The Most/Recent Articles

edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yazmasam Olmazdı: Aytül Akal

Yazmasam Olmazdı.  Tabii ki olmazdı. Bunu daha çocukluğumda biliyordum. O zamanlar da yazmadan duramazdım ki. 

aytül akal
Aytül Akal

Hem de annem babam ''Yazma!'' dediği hâlde.Hem de gizli gizli doldurduğum şiir defterlerimi bulup benden sakladıkları, bazen yırtıp attıkları hâlde.''Yazma!'' Yazardım, yeniden yeniden başlayarak... Neden yazmayayım? İnat da var tutku da... 

Kim durdurabilirdi? Karanlık mı? Uyumadığım fark edilir diye ışığı açamazsam, ablamın pencerenin dibindeki yatağının kenarına oturur, defterimi ay ışığının aydınlığına tutup yine yazardım; yazdım.Evdekiler görmesin diye defterimi, kalemimi bel lastiğime sıkıştırıp tuvalete girer yine yazardım; yazdım. Yazmamak bir seçenek olamazdı; olmadı.

''Yazar olmasaydınız ne olurdunuz?'' diye sorarlar ya... Bıyığım olsa altından güleceğim. Böyle bir seçenek olamazdı benim hayatımda. ''Yazar olmasaydım, yazar olurdum!''  Yazmak, böyle bir tutku işte...

AYTÜL AKAL 

09:06 Atatürk Yaşıyor Eleştiri Oklarını Üzerine Çekecek

10 Kasım 1938. Saat 9'u 6 geçiyordu. Atatürk, çenesine değen yorganı ittirip vücudunu ağır bir yükten kurtardı...

09:06 Atatürk Yaşıyor, Mehmet Ali Çatal
09:06 Atatürk Yaşıyor, Mehmet Ali Çatal
Yazar Mehmet Ali Çatal'ın daha ilk satırlarda okuyucuyu içine çeken 09:06 Atatürk Yaşıyor isimli kitabı Sözcü Kitabevi'nden alışveriş yapanlara özel ön siparişe açıldı. Yazardan imzalı kitap ulaşır ulaşmaz heyecanla okumaya başladım. Kitabın konusu kısaca şöyle;

Sirozdan mucizevi bir şekilde kurtulan Atatürk alkolü ve tütünü bırakarak çok kısa bir sürede eski sağlığına kavuşur. Sağlıklı olmadığı sürede memlekette neler olup bittiğini öğrenmesi için eski tütüncüsü yeni vitamincisi Osman'ı görevlendirir. Ertelediği memleket meselelerine daha sıkı sarılabilmek için Latife Hanım'ın görüşme isteklerini geri çeviren Atatürk, İsmet İnönü'nün kendi heykelini ve resimli para bastırma hazırlığını öğrendiğinde derin bir üzüntü duyar. Tanin Gazetesi de Atatürk'ün sağlığına kavuşmasına rağmen onu toplumun gözünden düşürme çalışmalarını sürdürmektedir. 

Yazar Mehmet Ali Çatal, diğer romanlarından çok farklı ve akıcı bir dil kullanmış.

Her Türkiye vatandaşının kendi kendisine "Acaba Atatürk ölmeseydi, ülke nasıl bir durumda olurdu?" sorusuna çok farklı bir kurguyla okuyucuya sunan Yazar Çatal, İsmet İnönü'yü bekleyen sürpriz bir sonla eleştiri oklarını üzerine çekeceğe benziyor.

Yazar Mehmet Ali Çatal'ın kitap okurları ve tarihçilerin ağır eleştiri yağmuruna tutacağını düşündüğümüz Hypatia Yayın Dağıtım'dan çıkan 09:06 Atatürk Yaşıyor isimli eseri Okuyorum.org ailesinden tam not aldı, mutlaka okumanızı öneriyoruz.

