The Most/Recent Articles

Zülfü Livaneli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zülfü Livaneli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Livaneli'nin Töre ve Cinayet Dolu Kitabı: Mutluluk

Yazarın okuduğum ikinci kitabı. İlk kitabı "Seranad" oldukça iyiydi ve bu kitabını bir o kadar iyi buldum. Konusu doğunun bitmek tükenmek bilmeyen cehaleti, töresi ve cinayetleri. 

zülfü livaneli, mutluluk
Zülfü Livaneli, Mutluluk

Ve elbette ki kadına uygulanan ne kadar iğrençlik varsa hepsi... Bitmeyen ve bitmek bilmeyen, kanayan yaramız kadınlarımız. Başından sonuna oldukça akıcı ve güzel bir kurguya sahip. Okurken zaman kavramını ortadan kaldıran, su gibi bir akıcılıkta.

Birileri bunları yazmalı, birileri sesini çıkarmalı, avazı çıktığı kadar bağırmalı ve bizler de okuyup seslerine ses olmalıyız. Ancak o zaman son bulur bu acılar, bir umut.Bu kitabında da diğer kitabında yaptığı gibi örtü, giyim kuşam ve tesettüre göndermeler yapmış. Yer yer iyi söylemler olsa da eleştirisini de esirgememiş. Örtülü insanların bir siyasal simge amaçlı örtündüklerini söylemiş, 35 yaşındayım ve etrafım kapalı insanlarla dolu bir tanesini bile görmedim siyası amaçla kapanan, amaçları bir ayetin emrini yerine getirmekten öteye gitmez. Kaldı ki amaç ne olursa olsun, bir açık insana neyin simgesi için açıksın deme hakkımız yoksa bir kapalıysa da yok. 

Artık bırakalım bu söylemi, kim nasıl giyinmek, yaşamak istiyorsa yaşasın.

Gönülden bağ kuralım, kim olduğuna bakmadan, dinine, ırkına, mezhebine bakmadan... Biz sevelim yaratılanı yaratandan ötürü... Gelin kardeş olalım, ecdadın kan döktüğü topraklarda. Kitapla ve sevgiyle kalın...

Hanife Çavdar / Okuyorum.org

Livaneli Serenad'da Sık Sık Başkarakteri Susturup Adeta Kendisi Konuşuyor

Eğer diyor bir Youtuber "birazdan yapacağım testin sonucu pozitif çıkarsa bilin ki o dizi yaz dizisidir." Tabi başlıyor semptomları saymaya ve o belirti dizide varsa karşısına kocaman bir tik atıyor. Biz de tabi buna benzer bir testle başlarsak, kitap hakkında genel bir kanı oluşabilir.

serenad, livaneli

Kitap sürükleyici mi? ✔️(dinnn sesi) 

Kitap akıcı ve açık mı? ✔️(dinnn sesi)

Kitapta merak öğesi bolca kullanılmış mı? ✔️(dinnn sesi)

Kitapta tüm yollar dönüp dolaşıp aşka varıyor mu? ✔️(dinnn sesi) 

Kitapta uzun uzun betimlemeler ve okuyucuyu yoran uzun cümleler var mı? ❌(dızzt sesi) 

Kitabımız tüm belirtileri gösterdiğine göre teşhisi koyabiliriz artık. Bu kitap okuyucu için "Beni harbiden çok SARdı" diyeceği bir kitap. Çünkü okuyucuyu SARan kitap, Sürükleyici-Akıcı-Roman üçlüsünün ilk harfleridir de ondan. 

Evet her ne kadar teşhisi gayrı ilmi yollarla kaçak olarak koyduksak da kitap genel olarak böyle. Konusuna, içeriğine hiç girmeye gerek yok. Gerçek ve kurgu harmanlanmış, okuyucuya sunulmuş. Tabi yukarıdaki semptomlarda gördüğümüz üzere aşk olayların merkezinde. Bu noktada okuyucu, tarihi gerçeklikler ile aşkın duygusal boyutları arasında savrulabilir. Ve sıklıkla kurgunun içine serpiştirilmiş bilgiler, onu kimi yerde romanın dışına sürükleyebilir. Hani şuna mı kızayım, bunu mu araştırayım, ona mı üzüleyim gibi gitgeller yahut gelgitler yaşayabilir. Ayrıca uyanık okuyucu verilen bilgileri netten araştırabilir. Mesela kitapta alıntı içinde yer alan Milli Emniyet Teşkilatı'nın aslında olmadığını onun yerine Milli Emniyet Hizmeti'nin olduğunu görecektir. Yani 2 günde bitireceğine 4 günde bitirebilir kitabı. Roman boyunca yazara bir yönden kızıyordum. Şöyle ki, kahramanı özgür bırakmıyordu. Sık sık başkarakteri susturup adeta kendisi konuşuyordu. Yani Maya'nın sesi değil de, Livaneli'nin sesini duyuyordum satırlar arasında. Bunu da kendisi "çünkü bu ustaca bir kitap yazma girişimi değil, bir iç dökme" cümlesiyle açıklamış oluyordu bir nebze. Kitap elbette yazarın da demesi gibi, edebi nitelik kaygısıyla yazılmamış, samimi, içten. Son olarak hani Mevlana ve Yunus Emre arasında geçen bir diyalog anlatılır ya Yunus Emre, Mevlana'ya Mesnevi'de sözü çok uzattığını söylemiş de peşinden şunu eklemiş: Ete kemiğe büründüm/Yunus diye göründüm. Bu 481 sayfalık kitabın da ete kemiğe bürünen cümlesi benim için şu oldu: "Yılanlarla, akreplerle, tehlikeli kuyularla dolu arka bahçede oynamasına izin verilmeyen çocuklar gibiydik." İyi okumalar.

