir şey var, umarım gerçek hayatta onunla başka türlü başa çıkabilirim." (Arka kapak ) 
Kitabı severek okudum. Aile üyelerinin her birinin psikolojisi (Özellikle baba ve oğulun ) muhteşem yansıtılmış; ressam babanın yalnızlığı, çocuğuna olan sevgisi, eşlerin birbirine nasıl yabancılaştığı. Kitap adını ailenin yaşadığı malikaneden alıyor. Psikolojik roman sevenlere tavsiye ederim. 
ROSSHALDE
Hermann Hesse 
Yapı Kredi Yayınları
167 Sayfa
Puan
★★
Yorumlayan Ayşe Kayıkçı 

Tespih Ağacının Gölgesinde Harper Lee

1926'da Alabama'da doğan Harper Lee, Tespih Ağacının Gölgesinde isimli kitabını "Bülbülü Öldürmek " ten önce 1950' lerde yazar. 
Tespih Ağacının Gölgesinde Harper Lee
Ancak kitap yayınevi editörü tarafından beğenilmez. Lee, editörün tavsiyesi ile romandaki karakterler ile başka bir hikaye kurgular, böylece Bülbülü Öldürmek yazılır ve yayımlanır.  Büyük beğeni toplayan Bülbülü Öldürmek; Amerika'nın güneyi Alabama'da, Maycomb adındaki bir kasabada yaşanan ve bir zenci gencin haksız yere suçlanmasıyla gelişen olayları küçük bir kız çocuğunun gözünden, büyüme süreciyle birlikte anlatılır. 2014 yılında Harper Lee'nin tüm işlerini ve avukatlığını yürüten kız kardeşi ölünce, işleri genç bir avukat üstlenir. Bu yeni avukat yazarın kişisel eşyalarını sakladığı banka kasasını açtığında bir roman müsvettesi ile karşılaşır. Önce bunu Bülbülü Öldürmek zannetse de, karşılaştırdığında tamamen farklı ikinci bir kitap olduğunu görür. Bu gelişme büyük  bir heyecan uyandırır, Lee'nin de onayı alındıktan sonra roman yayımlanır. Gelelim Tespih Ağacının Gölgesinde 'ye; Bülbülü Öldürmek 'te küçük bir kız çocuğu olanJean-Louise Finch, namı diğer Scout yaşamakta olduğu New York 'dan çocukluğunun geçtiği Maycomb kasabasına geri döner. Artık 26 yaşında genç bir kadındır. Bu dönüşle beraber Bülbülü Öldürmek karakterleri de yavaş yavaş karşımıza çıkar, elbette değişmiş olarak.. Çocukluk arkadaşı Hank, muhafazakâr hala Alexandra, emekli doktor amca Jack ve baba Atticus...
Jean-Louis, kasabaya gelişiyle beraber bir taraftan çocukluğunu yeniden hatırlarken, bir taraftan da kasabadaki değişimi gözlemleyecektir. Ancak bu değişim ileriye doğru bir değişim değildir; kendini siyahların efendisi olarak gören beyazların daha da muhafazakârlaştığını fark edecektir. Onu asıl şaşırtan hatta dehşete düşüren babasının da bu insanlar arasında yer almasıdır. Çocukluğundan itibaren, babasının etkisiyle eşitlik, adalet ve doğruluk kavramlarını içselleştirmiş ve bu doğrultuda bir kişilik geliştirmiş olan Jean-Louis babasındaki bu değişim karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşar ve amcası sayesinde bu durumla yüzleşir..
Kitaptan : 
"Bana inanmayacaksınız ama ben yine de söyleyeceğim :Bugüne kadar hayatımda bir kez olsun, aile üyelerimin ağzından 'Pis zenci ' sözcüğünü duymadım. Pis zenciler bağlamında düşünmeyi hiç öğrenmedim. Siyahlarla birarada büyüdüm... Etrafım yüzlerce zenciyle sarılıydı, onlar tarlalardaki emekçilerdi, yoksuldular, hastalıklı ve pistiler, kimileri tembel ve miskindi ama yaşamım boyunca bana onlardan korkmam, içlerinden birine kabalık etmem gerektiği ya da onlardan birine kötü davranabileceğim, bunun da yanıma kâr kalabileceği fikri aşılanmadı. Onlar benim dünyama saygısızca dalmadı, ben de onlarınkine dalmadım..."    ( Sayfa 153 )
"Çirkin bir sözcük olan önyargı ile tertemiz bir sözcük olan inancın ortak bir noktası var. Her ikisi de mantığın bittiği yerde başlar. "
(Sayfa 233)
Tespih Ağacının Gölgesinde
Harper Lee
*Sel Yayınları
239 Sayfa
Puan
★★★★
Yorumlayan Ayşe KAYIKÇI