Andrew Mulligan Yetişkinler İçin Yazdı: Trendeki Adam

Otuz iki dile çevrilen Çöplük'ün yazarı Andrew Mulligan'ın yetişkinlere yönelik ilk kitabı Trendeki Adam, makasların ortasında kesişen hayatların birbirlerine aslında görünmez iplerle nasıl da bağlı olduğunu gösteren, yaşamla ölüm arasında akıp giden bir yol hikâyesi.

Andrew Mulligan, TRENDEKİ ADAM, delidolu
Andrew Mulligan, Trendeki Adam, Delidolu
Kendisini yaşarken ölmüş sayan arafta kalmış bir adamın, gerçek benliği ile yüzleşmesine ve geçmişiyle hesaplaşmasına odaklanan roman, okurlarını uzun süre etkisinden kurtulmak istemeyecekleri, ahenkli bir düşsel melankoliyle baş başa bırakıyor. Bıçak sırtı bir konuyu, dramatize etmeden, incelikle öyküleştiren Mulligan, hayat ne kadar kötü görünürse görünsün doğru yolu seçmek için asla geç olmadığını hatırlatıyor. 

Michael, hayatı raydan çıkmış, yıkılmış bir adamdır. İstasyonların arasında, peronların kör noktalarında, kimsenin bakıp görmediği bar tuvaletlerinin pis zeminlerinde kalakalmıştır. Yaşlanmıştır. Evi, işi, eşi, parası ve daha fazla yaşamak için hiçbir amacı yoktur. Michael, yaşadığı her şeyin suçunu çocukluğuna ve orada yaşadığı, geleceğini mahveden bir travmaya dayandırmaktadır. Fakat kaderinin önünde daha fazla eğilmemeye de kararlıdır: Bu gidişata artık bir nokta koyacaktır. Oysa son yolculuğunu planlarken, geleceğine bambaşka bir şekil verecek, hesaba katmadığı küçük bir ayrıntıyla karşılaşacaktır: Bir sonraki treni kaçırmasına ve hayatına bambaşka bir rayda devam etmesine sebep olacak, yeni insanlara dokunabilmesini sağlayacak on iki dakikalık bir rötar...

Sevgiye giden en kestirme yol bu muydu? Kendinizi o kadar hırpalıyordunuz ki birileri size sevecen davranmak zorunda kalıyordu...

Tesadüflerin mucizesine inandıran etkileyici öyküsüyle, hayatın gerçeklerine ayna tutan Trendeki Adam, kendi sonunu ''elleriyle'' hazırlayan yalnız bir insanın içsel yolculuğunu, samimiyetle sayfalarına taşıyor.

Okuru içine çeken anlatımıyla derinlikli bir romana imza atan Andrew Mulligan, umudun hiç umulmadık yerlerde ve umulmadık zamanlarda karşımıza çıkabileceğine işaret ederek yaşamı sıkı sıkıya kucaklıyor. Dedikleri gibi, treni kaçırmak bazen hayatınızı kurtarabilir...

Sırça Köşk'ü Okuyup Anlasaydık Her Şey Başka Olurdu

Yazarın bir çok kitabını okudum ve bende yeri ayrı olan iki eseri var, "Kürk Mantolu Madonna" ve "Kuyucaklı Yusuf". "Kürk Mantolu Madonna" çok güzel bir aşk hikayesi olarak kalbimde yer eden muhteşem bir eserdir. 