Mehmet Keklikçi

Kardeşimin Hikâyesi Kitap Yorumu Zülfü Livaneli

Kardeşimin Hikâyesi, Ahmet ve Mehmet adında ikiz kardeşlerin hayatını anlatan muhteşem bir kitap. Livaneli'nin okuduğum ilk kitabı Serenad'ı çok beğenmiştim, fakat Kardeşimin Hikâyesi'ne tek kelime ile bayıldım. Harika ve çok farklı bir kurgusu var. Anlatımı çok sade ve akıcı. Livaneli kalemini konuşturmuş yine.
Konusuna gelirsek; anne ve babası bir trafik kazasında ölen ikiz kardeşler Ahmet ve Mehmet'in hikayesi anlatılıyor kitapta. Ahmet belli bir yaştan ve travmalardan sonra duygularını yitirmiş, dokunulmak ve dokunmaktan kaçınan emekli mühendis. Mehmet ise aşk denilen acziyetin pençesinde tek kelime ile "kara sevda"ya düşmüş bir işten elini eteğine çekmiş bir mühendis. Ahmet emekli olduktan sonra Karadeniz'de küçük bir kasabaya yerleşir. Yakın arkadaşlık kurduğu komşuları Ali ve Arzu'nun düzenlediği parti sonrası evine gelip ertesi sabah Arzu'nun öldürülmüş olduğunu öğrendiği an bu olayın sonun başlangıcı olduğunu henüz bilmemektedir. Aslında çok şey yazmak isteyip yazamamak kötü bir durum benim için. Çünkü bu kitap üç beş cümleyle anlatılabilecek bir kitap değil maalesef. Spoiler vermemek adına daha fazla yazmayıp en kisa zamanda okumanızı tavsiye ediyorum.
Yorumlayan Buket Ergüven

Huzursuzluk Kitap Yorumu Zülfü Livaneli

İstanbul’da gazetecilik hayatına devam eden İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin’in Amerika’da öldürüldüğünü öğrenince  Mardin’e gider. 
Zülfü Livaneli  Huzursuzluk
Hüseyin’in ölüm nedenini araştırırken her şeyin Suriyeli Ezidi mülteci Meleknaz’a aşık olmasıyla başladığını öğrenir. Hikayeyi tam anlamıyla öğrenmek için Meleknaz’a ulaşması gerekir. Bu süreçte Hüseyin’in ailesinden, Amerika’da ki abisinden olanları öğrenir. Livaneli bu eserinde Suriye’deki Ezidilerle ilgili karakterlerin dilinden detaylı bilgiler verirken onların kutsal Şengal Dağı’na varana kadar uğradığı zulmü tüm gerçekliğiyle gözler önüne sermiş. Gazeteci İbrahim’de Ezidilerin yaşadıklarını öğrendikçe huzursuzluğu artıyor ve huzur bulabilmek ve olanları gerçek anlamıyla öğrenmek için mülteci kampına giderek Ezidi Kızı Meleknaz’a ulaşmaya çalışıyor.
Eleştiri: Yazar Livaneli eserin 65.sayfasında karakter üzerinden “Mutluluk” eserine atıfta bulunmuş. Bir yazarın kendi eserinde kendi eserine atıfta bulunması bana çok garip ve abes geldi.
“Birkaç yıl önce okuduğum, adı galiba “Mutluluk” olan bir romanda denildiği gibi, biz, bu ülkenin okuryazarları, boşluğa düşen bir trapezci gibiydik. Doğu aksanını bırakmış, batı aksanını da yakalayamadan aşağı düşmüştür.”
Alıntı: Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz…
Sevda ile acının iç içe geçtiği Suriye gerçeklerini okuyacağınız bu akıcı eseri mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum...
Zülfü Livaneli
Huzursuzluk
Doğan Kitap
154 Sayfa 
Puan 
★★★★★
Yorumlayan  İsrafil BARAN