Yaşar Kemal Dağın Öte Yüzü Kitap Yorumları

Yaşar Kemal bu seride yine köy yaşamını konu ediniyor. Toroslar'ın kuzey eteklerinde bulunan Yalak köylülerinin hayat mücadelesini bulacaksınız bu kitaplarda.Yaşar Kemal'in Dağın Öte Yüzü serisi 3 kitaptan oluşuyor.
Yaşar Kemal Dağın Öte Yüzü seri,
1.Kitap : ORTADİREK Sayfa Sayısı : 352 
İlk kitapla ilgili bir tanıtım yapmıştım ama kısaca değinmek istiyorum. Köylülerin pamuk toplamak için, zorlu doğa koşullarını aşarak Çukurova'ya yaptığı yolculuk anlatılıyor.
2.Kitap :YER DEMİR GÖK BAKIR  Sayfa Sayısı : 383 
Yalak köylüleri Çukurova'dan dönmüştür. Ancak borçlarını ödeyecek parayı kazanamamıştır. Çaresizlik içinde, alacaklı Adil efendinin kasabadan gelip; ellerinde ne var ne yok her şeylerini alacağı günü beklemektedirler. Bu çaresizlik, belirsizlik sonunda kendi uydurdukları hikayelerle hayata tutunmaya çalışırlar. Ve sonunda, köyün önemli bir ismini, muhtara karşı köylüyü korumaya çalışan, haksızlıklara sessiz kalmayan Mehmet Taşbaş'ı ermiş mertebesine yükseltirler. Başlangıçta ben ermiş değilim diye köylüyü ikna etmeye çalışan Taşbaş, ermiş olduğuna kendisi de inanmaya başlar. Kitaptan alıntı :
"Tam ocaklığın altında bir Mustafa Kemal resmi asılıydı. Başında kalpak vardı. Kaşları kalkıktı. Yüzüne inceden, alay eden bir hal takınmıştı. Taşbaşoğlu ona baktıkça, içinden bir hoş aya benzer bir duygu geçiyordu. Ona göre Mustafa Kemal iyi adamdı, hem de babayiğit bir kişiydi. Azıcık da alaylı. Bu neden böyleydi? Çok çalışmıştı. Varını yoğunu bu millete vermişti. Hocalar ona karşı koymuşlar, millete gavur diye beyanat vermişlerdi. Çok şeyler yapmış, çok engeller aşmış..." ( Sayfa 139 )
"...Bir ara dalıyor, iyice dalıyor, kendini basbayağı ermiş sayıyordu. Bu kadar, bu kadar insan yalan mı söylüyordu. Niçin yalan söylesinler? Bir mecburiyetleri mi var? En küçük de olsa bir bildikleri, gördükleri olmalı bunların. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, ateş olmayan yerden duman çıkmaz..." (Sayfa 335 )
3.Kitap : ÖLMEZ OTU Sayfa Sayısı : 337
Üçlemenin son kitabında Yalak köylüleri yine Çukurova'da. Bu kez verimli bir tarla bulan köylülerin,  pamuk toplarken yaşadıkları zorlukları, ilişkilerini, kokularını, kendi uydurdukları mitlerin yine kendileri tarafından yıkılışını okuyoruz. Kimsenin konuşmadığı muhtar Sefer'in çaresizligini, yaşlı olduğu için köyde bırakılan Meryemcenin yalnızlığını, bulacaksınız.Büyük usta yine muhteşem anlatmış. "Gel " dedi gülümseyerek, "gel! Kim olursan gel! Hırsız ol, gavur ol, kanlı katil, kim olursan ol, yeter ki gel! Allahım, karagözlüm, sürmelim, sen kimseyi, kul olanı insansızlıkla terbiye etme" ( Sayfa 297 )
"Yarabbi, yarabbi, sürmelim. İnsanoğlunu insansızlıkla terbiye etme. Hiç tadı kalmıyor dünyanın, hiç tadı. " ( Sayfa 298 )
Dağın Öte Yüzü
ORTADİREK, YER DEMİR GÖK BAKIR, ÖLMEZ OTU
Yaşar Kemal
Yapı Kredi Yayınları
Puan
★★★★
Yorumlayan Ayşe KAYIKÇI