Sırça Köşk, sabahattin ali
Sırça Köşk, Sabahattin Ali
"Kuyucaklı Yusuf" ise ülkenin mevki ve makam sahibi insanlarının gerçek yüzünü gösteren üzülerek okuduğum ve bu insanların artarak devam ediyor olması umuduma set çekiyor adeta.Gelelim "Sırça Köşk" kitabına, bir çok öykü ve en sonda yer alan masallar bölümüyle zengin bir içeriğe sahip. İçerisindeki bir çok öyküyü beğenerek okudum her zamanki gibi Sabahattin Ali'nin ustalıkla yazdığı diğer kitaplarından ayırmak mümkün değil. Her kitabında yer verdiği Anadolu insanından seçmeleri burada da bulacaksınız. Kah ders alacak, kah ironik dili ile gülümseyerek günümüz durumunu içiniz acıyarak anımsayacaksınız. Kitap ismini sonda yer alan masallar bölümündeki "Sırça Köşk" masalından almış ve yazarın neden bu ismi verdiğini masalı okuduğunuzda daha iyi anlayacaksınız.Bu bölümü okurken içimden geçen cümle aynen şöyleydi;

Türkiye'nin %60'lık kesimine bu masalı okutsak ve anlamalarını sağlasak her şey başka olurdu...

Bu cümle bir temenni ve bir dua olsun umuduyla... Daha güzel daha ferah bir yaşam sürmek duasıyla, en güzeline layık olan güzel ülkemin güzel insanlarına sevgilerimle... Mutlaka ama mutlaka okuyun, okutun... Kitapla ve sevgiyle kalın...

Hanife Çavdar / Okuyorum.org

Walter Mosley'in Kurmacanın Unsurları Kitabı Notos'tan Çıktı

Amerikalı usta yazar Walter Mosley’nin Bu Yıl Romanını Yazıyorsun’u tamamlayıcı bir deneme olarak tasarladığı Kurmacanın Unsurları yaratıcı yazının zihinsel ve maddi yapıtaşlarına dair bir dizi derin düşünceden oluşuyor. 

Walter Mosley, Kurmacanın Unsurları, Notos Kitap
Walter Mosley, Kurmacanın Unsurları, Notos Kitap
Roman yazma sürecindeki deneme yanılmaları, ani savrulmaları ve büyülü keşifleri yansıtan doğaçlama bir caz üslubuyla kurmacayı kurmaca yapan en temel unsurları ele alıyor. Mosley’ye göre, roman yazmanın formülleri ve reçeteleri yok; iyi bir üniversite eğitimi, yazarlık kursları ve kitapları da yazar olmanın şartları değil. Roman yazmak kendi deneyiminize kulak verip hayatı gözlemleyebilmekten, yazdıklarınıza kafa yormaktan, yazarken girdiğiniz dünyaya kendinizi verebilmekten geçiyor. Kurmacanın Unsurları yaratıcı yazının simyasına, hikâyelerin doğasına ve hayatı yorumlamanın inceliklerine dair bir meditasyon.

“Bu incelemenin konusu hikâyeyi aşan bir roman yazma umudu. Yazarın hem anlamın derinlerine daldığı hem de iyi bir olay örgüsü kurguladığı bir roman.

Romana yaklaşımım nasılsa bu denemeye de öyle yaklaştım. Bu metnin biçiminin roman yazma sürecini yansıtmasını istedim. Buradaki gibi, tökezleyerek, çırpınarak, hüsrana uğrayarak verdiğin üründe akıl ile kalp bir araya gelir – ruhu, hatta belki de romanı tanımlayan kesişim budur.”


Adam Gibi Adam Diyor ki Kitabı Hakkında

Canınız mı sıkıldı? Bu aralar pek kitap okuyamıyor musunuz? Bak işte bu kitabın size yardımcı olacağını düşünüyorum.

Adam Gibi Adam Diyor ki... Ender Haluk Derince, Gamze Elmacı
Adam Gibi Adam Diyor ki... Ender Haluk Derince, Gamze Elmacı
Atatürk'ün bu dönemde ki yaşayacağımız tehlikeleri görüp bizleri uyardığı sözler yer alıyor.Yabancı basında hakkında neler yazılmış onlar yazıyor. Yanında bulunup yaşadığı anıları yazan silah arkadaşlarının sözleri yazıyor. Öldükten sonra neler söylenmiş, kim nasıl tepki vermiş bunlar yazıyor. Bazı yerlerde tekrarlar da vardı. Arada açıp rastgele okuyabileceğiniz bir eser. Okumaya başlamadan büyük bir beklentiye de girmemeniz konusunda uyarıyorum. Acaba Atatürk hakkında daha önce duymadığım bir şeyi duyar mıyım diye de beklemeyin. Ama dediğim gibi Atatürk'ün sözleri aforizma olarak verilmesi hoşuma gitti. Canım sıkıldığında açıp ara ara okuyorum. Sevgilerle...