Serenad Kitap Yorumu Zülfü Livaneli

"Aramızdaki temel fark ne biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman üniformalar, bayraklar ve din görüyorsun!" "Peki, sen ne görüyorsun bakalım?" "İnsan, sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan."
Serenad, Zülfü Livaneli,
Livaneli okumak,duyduğum okuduğum bir çok eleştiri karşısında olanaksızdı benim için.Taki hediye edilene dek... Değer verdiğim bir insandan değerli bir hediye okumamak olmazdı.İyiki okumuşum ve insan her ne olursa olsun eleştirmeden önce neyi eleştirdiğini iyi bilmek için  okunmalı.Kitabın akıcılığı sizi alıp götürür nitelikte ve bir çırpıda bitebilecek bir kitap. Sayfalar sizi ürkütmesin hikaye sizi öyle sarıp sarmalıyor ki nasıl bittiğini anlamayacaksınız bile.
Konusuna gelecek olursak,bu ülkede dul bir kadın olarak yaşamanın zorluğundan ve tek başına bir erkek çocuk büyütmenin ne denli zor olduğu anlatılmış ilk sayfalarda. Sonrasında asıl konu her okuduğumda içimi burkan Nazi katliamının Yahudilere yaptığı zulümler anlatılıyor. Nazi zulmünden kaçan değerli bilim adamlarının Türkiye'ye sığınmasını çok akıcı bir üslupla anlatmış yazar. Konusu ile ilgili çok fazla bilgi vermek istemiyorum.Kitapla birlikte bir çok tarihi konularla karşılaşacaksınız ve ister istemez araştırma yapacaksınız. Ben hem okudum hem araştırdım bu anlamda çok doyurucu bir kitaptı.Gelelim eleştirilerime,yazarın ülkesini yeren cümleleri sanki ülkesinden tarihinden utanır gibi bahsetmesi hoşuma gitmedi.Ermeni soykırımı konusunda taraflı oluşu ve ülkesini yermesine anlam vermedim. Bir sayfada türbanla ilgili verdiği mesajı bu kadar aydın bir yazara yakıştıramadım. Bu ön yargılardan hala kurtulamamak  acı veriyor insana. Bir insanı dili,dini, ırkı ve dış görünüşüyle yargılamak geçmişte ve günümüzde bir çok ülkenin yapmış ve yapmakta olduğu zulümlerden ne farkı kalıyor ki.
Dünya kurulduğundan bu yana ne çok zulüm yapıldı insanoğluna hemde yine insanoğlu tarafından. Bir çoğumuz bu acıların sessiz ve suçlu tanıklarıyız. Nazi zulmü bunlardan sadece biri.Buna benzer daha nice acılar yaşanmıştı kimbilir biz insanoğluna sadece utanma kalmıştı geçmişinden ve bu acılara sessiz kalmasından doğan. Belki bu zamandan elli yıl sonra Filistin halkı için dünya gözyaşı dökecek,ne acılar yaşamış diyerek Yahudilere lanet okuyacak tıpkı bizim bugün Nazilere yaptığımız gibi. O günün okuyucuları bizede bir iki çift laf etme hakkı bulacaklar bu denli sessiz kalışımıza. Kesinlikle okuyunuz. Keyifli okumalar...
Serenad
Zülfü Livaneli
Doğan Kitap
Sayfa 481
PUAN
★★★★
Yorumlayan Hanife ÇAVDAR

Beyin Kanamasıyla İngilizceyi Unutan Profesör

Amerika'da bir üniversitede ders veren Ermeni asıllı profesör Adamyan, bir gün geçirdiği beyin kanaması sonrasında ayıldığı zaman, hastanede Amerikalı karısı Mary ile oğlu John ve Eileen'i başucunda bulmuştu. 
Mary onun elini tutmuş ve nasıl olduğunu sormuştu. Ama profesör onu anlayamadığı gibi, hiç duymadıkları acayip bir lisanla konuşuyordu. Kadın ve çocuklar şaşkınlık içinde birbirlerine bakmışlardı. Profesörün sözlerini anlayamazlardı çünkü konuştuğu dil İngilizce değildi. 
Kızı panik içinde, "Baba," demişti adam, "Seni anlamıyorum." " Ne diyorsun kızım?" demişti adam, "Seni anlamıyorum." Bunları Ermenice söylemişti. Ertesi hafta doktor onlara gerçeği açıkladı. 
Gençliğinde Anadolu'dan Amerika'ya göç etmiş olan Profesör Adamyan, geçirdiği beyin kanaması sonucu İngilizce konuşma yeteneğini kaybetmişti. Sadece, tecir sırasında eşkiya tarafından öldürülmüş olan anne ve babasıyla konuştuğu anadilde yani Ermenice konuşabiliyordu. Bu dili Amerikalı karısı ve çocukları bilmedikleri için profesör ölünceye kadar bir daha hiç doğrudan doğruya konuşamamışlardı.(1)