Ortadirek Dağın Öte Yüzü 1 Yaşar Kemal

Üçlemenin ilk kitabı. Diğerleri; Yer Demir Gök Bakır ve Ölmez Otu. Serinin bu ilk kitabında; Toroslar'ın kuzey eteklerinde bulunan bir köyden yaz sonunda, pamuk toplamak için Çukurova'ya gitmeye çalışan yoksul insanların hayat mücadelesi konu ediliyor.
Ortadirek Dağın Öte Yüzü 1 Yaşar Kemal
Çok çeşitli zorluklarla mücadele eden bu insanların yaşadığı yoksulluğu, acıyı , sömürüyü içinizde hissedeceksiniz.
Zorlu doğa koşullarını aşarak Çukurova'ya inmek zorunda olan bu insanları çileli bir yolculuk beklemektedir. (Çocuklar, yaşlılar, kadınlar tüm köy halkı yollara düşer çünkü) Motorlu aracın zaten olmadığı, binek hayvanlarının da çok az kişide bulunduğu bu yolculukta ihtiyaç duyulan her şey insanlar tarafından taşınmakta, bu da yolculuğu daha çileli bir hale getirmektedir. Yolculuk çilesi kitabın ana karakteri Uzunca Ali ve ailesi üzerinden muhteşem anlatılıyor. Zaten kitabın büyük bir kısmında aile ve çektiği zorluklar dikkate değer. Uzunca Ali ile ilgili bölümlerde hep Tarık Akan canlandı gözümde.
Film yapılmış olsaydı bu rolü en iyi o oynardı sanırım.Köylünün mücadelesi sadece göç yolu değil elbette; ağalardan rüşvet alarak köylüyü verimsiz tarlalara süren, köylüyü sömüren menfaatçi muhtar Sefer efendi de başka bir beladır. Köylüler muhtara karşı çıkmaya çalıştıklarında, bazen korkutarak, bazen vaatlerle köylüyü bir şekilde kandırmakta üstüne yoktur muhtarın. Örneğin sayfa 299' da şöyle ikna eder bir köylüyü : "Kitabımızda der ki, Allaha karşı gelmeyecek, ona şirk koşmayacaksın. Allah kim? Tövbe tövbe! Emirlerinden çıkılmaz bir büyüğümüz. Onun yeryüzündeki vekili kim? Hükümetimiz, Demirgıratımız. Hükümetin, Demirgıratın kasabadaki vekilleri kim? Kaymakamla Göde Tevfik efendimiz. Kaymakamla Tevfik efendinin köydeki vekili kim? Muhtarımız. Muhtar kim? Ben. Öyleyse bana karşı koymak ne demektir? Söyle ne demektir?...
Köylünün başka bir derdi tüccar Adil efendidir. Yoksul köylünün veresiye alış veriş yaparak borçlandığı ve ölesiye korktuğu Adil efendi... Yaşar Kemal'in bu romanı için " Tolstoy'un çapına ve Dickens'ın canlılığına sahiptir. " demiş Manchester Guardian.
Ortadirek Dağın Öte Yüzü 1
Yaşar Kemal 
Yapı Kredi Yayınları
352 Sayfa
Puan
★★★★★
Yorumlayan Ayşe KAYIKÇI