Kadir Şarkı / Okuyorum.org

Kim Bu Erken Kaybedenler ?

Kim bu erken kaybedenler yahu..? 13 yaşında bara gidip abisinin kız arkadaşını taciz edenler mi? Barda rahat rahat alkol sipariş verenler mi?

Erken Kaybedenler, Emrah Serbes
Erken Kaybedenler, Emrah Serbes
Ufacık yaşında öğretmenlerine asılanlar mı? Bilemiyorum ki? Ben 13 yaşında dışarıya koşa koşa oynamaya gidiyordum. Bu tarz hikâyeleri okutup kardeşlerimizin özenip kaybetmesine zaten yazar sebep olmaz mi? Biz okuyucular da kardeşlerimizden bu tarz kitapları uzak tutmalıyız.Bunu başaramazsak erken kaybetmelerinde katkımız olabilir.Bu şekilde yeraltı edebiyatı adı altında tanımlamam imkansız. Bu tarz hikâyeler ile hepimiz yeraltı edebiyatı yapalım o zaman.

Olur mu? Bence olmaz, olmamalı...

Bir kitap üzerinden yazarı yerden yere de vurmak istemem tabi ki.  Ama yanlış. Bir yazar olarak insanlara ışık olman gerekirken, mevcut ışığı söndürmektir bu. Ürperdim... Kendi çocukluğum geldi aklıma, yeğenlerim geldi... Bilmiyorum açıkçası bir çocuk erken kaybetmeye başlıyor ise en büyük sorumlular ebeveynleridir.

Hayal dünyasını yerle bir edenlerdir. Evlatlarını dinlemeyen ,dediğine kulak asmayan, dediklerini küçümseyen ebeveynlerdir. Demem o ki elini tuttuğunuz gibi evlatların hayal dünyasını da tutun.

Atatürk'ün de dediği gibi "Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir." Sevgilerle...

Kadir Şarkı / Okuyorum.org

Edebi Bir Akım Olarak Madame Bovary Sendromu

Madam Bovary Sendromu 19. yüzyılda edebi bir akım olan romantizm etkisinde yazılan romanlarla beraber ortaya çıkmış bir davranış bozukluğudur.

Madame Bovary, Gustave Flaubert,
Madame Bovary, Gustave Flaubert
Nabokov "Flaubert olmadan Fransa'da Proust, İrlanda'da Joyce, Rusya'da Çehov olmazdı." der. Gustave Flaubert  12 Aralık 1821 yılında Fransa’nın Rouen şehrinde doğdu.  Babası başcerrah, annesi ise hemşireydi. Ortanca çocuk olarak dünyaya geldi. Ağabeyi  babasının yolunu takip ederek doktor oldu, kız kardeşi ise Gustave Flaubert’in yakın arkadaşı Emile Hamard ile evlendi.  Sevgi dolu bir ortamda çocukluğunu geçirdi ama daha sonra zorlu günlerle yüzyüze geldi.Gustave Flaubert, gerçekçi edebiyatın kurucusu sayılır. Ona göre bilimde pozitivizm ne ise edebiyatta realizm odur.