(1) DK, Leyla'nın Evi, Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli "Elia ile Yolculuk"- Arkadaşlığa bir Pencere

Kitaplar, insanın hayatına yeni ve farklı birçok pencere açmakta. Farklı yazarların aktarımları, hayatın içinde insanın daha önce karşılaşmadığı yeni öğrenimler sağlıyor.
Livaneli sanat anlamında ülkemizde ürettikleriyle katkı sağlamış önemli bir “aydın”. Aydın kelimesini tarif etmek için kullanabileceğimiz özellikleri taşıyan “hümanist” sanatçı. Müzik, edebiyat, gazetecilik ve sinema üzerine yaptıkları herkes tarafından mutlaka incelenir ve objektif bakabilen herkesçe değerli görülür.
Şahsım adına Livaneli’nin büyük hayranıyım. Bu duyduğum hayranlık onun birçok eserini incelememe neden olmuştur. Mutluluk, Seranad romanları; Edebiyat Mutluluktur deneme eserinin ardından şimdi de “Elia ile yolculuk” kitabını ilgiyle okudum.
Eser edebiyatın türlerini içinde taşıyan anlamlı bir çalışma olmuş. “120” sayfadan oluşan kitabı güzel ve kıymetli kılan bir özelliği de “M.K. Perker” resimleri. Resimler karakterlerin okuyucunun gözünde canlanmasını sağlıyor. Dilimizin güzel özelliklerinin büyük ustalıkla sergilendiğini görüyoruz. Okuyucu ile samimi bir bağ kurmanızı sağlıyor.
İçeriğine gelecek olursak arkadaşlık ilişkilerinin anlatıldığından başlayabiliriz. Dünyaca ünlü sinema senaristi Elia Kazan ile kurduğu ilişkiyi sunan Livaneli, farklı kültürlerin bir arada nasıl yaşadığını ve ne şekilde yaşayabileceğini anlamlı bir şekilde sunmuş. İki arkadaş farklı kültürler içerisinde büyümüş olsa da “İnsanlığın Ortak Kültürü” etrafında birleşmiş tek bir kültürün oluşabileceğinin mesajını aktarmakta.
Eser biyografi özelliğini taşırken otobiyografi özelliğini de taşımakta. Hem Elia Kazan'ın hayatının bir bölümünü okuyor hem de Livaneli’nin hayatına dair kesitler okuyabiliyoruz.
Güzel ve yaşanılır bir dünyanın nasıl oluşturulabileceğini, ön yargıların ne şekilde yok edilebileceğini vb. gibi hayat içerisinde gerçekleşen sorunların farklı yaşantıları olan “iyi insanlar”ın bunca sorunu nasıl aşılabileceği noktasına dikkat çekmekte. Yazarın okuma üzerine fikir sağlayacak düşüncelerine dair yazısının linkini sizlerle paylaşarak iyi okumalar diliyorum.
http://www.livaneli.gen.tr/ne-okumali/

ELİA İLE YOLCULUK
Zülfü LİVANELİ
Karakarga Yayınları
120 Sayfa 
Puan 
★★★★★ 
Yorumlayan Emrah ÖĞÜTMEN