Görmek Kitap Yorumu José Saramago

Nobel Edebiyat ödülü sahibi Portekizli yazar José Saramago'nun, Körlük'den sonra  devam niteliğinde yazdığı kitap.
José Saramago görmek
Demokrasinin kırılganlığı ve hükümetlerce saptırılması üzerine müthiş bir taşlama olarak kabul edilen kitap; politik kişiliği ile tanınmış  yazarın, muhteşem üslubu ile unutulmaz bir yapıta dönüşüyor.Adı bilinmeyen bir ülkenin, adı bilinmeyen başkentinde seçimler yapılacaktır. Ancak seçimlerin yapılacağı gün bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlar. Az sayıda seçmen dışında insanlar oy vermeye gidemez. Yağmur sona erince; saat dörtte, tüm seçmenler, emir almışcasına, bulundukları yerlerden çıkarak seçim büroları önünde uzun kuyruklar oluşturur ve oylarını kullanırlar.Seçim sona erip, sayım bitince, kullanılan oyların yüzde yetmişten fazlasının boş olduğu görülür. Ancak sonuçlar sadece adı bilinmeyen başkentte böyledir.Taşrada seçim sonuçları her zamankinden farklı değildir.
8 gün içinde seçimlerin yenilenmesine karar verilir. Oy vermek için kuyruklar oluşturan seçmenlerin arasında, siyasal eğilimlerini açık etmeye çalışanları tespit etmek için gizli polisler ve daha çok da gönüllü muhbirler sızar. Yazar bu ikinci gruba "İspiyonculuğa gönül vermiş, hizmet aşkıyla otoritelere başvuran vatanseverler..." diyor. Ancak gizli polisler ve muhbirler hiç bir sonuca ulaşamaz.Tekrarlanan seçimin sonuçları açıklandığında, durumun ilkinden de vahim olduğu görülür. Çünkü boş oyların oranı yüzde seksen üçe yükselmiştir. Seçime katılan üç parti; sağ parti  (sap ) , merkez parti  (mep ) , sol parti  (sop ) büyük bir şaşkınlık yaşar; çünkü oyları daha da düşmüştür. Bu arada kısa bir açıklama yapalım, bu boş oylar, geçersiz oylarla karıştırılmasın. Beyaz oy da denilen boş oy; seçmenin pusula üstünde hiç bir işaretleme yapmadığı, tertemiz oy pusulasıdır.
Üçüncü bir oylamayı göze alamayan hükümet, bir taraftan olağanüstü hal ilan ederken, bir taraftan da beyaz oy kullananları tespit etmeye çalışır, ama bu mümkün olmaz. Bu kez sıkıyönetim ilan edilir, başkente giriş ve çıkış yasaklanır. Beyaz oy kullanma "Beyaz veba " ya benzetilir ve bunun demokratik sistemin istikrarına yapılan bir saldırı olduğu kabul edilir.Başkent halkının boş oy kullanmasını, bozgunculuk ve demokratik sisteme saldırı olarak gören hükümet halkı cezalandırmak için başkenti başka bir yere taşımaya karar verir. Devletin bütün güvenlik birimlerinin kentten çekilmesiyle, kentte karmaşa yaratmayı hedeflemektedirler. Ancak beklendiği gibi olmaz, şehir eskisinden daha güvenli hale gelir. Suç işlenmez, hükümetin emri ile belediye işçilerinin çalışmaması üzerine halk evlerinin önünü kendisi temizler. Bunlardan bir sonuç çıkmayınca, başbakanın emri ile metro istasyonunda bomba patlatılır. Amaç bu suçu beyaz oy kullananlara yüklemektir. Ancak yine de istenen karmaşa yakalanamaz.
Patlamada ölenlerin bir kısmı, patlama olan yere yakın bir parka topluca gömülür. Defin işlemi sırasında din adamları bulunmaz, çünkü onlar her zaman iktidarı desteklemiştir. Ölenlerin kimliklerinin tam olarak bilinmemesi, törene katılan insanların göz yaşları...ve burada yazarın o muhteşem sözü karşımıza çıkar; "İnsanın hiç tanımadığı birine ağlaması kadar saygıdeğer bir davranış olamaz. "(s.153)
Körlük salgınından etkilenmeyen ve doktorun karısı olarak adlandırılan kişinin, bu beyaz salgının sorumlusu olabileceği düşünülür ve bu durum soruşturulmaya başlanır...
Kitapta neler dikkat çekiyor;
- Notalama işareti olarak  yine nokta ve virgül kullanılmış sadece.
- Cümleler oldukça uzun, karşılıklı konuşmalar sadece büyük harflerle ayrılıyor, bu nedenle zaman zaman karıştırılabiliyor.
-Yer ve insan isimleri yok; Başbakan veya hükümet başkanı, cumhurbaşkanı veya devlet başkanı, bakan, doktor, doktorun karısı , müfettiş, komiser gibi.
- Yer ve insanların nasıl göründüğüne dair betimlemeler yok.
- Okurken, yaşanan olaylar o kadar tanıdık geliyor ki belki de okuru kitabın içine çeken bu oluyor.
"Körlük " kadar iyi olmadığını, sıkıcı olduğunu söyleyenler vardı, bir kez daha gördüm ki insanların kitaplardan beklentileri çok farklı. Elimden bırakmadım, usta bir yazardan muhteşem bir eser...  Mutlaka okunmalı..
GÖRMEK
José Saramago 
Can yayınları
352 Sayfa
Puan
★★★★★
Yorumlayan Ayşe KAYIKÇI