1851 yılında başlanan roman, 5 yıl sonra tamamlandı. O zamanlar Gustave Flaubert bu romanını, çalıştığı Revue de Paris dergisinde tefrika etti. 1856’da tefrika edilen roman, 1857 yılında kitap haline gelmiş ve o zaman deyim yerindeyse yer yerinden oynamıştı.Eserden sonra da Madam Bovary Sendromu 19. yüzyılda edebi bir akım olan romantizm etkisinde yazılan romanlarla beraber ortaya çıkmış bir davranış bozukluğudur.

Madam Bovary sendromu, ilk olarak filozof Jules de Gaultier tarafından tanımlandı. Madame Bovary kitabı üzerine yazdığı makalesinde Gaultier, romanın ana karakteri olan Emma’dan söz eder. Ona göre Emma, “kronik affektif tatminsizlik” yaşayan bir kişinin mükemmel bir örneğidir.Madam Bovary, Anna Karenina gibi edebi karakterlere benzemektedir. Bunlar sözde ideal aşk peşinde koşmak için kendi ailelerini ve eş olarak rollerini reddeden kişilerdir. Ne kadar yazıldığı dönem itibari ile olaya bakmaya çalışsak da, hep bir eksiğimiz oluyor. Örnek vereyim; arada etkilendigimiz olaylar karşısında acaba şimdi benim başıma gelse nasıl tepki veririm diye.

Oysa o konular belki de şimdi çok önemsizdir, bilemiyoruz. Ama Emma'ya kızmadım desem yalan olur sanırım. Ah Emma ah! Çektiğin kadar bize de çektirdin. Sevgilerle...

Kadir Şarkı / Okuyorum.org

Toplumsal Tarih Dergisi'nin Kasım Sayısı Çıktı

Toplumsal Tarih, Çin tarihi ve çalışmaları alanında yeni kuşak araştırmacıların katkı sunduğu bir dosya ile Kasım ayına merhaba diyor. 

Toplumsal Tarih Dergisi Kasım Ayı 323.Sayısı
Toplumsal Tarih Dergisi Kasım Ayı 323.Sayısı
Yayın kurulu üyemiz Selçuk Esenbel’in editörlüğünde hazırlanan bu dosyada bir araya getirilen makalelerin her biri Çin tarihi ve çalışmaları alanındaki güncel tartışmalara ve eleştirel araştırmalara örnek sunacak nitelikte. Bununla beraber, Çağdaş Üngör, Ceren Ergenç, Selda Altan, Uluğ Kuzuoğlu Ve Z. Hale Eroğlu Sağer’in da katkı sunduğu bu dosyada sunulan makalelerin, Türkiye’nin dünü ve bugününde devam eden tarihsel ve kimliksel tartışmalarla da ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Dosyamızdaki makaleler sadece Çin tarihi üzerine yoğunlaşmıyor, demokrasi tartışmaları ve güncel Covid-19 krizi gibi Çin’in bugün yaşadığı birtakım sorunları da içeriyor. 

Dosya dışındaki sayfalarımızda yer alan Taybuğa Aybars Mamalı’nın makalesi Geç Osmanlı İstanbul’unda Tiyatrolar ve Denetim üzerine odaklanırken, Oya Kasap Ortaklan’ın makalesi Osmanlı’da Sinema İşletmeciliğine ve Film Dağıtımına dair bir değerlendirme sunuyor. 

Murat Cankara’nın hazırladığı “Bir Vasiyetname, Bir Fitne ve “Siyaset Dizaynı” adlı yazısı, Can Nacar ve Yonca Köksal’ın Erzurum-Şam-Mısır Hattında Hayvan Ticareti üzerine makalesi, Nur Çetiner’in “Kıbrıs’ta Tanzimat Yansımaları” adlı makalesi, Fırat Küskü’nün II. Abdülhamid Döneminde Hayat Kurtaranlara dair makalesi ve Aylin Doğan’ın “Bir Osmanlı Feministin Kaleminden: Mükemmel ve Mufassal Aş Ustası” isimli makalesini ise yine dergimiz sayfalarında bulabilirsiniz. Ayrıca Emel Seyhan’ın hazırladığı Osmanlı Basınında Yüz Yıl Önce Bu Ay yazısında Kasım 1920’de yayınlanmış haberlere ulaşabilirsiniz.