Kardeşimin Hikayesi Kitap Yorumu Livaneli

Kardeşimin Hikayesi, emekli mühendis Ahmet Arslan'ın kardeşi Mehmet Arslan'ın Beyaz Rusya'nın Borisov şehrinde ki Olga'la yaşadığı aşkın ve Podimo köyünde ki Arzu Kahraman cinayetinin sırlarının iç içe verildiği sürükleyici bir aşk romanı.
İstanbul'dan uzakta sakin bir yaşam sürmek isteyen Ahmet Arslan, kendine sakin bir yerleşke ararken Karadeniz kıyısında İstanbul'a iki saat mesafedeki Podimo köyünü keşfeder ve buraya yerleşir. Podimo (Binkılıç Beldesi Yalı Köyü)' nün sakinliğinde ansızın işlenen Arzu Kahraman'ın cinayetiyle köye gelen meraklı, genç ve bir o kadar da güzel gazeteci kızı meraklanmasını sağlayarak cinayetle ilgili bildiklerini, şüphelerini anlatmaya başlar.
Genç Gazeteci Pelin Soysal, köye asıl geliş amacı olan Arzu Kahraman cinayeti araştırmasını unutup emekli mühendis Ahmet Arslan'ın kardeşi Mehmet Arslan'ın Beyaz Rusya'nın Borisov şehrinde Olga'yla  yaşadığı aşk hikayesini günlerce dinler.
Romanı okurken bir yandan Arzu Kahraman'ı kimin öldürdüğünü merak ederken, diğer yandan da Mehmet Arslan'ın Olga'ya olan kara sevdasını ve kavuşup kavuşmadıklarını merak ediyorsunuz. Yazar yaklaşık onar sayfa bölümlerle Arzu ve Mehmet'in hikayelerine dönüş yapıyor. Her seferinde Arzu'nun katilini öğreneceğinizi sanıyorsunuz ama olay yarıda kesilip kardeşi Mehmet'in hikayesine geçiliyor. Tam Mehmet'in Olga'ya olan aşk hikayesi tamamlanacak derken hikayenin tadı damağınızda kalıyor ve tekrar Arzu cinayetiyle ilgili detaylara geçiliyor. Yazar arka kapak yazısında romanı "Karasevda (aşk), bir uçurumun kıyısında gözü bağlı yürümektir" sözüyle özetliyor ve detaya girmiyor. Hikaye o kadar güzel işlenmiş ki kitabı bir günde kolaylıkla bitirebilirsiniz. Kardeşimin hikayesi, Zülfü Livaneli'nin Serenad romanından sonra beğendiğim en güzel romanlarından birisiydi, o yüzden puan olarak beş üzerinden yıldızlı beş alıyor. Mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.
Kardeşimin hikayesi romanından alıntı birkaç cümleyi sizlerle paylaşmak istiyorum;

Zenginlik insana ait bir özellik değil" diyorum."Para insanın doğal bir parçası değil; kaybolabilir, çalınabilir, soyut bir kavram, birtakım sıfılar... Zaten hayatta anlamlı olan değerler parayla sahip olunamayanlar. Kitap, çalışacak insan, eşya alabilirsin; ama bunlar bilginin, dostluğun, paylaşma duygusunun yerini tutamaz. Oysa zengin aptallar paranın çok önemli olduğunu sanıyorlar, bu yüzden de servetlerinin kendilerine ruhsal bir ayrıcalık, özel bir mutluluk getirmesini bekliyorlar. Bu mümkün olmayınca, içleri de boş olduğu için can sıkıntısı başlıyor. Konuşacak bir şeyleri olmadığı için tavla, kağıt oyunu falan oynayarak tahammül edebiliyorlar bu hayata ve birbirlerine. Veya işkolik oluyorlar, sanki kıtlık koşullarından kurtulmaları gerekiyormuş gibi işlere dalıyorlar. Onların yerinde olsam intihar ederdim.
Bazı kelebek türlerinin bir günlük ömrü, hücre bölünmesinin hızlı olmasından dolayı, insanın 80 yılına denktir. bu durumda 70 yaşında ölen bir insan mı daha uzun yaşar, 25. saatini gören bir kelebek mi?

Her insan bedeninin çürüyeceğini bilir ve bundan korkar. Ama çoğunun ruhu bedeninden önce çürür; nedense bundan kimse korkmaz.
İşte anahtar kelime bu; hayatın özü, büyük sırrı; olmazsa olmazı: Unutmak. Eğer unutmak diye bir şey olmasaydı, yaşamda olmazdı. İnsan, unutmadan hayatını sürdüremez. İnsanın en kötü yalanı, kendine karşı olanıdır. Denizler ötesine giden kişi yalnızca iklimi değiştirmiş olur, aklını değil.
Biz istesek bile seni yiyemeyiz, çünkü hepimiz ot yiyen hayvanlarız. Siz insanlar, et yiyen vahşi yaratıkları, kurtları, çakalları yemiyorsunuz. Onlar sizin kardeşleriniz. Niye bizim gibi kimseye zararı olmayan, sadece otla beslenen hayvanları yiyorsunuz da et yiyenlere dokunmuyorsunuz? Aranızda bir anlaşma mı var? Avcı avcıya ilişmiyor mu? Kurt, çakal, kaplan, köpek, kedi niçin sofranıza gelmiyor?
Kardeşimin Hikayesi
Zülfü Livaneli
Doğan Kitap
324 Sayfa
Puan
★★★★
Yorumlayan İsrafil BARAN