Oblomov Ivan Aleksandroviç Gonçarov

Rus edebiyatının en çarpıcı, en çok okunan eserlerinden biri olan Oblomov, 1857 yılında bir ay içinde yazılmış.
Oblomov Ivan Aleksandroviç GonçarovYazar, daha önce "Oblomov'un Rüyası " adıyla yazdığı öyküyü de kitaba dahil etmiş.  Bir ay gibi kısa sürede romanı tamamlaması nı şöyle açıklıyor; "Bu büyük romanın bir ay içinde yazılması belkide imkansız görünüyor. Ama unutmayın ki, bu eseri yıllarca kafamda taşıdım ve onu sadece kağıda geçirmek kalmıştı" Sabahattin Eyüboğlu ve Erol Güney tarafından Rusça, İngilizce ve Fransızca metinler karşılaştırılarak çevirisi yapılan eser; oldukça akıcı, sürükleyici, zaman zaman hüzünlü hatta eğlenceli..
Kitaba da adını veren Oblomov, yıkılmakta olan bir toplum düzeninin, Rus derebeyi sınıfının çocuğudur. Yaşayışı, gelenekleri, inançları, aile kuruluşu ve çalışma düzeni ile eski Rusya'yı temsil eder. Bütün, köklerinden kopmuş derebeyleri gibi topraklarını bir kahyaya bırakıp büyük şehire, devlet kapısına sığınan Oblomov; Rus şehirlerinde yeni başlayan hayatı benimseyemez. Kendi ekmeğini kazanan insanlar arasında ne yapacağını şaşırır; böyle bir hayat için hazırlanmamıştır çünkü. İradesi yavaş yavaş söner ve toplum dışı bir insana dönüşür.
Kitabın diğer karakteri, Oblomov'un çocukluk arkadaşı ve en iyi dostu Ştolts ise değişen Rusya'nın yeni temsilcisidir. Çocukluğundan itibaren, Alman babası tarafından, bu yeni hayata uyum sağlayacak şekilde Alman disiplini ile yetiştirilmiştir. Oblomov ölüme benzeyen uyuşukluğa gömüldükçe, Ştolts'un yıldızı her geçen gün daha da parlar. Ve Ştolts her seferinde arkadaşı ve dostu Oblomov'u içine düştüğü durumdan, çevresindeki dolandırıcılardan kurtarmaya çalışır. Gonçarov, Ştolts - Oblomov karşılığında eski ve yeni Rusya'yı, Doğu ile Batı ' yı karşı karşıya koymuştur.Kitap üzerine araştırma yapan Dobrolbuyov " Bu kitapta önemli olan Oblomov değil, Oblomovluktur.  Oblomovluk durumu aslında tembellikten de öte temel olduğunu bilerek yaşamak ve bundan kurtulmaya çalışmama eğilimidir." diyor.
Oblomov gibi tembel ve miskin bir insan üzerinden anlatılan, aslında köhnemiş bir toplumun romanıdır.
OBLOMOV
Ivan Aleksandroviç Gonçarov
İş Bankası Kültür Yayınları
619 Sayfa
Puan
★★★★★
Yorumlayan Ayşe KAYIKÇI