Toplumsal Tarih’e e-dergi olarak da Issuu, Google Play ve Kobo platformları üzerinden ulaşabilirsiniz. Issuu üzerinden abonelik seçenekleri de mevcut. Eski sayıları e-dergi olarak okuyuculara sunma çalışmaları ise devam ediyor. Etkinlikler için Tarih Vakfı’nın sosyal medya hesaplarını takip edebilir, internet sitemizi ziyaret edebilir, ayrıca Tarih Dostu olarak Vakfa destek olabilirsiniz. Tarih Dostu olunduğunda Toplumsal Tarih dergisi her ay ücretsiz olarak okurlara gönderiliyor, ayrıca Tarih Dostu okurları Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan %50 indirim sahibi oluyor.

Notos'un Kasım-Aralık Sayısı Çıktı

Notos’un Kasım-Aralık 2020, 83. sayısı çıktı Bütün Türkiye’de, bine yakın satış noktasında.

Notos Dergi, Kasım-Aralık 83.Sayı
Notos Dergi, Kasım-Aralık 83.Sayı
İÇİMİZDEKİ ZAMAN

Hazırlayan Nilüfer Güngörmüş

• Şavkar Altınel: “Gözümde görkemli ve büyülü olan romandı.”

• Mikaël Gómez Guthart ve Ariana Harwicz: Dilin Firarları, Çevirinin Coğrafyaları

• Andrew Hui: Aforizmalara Övgü

• Javier Cercas: Koronavirüs Karşı Raporu

• Zeynep Bengü: Berthe Morisot - Empresyonist Bir Kadının Özgürleşmesi

Edebiyatımızın önde gelen dergilerinden Notos, her yıl bir sayının kapak konusunu bir yazar editöre teslim ediyor. Notos’un bu yılki konuk editörü yazar, çevirmen ve psikanalist Nilüfer Güngörmüş. Dosya konusunu İçimizdeki Zaman olarak belirleyen Nilüfer Güngörmüş, sunuş yazısında, “Kendilik hissimizin ve yaratıcılığın ana bileşeni olan ‘içsel zaman’ deneyimi üzerine birlikte düşünmeyi amaçladık,” diyor, “Edebiyat, felsefe, psikanaliz, sanat gibi farklı disiplinlerden gelen yazarlar ve sanatçılar olarak zamanla ilişkimizi irdelemeye çalıştık.” Dosyada Nilüfer Güngörmüş, Enis Batur, Kaan H. Ökten, Yavuz Erten, Sema Kaygusuz, Melis Tanık Sivri, Ohannes Şaşkal ve Ercan Kesal’ın yazıları, Sandra Çavdar’ın resimleri, Virginia Elena Patrone, İpek Okyar ve Elif Mercan’ın illüstrasyonları yer alıyor.

Notos’un bu sayısında Memet Fuat Ödülü ve Erdal Öz Edebiyat Ödülü sahibi usta yazar ve şair Şavkar Altınel’in edebiyat geçmişini baştan sona değerlendirdiği bir söyleşi yer alıyor.

Aganta bölümünde günümüz edebiyat dünyasına ve güncel kitaplara dair yazılarıyla Başak Bingöl Yüce, Aslı İdil Kaynar, Alper Güngör, Senem Utku yer alıyor.

Bir Yazarın Seçtikleri bölümünde Nermin Saybaşılı bir akademisyen-yazarın entelektüel yolculuğunu kuran köşe taşları olarak gördüğü kitapları; Ertuğ Uçar ise en çok etkilendiği yazarı nedenleriyle birlikte Notos’a anlatıyor.

Çağatay Yılmaz ve Ülkü Oktay kısa sorulara kısa yanıtlarla kendi yazarlık serüvenlerini ve yayımlanan son kitaplarını anlatıyor.