Arafat'ta Bir Çocuk Kitabı Yorumu

Zülfü Livaneli okumaya başlayacaksınız bu kitapla başlamamanızı tavsiye ederim, okumanız gereken ilk kitap bence Seranad.
Zülfü Livaneli'nin kitaplarının da olduğunu duyduğumda çok heyecanlamıştım. Livaneli kitaplarını okumaya Arafat'ta Bir Çocuk ile başlamanın bir hata olduğunu sonrasında okuduğum Serenad, Leyla'nın Evi ve Kardeşimin Hikayesi'ni okuduktan sonra anladım. Zülfü Livaneli okumaya başlayacaksınız bu kitapla başlamamanızı tavsiye ederim, okumanız gereken ilk kitap bence Seranad.
Kitabın konusuna gelecek olursak, Türkiye'nin Avrupa macerasının başladığı 1960'lardan ve 12 Mart 1971'den bu yana işçi ya da siyasi mülteci olarak Avrupa ülkelerine savrulan Türklerin (yer yer solcuların, koministlerin), yaşadığı sıkıntılar karamsarlıkla işleniyor. Kitapta mutsuz, hayal kırıklığına uğramış aldatılmış sıradan insanların sıradan günlerinden kesitlerin sunulduğu kısa hikayelere yer veriliyor.
Sıradan insanların hikayeleri çok ilgi çekici gelmedi, karamsarlık üzerine kurulu hikayelerin yer aldığı kitaba ve yazara saygısızlık olmasın diye sonuna kadar sabırla okudum. Livaneli'nin yazarlığa adımını ilk attığı dönemdeki eseri olduğunu düşünerek hikayelerde derinliği veremediğini düşüncesi oluştu. 
Boynuna nenesinin astığı mavi gözboncuğuna eliyle dokundu. Mavi gözlere karşı koruyacaktı onu. Unutmamıştı nerede olduğunu, ama çevresinde olup bitenlerden kopmuştu. Aydınlık bir gülümseme yayılmıştı yüzüne. Neredeyse kaşlarının üstünden başlıyordu saçları. Kıvrım kıvrım, güçlü, kapkara saçlardı. Gözleri de her şeye, her zaman şaşarak bakıyormuş gibi kocaman ve parlaktılar. Çoğu zaman, hele soğukta nemli gibi dururlardı.
Zülfü Livaneli
Arafat'ta Bir Çocuk 
Doğan Kitap
Sayfa 156
Puan
★★

Leyla'nın Evi Okuyucu Yorumu

Bosnalı Abdullah Avni Paşa ailesinin kızı Leyla'nın evini kaybetmemek için verdiği mücadele ve birbirini hiç tanımayan 3 ayrı kişinin hikayesi...
Bosnalılar Yalısı'nda Cumhuriyet döneminden başlayarak günümüze kadar gerçekleşen olayları anlatan romanın başrolü Leyla'nın evini kaybetmesi hikayesiyle birlikte  
birbirini hiç tanımayan ve farklı dünyaların insanları;  Ali Yekta Bey, Oğlu Ömer, Gelini Necla, Leyla'nın çocukluktan yetiştirdiği Gazeteci Yusuf ve onun kız arkadaşı Roxy (Rukiye)'nin Bosnalılar yalısı ve Cihangir'de kesişen öyküsünü anlatıyor. 
Zülfü Livaneli'nin Serenad kitabından sonra bu kitabın dili, akıcılığı biraz daha yavaş geldi. Hikayeye Roxy (Rukiye)'nin girişiyle kitap daha da ilgi çekici olmaya başlıyor. Remzi kitabevinin basımıyla kitap kapağında bulunan genç kız çizimi kahramanın genç kız olduğu algısı oluşturuyor. Bosnalı Abdullah Avni Paşa ailesinin kızı Leyla'nın yaşlılık dönemini ele alan kitap, sıkıcı olmayan bir anlatımla Leyla'nın genç kızlık dönemine geçiş yaparak aklınızdaki birçok soruya cevap veriyor.
Leyla'nın Evi, Zülfü Livaneli
Kitabın ilk 150 sayfasında cumhuriyet dönemine sık sık geçiş yapıldığı için sıkılsanızda, hiçbir yerde bulamayacağınız insan hikayelerine tanıklık etmek istiyorsanız sabırla kitabı bitirmeye çalışmalısınız.
Kitap okuma alışkanlığı olmayan birisiniz ve romanıda kısayoldan tamamlamak istiyorsanız 251.sayfadan itibaren 20 sayfayı okursanız Leyla'nın akıbeti ve hikaye hakkında direk neticeye ulaşabilirsiniz.
Kitabı bitirdiğinizde kentlisi, köylüsü, zengini, yoksulu, bankacısı, gazetecisi, dindarı her alanda insanın hikayesine tanıklık edeceksiniz ve iyiki bu kitabı okumuşum diyeceksiniz.
Leylanın Evi
Zülfü Livaneli
Doğan Kitap
271 Sayfa
Puan
★★
Yorumlayan İsrafil BARAN