Oyumben Kitap Yorumu Tamer Karslıoğlu

Yıllarca askeri istihbarat biriminde görev yapmış bir askerin, zaman içerisinde uğradığı metamorfozla çaresizlik avatarına dönüşüm hikâyesini okuyacaksınız diyor önsözünde Tamer Karslıoğlu. 
Oyumben KitapFETÖ/PDY nin, Türk Silahlı Kuvvetleri 'deki çok değerli vatansever subayları tasfiye etmek için kumpaslar kurduğu hepimizin malumu. İşte bunlardan biri de İstanbul Askeri Casusluk Davası. Sicili, takdir ve ödüllerle dolu, hiç bir disiplin cezası almamış, soruşturma dahi geçirmemiş; üstelik TSK 'nın en önemli birimlerinden GES (Genel Kurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı ) de başarıyla görevini yapmakta olan vatansever bir subay; hiç bir delil olmadan saçma sapan suçlamalarla TSK 'dan atılışı ve yargı sürecinde yaşanan akıl almaz uygulamalar... Yazar, yaşadıklarını kaleme alırken, bölüm başlıklarını kelebeğin metamorfoz safhaları ile isimlendirmiş : 
1 - Yumurta 
2- Larva 
3- Pupa 
4- Adulta 
Yaşananları basının ele aldığı kadarıyla biliyordum, bir şey bilmiyordum yani. Tamer beyin yaşadıklarını, ülkemin içine düştüğü durumu büyük bir hüzünle okudum. Okuduğum bölümlerde altını çizdiğim, tekrar tekrar okuduğum çok yer oldu. Kitaptan : "İddia ediyorum ki tüm ordulardaki askerlerin rütbeleri postal altında olsa, dünyada savaş olmaz. Barış bu kadar basit aslında! Çünkü rütbe görünmeyen bir yerde olsa, ya karmaşa çıkacaktır ya da gücünü rütbesinden almayan gerçek liderler ortaya çıkacaktır. " (s.22) " 
Düşünüyordum... Yaşanan tüm bu kötülüklerin sebebi ne? O kadar çok düşünmeye vaktim olmuştu ki kendime göre bir sonuca ulaşmayı başarmıştım. İnsanın iki temel ihtiyacı, aynı zamanda insanlığın lanetiydi. İnanç ve aidiyet. İnanç ve aidiyet kötüdür demiyorum. Ancak sosyal kötülüklerin hangisini kazırsanız kazıyın altından insanların bir yere ait olma ve inanma ihtiyacı çıkıyordu..( s.206 ) "FETÖ amacına ulaşmıştı. Belki deşifre olmuştu, fakat Silahlı Kuvvetlerde hedef seçtiği kişileri tasfiye etmeyi de başarmıştı. Uluslararası güçlerin maşası olarak kullanıldığını belki FETÖ örgütünün kendisi de bilmiyordur. Bu güçler FETÖ yü kullanıp atmışlar fakat sonuç itibariyle amaçlarına ulaşmışlardı. Fakat biz adliye binasında sevinç içindeydik. " ( s.214 ) "Belki mürekkebimi tüketemedim, fakat yazılabilen her acı, yazıldıktan hemen sonra onu bir başkasının okuyacağı düşüncesiyle daha katlanılabilir hale gelmez mi? İnanın bana geliyor. Çünkü belki yazdıklarımı okuyan birileri olacak. okuyup da anlayan, anlatan birileri olacak. Ve ben asla SUSmayacağım "(s.218 ) 
 OYUMBEN
Tamer Karslıoğlu
Dualite Yayınevi 
218 Sayfa
Puan
★★★★★
Yorumlayan Ayşe KAYIKÇI 