Notos’un bu sayısında öyküleriyle yer alan yazarlar: Brian Aldiss, İlhan Durusel, Kadir Işık, Semrin Şahin, Dilek Karaaslan, Murat Darılmaz, Eser Kuru, Suna Dirikan, Gülce Maşrabacı, Tuğçe Yaşar, Meral Adalı.

Paullo Coelho Zahir Kitabının Konusu Çok Basit

Yazarın dünyaca ün yapan kitabı simyacıyı okumuştum ilk olarak fakat Simyacı'yı okuduğum dönemde de beğenmediğimiz söylemiştim. 

paullo coelho, zahir, kitap
Paullo Coelho, Zahir
Sonrasında araştırmalarıma göre mesnevi'den esinlenerek yazdığını itiraf ettiğini okumuştum. Mesnevi okuyan bir insanı tatmin edecek bir kitap değildi. Şimdi ise simyacı ile zahir kitabını karşılaştırdığımda kesinlikle "simyacı" kitabının daha iyi bir eser olduğunu söyleyebilirim. Neden derseniz, konu çok basit ve gereksiz uzatılmış. Altını çizecek hiç bir cümle yok ve kitabın sonunda, bu kitap bana ne kattı sorusuna vereceğim bir cevap bulamadım. Kitapla ve sevgiyle kalın...

Hanife Çavdar / Okuyorum.org

Tolstoy'un Çocukluğum Kitabı Hakkında

Bu kitabı öyle bir günde okumaya başladım ki benim için çok manidar... 

tolstoy,  çocukluğum,
Tolstoy, Çocukluğum
Sabah okumaya başladım ve ilk sayfalardan itibaren babam canlandı gözümde, akşamına yoğun bakıma kaldırıldı babam. Ellerimin arasında yok oldu sanki. Şimdi mi? bekliyoruz, elimizden gelen sadece dua. Çocukluğumun kahramanı babam... Bu nedenle unutulmaz bir kitap benim için...

Büyük bir duygusallıkla okudum kitabı ve son sayfasını gözyaşları içerisinde kapattım. Yazarı tanımak ve eserleri hakkında bilgi edinmek için mutlaka bu otobiyografi serisini okumalısınız. İlk kitap oldukça akıcı ve hiç bir şey gizlenmeden, samimiyetle yazılmış hissini verdi bana. Bilenler bilir Tolstoy hayranlığım oldukça fazladır onun kendi hayatı üzerine yazdığı 3 kitaptan oluşan eserini bu kadar güzel bulmadım açıkçası. 

Bana sanki bir şeyler saklıyor hissini vermişti fakat "çocukluğum" kitabı çok samimi ve içten geldi bana.

Ve elbette yazarın diğer kitapları için bir rehber. O zaman ilk bu kitaplar ve sonrasında diğer eserlerini okumalı. Duygusal zamanıma denk gelmiş olmasını bir kenara bırakarak yaptığım bir yorumdur. Mutlaka okumalısınız. Kitapla ve sevgiyle kalın...

Hanife Çavdar / Okuyorum.org

Wendy Mass'ten Deli Dolu Bir 12 Yaş Macerası

11 Yaş Günü kitabıyla tanıdığımız Wendy Mass, Sonunda 12 Yaş'ta, yine Willow Falls kasabasında geçen ama tamamen farklı karakterlerle ilerleyen, eğlenceli, matrak, çılgın mı çılgın bir büyüme hikâyesi anlatıyor.