Harput'tan Çıkarılan Ermeniler ve Keman Sesi

Dağlılardan odun yarıcı Kürt Memo'nun anlattığı keman çalan Ermeni'nin dramı da yıllarca rüyasına girmişti.
Suriye'ye götürülmek üzere Harput dışına çıkarılan Ermeni Siviller, şehirden bir saat uzaklaştıktan sonra Kürt çetelerinin saldırısına uğramışlardı. Kafileyi daha sonra Kanlıdere olarak bilinecek olan dereye götüren çeteciler, altınlarını ve kıymetli eşyalarını aldıkları Ermenileri derede öldürmeye başladılar. 
Bir süre sonra dere kıpkırmızı kesildi. Bu sırada garip bir şey oldu ve bu sahneye hiç uymayacak bir keman sesi sessizlikte çınlamaya başladı.
İhtiyar bir Ermeni kemanını çıkarmış, yanık bir hava çalıyordu. Çete reisi bu işe çok sinirlendi ve ihtiyarın yanına gelerek çalgıyı susturmasını söyledi. Yaşlı adam çete reisinin gözlerinin içine bakara çalmaya devam etti. Herkes durmuş bu sahneyi izliyordu. Keman sesi, çete reisi yaşlı adamı bıçaklayana kadar devam etti. Adamın parmakları keman telleri üzerinde kaydı ve hiç kimse bunun adamdan gelen bir çığlık mı, yoksa kemanın son sesi mi olduğunu ayırt edemedi... (1)

(1) Remzi Kitabevi, Leyla'nın Evi, Zülfü Livaneli

Serenad Okuyucu Yorumu: Coğrafya Kaderdir

Dokunaklı bir aşk hikayesiyle başlayan, o dönemin Almanya, Rusya, Romanya ve Türkiye hükümetlerinin bazı uygulamaları nedeniyle mağdur olan üç kadının hikayesine de detaylı yer verilen romanın birçok yerinde "Hiçbir hükümet masum değildir" mesajı veriliyor. Farklı coğrafyalardaki farklı kaderlerin bir ailede toplandığı romanı İbni Haldun'un "Coğrafya kaderdir" sözü iki kelimeyle özetliyor.
Kitabın kapağındaki Talat Halman'ın "Okurlarını büyülüyor" yorumunu ve kitabın sanatsal adını görünce "sıkıcı bir kitap, yorumda abartılı" düşüncesi oluştu.
Önyargılarımı bir yana bırakıp kitabı okumaya başladığımda kitabı elimden bırakamıyordum. Kitap okuma alışkanlığı olmayan birisiydim. Kitabı iş yoğunluğuna rağmen birkaç gün gibi kısa bir sürede bitiriyorsunuz. 
481 sayfa öyle güzel işlenmişki bıkmadan usanmadan okumaya devam ediyor, sonuna yaklaştığında ise hemen bitmemesi için yavaşlıyordum.
Kitapta 1930'lu yıllarda farklı devletlerin farklı hükümetleri tarafından insanlara yapılan çeşitli haksızlıklar, Maya Duran karakteri üzerinden akıcı ve yalın bir dille anlatılıyor.
Kırım Türklerinin uğradığı zulümler sırasında Kızılçakçak gölüne atlayıp intihar etmeye çalışan Maya(Ayşe) isimli kadın ve onu kurtaran asker Ali, Nazi Almanyası döneminde Romanya'da Yahudilere uygulanan işkencelerden kaçarak Struma isimli külüstür bir gemiyle Filistin'e gitmeye çalışan Nadia (Debrorah), Ermenilerin göçü sırasında sıkıntılar çeken bir ailenin kızı Mari(Samahat). 
Üç kadın, üç farklı hikaye...

"Hiçbir hükümet masum değildir"
1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapan Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'in isteği üzerine Maya Duran onu Şile'ye götürür. Detaylarının yavaş yavaş ve heyecanla verilen dokunaklı bir aşk hikayesiyle başlayan, o dönemin Almanya, Romanya ve Türkiye hükümetlerinin bazı uygulamaları nedeniyle mağdur olan 3 kadının hikayesine de detaylı yer verilen romanda birçok yerde "Hiçbir hükümet masum değildir" mesajı veriliyor.
Farklı coğrafyalardaki farklı kaderlerin bir ailede toplandığı romanı İbni Haldun'un  "Coğrafya kaderdir" sözü iki kelimeyle özetliyor.

Kitap çok uzun diyenler için İpucu
Zülfü Livaneli, Serenad kitabında doğu edebiyatında çok sık rastlanan biçimde Maximilian ile Nadia'nın yürek burkan hikayesini ayrı bir bölüm olarak sunuyor.
481 sayfa gözünüzde büyüyor; ama Prof. Maximilian ile Nadia'nın hikayesini merak ediyorsanız. Kitabın 271 ile 328. sayfaları arasındaki 57 sayfayı okursanız genel hikayeye hakim olabilirsiniz.

YORUMCU İSRAFİL BARAN


Cüce Oldukları İçin Ölümden Kurtulan Ovitz Ailesi

Cüce Ovitz kardeşlerin ataları cüce doğdukları için kaderlerine lanet okumuşlardı ama o sayede de Hitler'in zulüm döneminde Auschwitz Toplama Kampı'nda hayatta kalmayı başarmışlardı.