Abim CHE Kitap Yorumu Juan Martin Guevara

Ernesto Che Guevara ' nın küçük kardeşi Juan Martin Guevara, ailenin Che'ye dair sessizliğini bozuyor bu kitapta.
Kendisi de askeri dikta döneminde, siyasi fikirleri nedeniyle, uzun yıllar hapis yatmış olan kardeş Guevara "Abim Ernesto Guevara' nın öldürüldüğü yere gitmek için kırk yedi yıl bekledim. " diyerek başlıyor kitaba...
Bu gecikmenin nedenini ise şöyle açıklıyor "İlk yıllarda psikolojik olarak hazır değildim. Ülkemde yönetimi ele geçiren faşist ve baskıcı askeri cunta zamanında aşağı yukarı 9 yıl hapis yattım. Dikkat çekmemeyi öğrendim, ülkemin içinde bulunduğu siyasi iklimde Che Guevara ile bağlantılı olmak uzun zaman tehlike arz etmişti"
Bolivya'da Che'nin yakalandığı ve öldürüldüğü yere geldiğinde, bir taraftan çok duygusal anlar yaşarken, bir taraftan da gördükleri karşısında şaşırıp sinirleniyor. Çünkü Che' nin yakalandığı yere, öldürüldüğü okulun bulunduğu köye turlar düzenlenmesi, hediyelik eşyalar satılması, hatta bir kişinin, yakalandığı yeri göstermek için para istemesi kardeş Guevara ' yı çok sinirlendiriyor. Bu durumun Che'nin düşünceleri ile ne kadar da tezat oluşturduğunu vurguluyor. 
Che'nin hayatına dair pek çok kitap yazıldı. Bunun farkı aileden birinin gözünden bilinmeyenlerin açıklanması. Abiye hayran ve onun düşüncelerini benimsemiş bir kardeşin gözünden okuyacaksınız kitabı...
Peki neler bulacaksınız bu kitapta :
- Che'nin çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını, 
- Anne ve babasının, varlıklı, aristokrat bir aileden geldiği söylenir, bunun ne kadar doğru olduğunu, 
-Kardeş Guevara'nın gözünden Che'nin kişilik özelliklerini,babanın ve özellikle annenin buna etkisini, 
- 14 Haziran 1928 de doğan Che'nin, astım hastalığının nedenlerini, ailenin hastalıkla mücadelesini ve Cordoba'ya taşınmalarını, 
- Ailenin çocuk yetiştirme tarzının Che'nin kişilik gelişimine etkilerini, 
- Che'nin genç yaşta yaptığı yolculukları, yolculukların siyasi bilincinin gelişimine katkılarını, 
- Fidel ve Che'nin tanışmalarını, 
- Che'nin kardeşleriyle ilişkilerini, 
- Oğluna hayran annenin, büyük bir endişeyle oğlunu bekleyişi, her ölüm haberinde yaşadığı ızdırabı, 
- Akrabalarının Che hakkındaki düşüncesini, 
- Che'nin SSCB'yi elestirmesinin nedenlerini ve bu ülkenin geleceği ile ilgili öngörüsünü, 
- Che'nin neden Bolivya'ya gittiğini, 
- 10 Ekim 1967 de ölümünü gazeteden öğrenen aile bireylerinin duygularını, cesedi teşhis etmek için Bolivya'ya gidişlerini ve orada yaşadıklarını, 
- Fidel'in Guevara ailesine nasıl sahip çıktığını, koruduğunu, 
- Che'nin cesedinin yıllar sonra nerede, nasıl bulunduğunu ve sonrasını, 
- Ailenin Arjantin'den sürgün edilmesinin nedenlerini, 
- 60 lı ve 70 li yıllarda Arjantin'in yaşadığı siyasi çalkantıları, askeri cunta yönetimlerinin halk üzerinde uyguladığı akıl almaz işkenceleri, yok edilen insanları, 
- Başlarında beyaz örtülerle Mayıs meydanında evlatlarının bulunmasını talep eden kayıp annelerini,
- Bizdeki "Cumartesi Anneleri " Mayıs Kadınları örnek alınarak oluşturulmuştur.
- Günümüz Kuba'sındaki yaşam, ABD'nin ambargoyu kaldırması ve kapitalizmin Küba 'ya zarar verebileceği endişesini, 
- Che'nin çocuklarını, çocuklarına yazdığı son mektubu , 
Ve daha fazlasını...
ABİM CHE 
Juan Martin Guevara
Armelle Vingent
Can Yayınları
239 Sayfa
Puan
★★★★★
Yorumlayan Ayşe KAYIKÇI