Zülfü Livaneli'nin Serenad kitabında hikayeyi anlatan Maya Duran, Filistin'e götürülmek üzere yolan çıkanKaradeniz'de batan Struma gemisinde ölen Nadia ve diğer Yahudilerin hikayesini araştırmak için Almanya'da Nazi döneminde mağdur olanların bilgilerinin kaydedildiği kütüphaneye gider.
Kütüphanede iki cüceyle karşılaşan Maya, Mr. Ovitz ve kıx kardeşiyle bir kafeteryada oturur ve sohbete başlar. Maya Duran ve Ovitz kardeşlerin hikayesinin ortak yanı Romanya ve Hitlerin zulmüdür.

Önce Maya anlatmaya başlar, Romanya ile ilgili olan araştırması, Struma gemisinde ölen Nadia'nın resimlerini bulduğu için çok sevindiğinden bahseder.
Romen Cüce Ovitz Ailesi
Romen Cüce Ovitz Ailesi

Romen Cüce Ovitz kardeşlerde ataları hakkında kitap yazdıklarını belirterek hikayelerini anlatmaya başlarlar;

Ailelerinde hem cüceler hem de normal boylular vardı. Romanya Hitler tarafından işgal edilince yedi cüce ve iki normal kardeş Auschwitz kampına götürülmüş Burada çırılçıplak soyulup, diğer mahkumlarla birlikte duş zannettikleri gaz odalarına sokulmuşlar. Gaz verilmeye başlanmış.
Ama "Ölüm meleği" adıyla tanınan Dr.Mengele işlemi durdurtmuş, cüceleri son anda kurtarmış. Biraz gaz soludukları için kusturup süt içirmişler...
D.r Mengele irsi hastalıklar üzerine yaptığı araştırmalarda denek olarak kullanıyormuş onları. Ayrı bir bölüme yerleştirmiş. Her gün kan ve kemik iliği örnekleri almış, rasyasyone tabi tutmuş, kulaklarına sıcak ve soğuk sular akıtmış, gözlerine kimyasal damlalarla kör etmiş, kızların rahmine kimyasal sıvılar doldurmuş.
Birgün onları çırılçıplak soyup meslektaşlarına göstermiş, başka bir seferde şarkı söyletip komiklikler yaptırarak filme aldırmış ve eğlenmesi için Hitler'e izletmiş.
Ataları herhalde cüce doğdukları için kaderlerine lanet okumuşlardı ama o sayede hayatta kalmayı başarmışlardı. Yoksa normal boydaki diğerleri gibi gaz odalarında öleceklerdi. Demek ki bütün zayıflıklar, eksiklikler gün gelir insanın işine yarayabilirdi.

Serenad - Zülfü Livaneli

Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran’ın (36) ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’i (87) karşılamasıyla başlar.
1930’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.

Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.

Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livaneli’nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz Dengesi.


Yazar Hakkında

Romanları 34 dilde yayımlanan Ömer Zülfü Livaneli, 1946 yılında doğdu. Ankara’da Maarif Koleji’nde okudu, Stock- holm’de felsefe ve müzik eğitimi gördü. 1972 yılında fikirlerinden dolayı askeri cezaevinde yattı, 11 yıl sürgünde yaşadı. Harvard ve Princeton gibi saygın üniversitelerde konferanslar ve dersler veren, romanları, fikirleri ve müziği ile dünya basınında övgülerle karşılanan bir sanatçı olan Livaneli, edebiyat, müzik ve sinema alanlarında 30’dan fazla ulusal ve uluslararası ödül sahibi. Livaneli, 1999 yılında San Remo’da En İyi Besteci ödülüne layık görüldü. Müzik eserleri Londra, Moskova, Berlin, Atina, İzmir senfoni orkestraları tarafından icra edildi ve Zubin Mehta, Simeon Kogan gibi şeflerce yönetildi. Türkiye dışında Çin Halk Cumhuriyeti, İspanya, Kore ve Almanya’da da çok satanlar arasına giren romanlarıyla, Balkan Edebiyat Ödülü’ne, ABD’de Barnes and Noble Büyük Yazar Ödülü’ne, İtalya ve Fransa’da Yılın Kitabı Ödülü’ne, Türkiye’de ise Yunus Nadi Ödülü’ne ve Orhan Kemal Roman Armağanı’na layık görüldü. Livaneli, dünya kültür ve barışına yaptığı katkılardan ötürü 1996 yılında Paris’te UNESCO tarafından Büyükelçilikle onurlandırıldı ve Genel Direktör danışmanlığına atandı. 2016 yılında UNESCO elçiliğinden istifa etti. 2002-2006 yılları arasında TBMM’de ve Avrupa Konseyi’nde milletvekilliği görevinde bulundu.