Körlük José Saramago

Portekizli yazar José Saramago'nun 1995'te distopik tarzda yazdığı, etkileyici bir kitap.Kitap, modern insan ve onun ürünü liberal demokrasiye bir eleştiri olarak kabul ediliyor.
Körlük kitap José Saramago
Kitabında körlük olgusunu bir metafor olarak kullanan yazar; kitabın ortaya çıkışını, bir röportajında şöyle anlatıyor :
"Bu körlük fikrinin ortaya çıkışı çok basit aslında. Bir lokantada oturuyordum, ne yiyeceğime karar vermiştim ve bekliyordum. Bir anda kafamda bir soru oluştu : Ya hepimiz kör olsaydık dedim. Hemen kendi kendime cevabı buldum, zaten körüz dedim. Roman öyle doğdu. Hepimiz körüz, sağduyumuz kalmamış gibi davranıyoruz..."
Roman, arabasının içinde yeşil ışığı beklemekte olan bir adamın aniden kör olmasıyla başlıyor. Arabasında kör olan adama yardım eden ve onun arabasını çalan hırsız, kör adamı tedavi etmeye çalışan doktor, kör adamın karısı, doktorun sekreteri, doktorun hastaları kısa sürede kör olur. İlk kör olan bu grup eski bir akıl hastanesinde karantinaya alınır. Doktorun karısı kör olmaz ve eşiyle birlikte o da kapatılanlar arasında kalır. Günler geçtikçe körlük tüm ülkeye yayılır ve herkes kör olur...
Kitabın anlatım tarzı oldukça farklı; nokta ve virgül dışında noktalama işareti kullanılmamış, ancak anlatım sıkıcı değil, okuyucuyu hikayenin içine sürüklüyor. 
Bir başka önemli detay ise, kitaptaki kahramanların isimlerinin olmaması; kör adam, kör adamın karısı, hırsız, doktor, doktorun karısı, şehla çocuk, koyu renk gözlüklü genç kız, bir gözü bantlı adam, uyumayan kadın gibi.İnsanın, ne tam iyi ne de tam kötü gibi kesin kalıplar içine dahil dahil edilemeyeceğini, doktorun karısının ağzından şu şekilde vurguluyor yazar " Bir insan öldürdüm, bunu yapabileceğimi hiç düşünmezdim"1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü alan yazarın bir sonraki kitabı; GÖRMEK.
Körlük 
José Saramago
CAN Yayınları
336 Sayfa 
Puan 
★★★★ 
Yorumlayan Ayşe Kayıkçı