Wendy Mass, Sonunda 12 Yaş, Tudem Yayınları
Wendy Mass, Sonunda 12 Yaş, Tudem Yayınları

''Helikopter Ebeveynlik'' tanımı üzerinden, ilkgençlik çağındakilerin aile ilişkilerine odaklanan bu sürükleyici roman; ahlaki bir ders vermeksizin, hayatın içinden gerçekçi örnekler eşliğinde ''doğru şeyi'' yapmanın önemini vurguluyor. Küçük kasaba sakinlerinin büyük hayallerine ayna tutan Amerikalı yazar; popüler kültür ve tüketim toplumu bağlamında tektipleşen, benzer mutluluklar peşinde koşturan gençlerin gelecek kaygıları üzerine düşündürüyor.

Cep telefonu almak, kulağını deldirmek, evde tek başına kalmak, makyaj yapmak, evcil hayvan sahiplenmek...

Willow Falls kasabasında yaşayan Rory, 12. yaş günü için çok heyecanlıdır. En sonunda, yıllardır büyük umutlarla hazırladığı ''Yapılacaklar Listesi''ndekileri birer birer hayata geçirme vakti gelmiştir. Yapmasına izin verilecek yepyeni şeyler, hayatını tamamen değiştirebilir. Ne de olsa artık koca (!) bir kızdır ve özgürlüğünü kısıtlayacak hiç kimse yoktur! Hayallerini gerçekleştirmeye başladıkça, bazı talihsiz olaylarla karşılaşır. Daha aldığı gün telefonunu kaybeder, sahiplendiği tavşan ''azıcık'' vahşi çıkınca onu iade etmek zorunda kalır. Bu arada, okullarındaki bir film çekiminde figüranlık bile yapar ama maalesef yine aksilikler peşini bırakmaz. Büyük düşler kurduğu 12. yaş günü hiç de umduğu gibi ilerlememektedir. Yoksa, iple çektiği bu yeni yaşı hayatında bir dönüm noktası olmayacak mıdır? Rory'nin hesaba katmadığı önemli bir ayrıntı vardır: kaderi...

12. yaş günüyle birlikte, deli dolu bir kendini tanıma serüvenine atılan Rory'nin ''yeni yetmeliklerini'' hem komik hem de düşündürücü olaylar eşliğinde anlatan Wendy Mass bu kitabıyla, büyümenin ve olgunlaşmanın aslında ne olup ne olmadığını tartışıyor.

Küçük şeylerden büyük mutluluklar çıkarmanın gerçekte mümkün olabileceğini hatırlatan Sonunda 12 Yaş, hayattaki basit ayrıntıların değerini bilmeye, hakiki dostluğun ve aile sevgisinin izini sürmeye çağırıyor okurlarını...

Adem Gümüş'ün Kuyudaki Züleyha Kitabına Dair

kuyudaki züleyha, adem gümüş
Adem Gümüş bu romanı kendi ifadesiyle kadınlık fıtratı zedelenirse annelik mevhumunun da zedeleneceğinden yola çıkarak kalemle almıştır. “Kuyudaki Züleyha”; dili, anlatımı, konusu, konuya hâkim oluşu itibariyle ve edebi sanatın güzel icra edilişiyle başarılı bir romandır. Kitabı tavsiye ediyoruz.

Osman Aytekin / Okuyorum.org

Asılı Dağ’ın Kâhini Cesaret Dayanışma ve Umut Dolu Bir Kitap

Mine Kazmaoğlu tarafından ilk kez Türkçeleştirilen Vladimir Tumanov’un Asılı Dağ’ın Kâhini isimli çocuk romanı Günışığı Kitaplığı’ndan çıktı.

asılı dağ'ın kahini, vladimir tumanov, günışığı kitaplığı
Asılı Dağ'ın Kahini, Vladimir Tumanov, Günışığı Kitaplığı

Yakın tarihten gerçek bir serüvenin kapısını aralayan Tumanov’un yeni kitabının konusu şöyle; On ikinci doğum gününe uyanan Kassandra yıllar sonrasından gelen gizemli bir mektup bulur. Kassandra'nın kendi elyazısıyla yazılmış bu mektup gerçekleşeceği günü ve saatiyle büyük bir felaketi haber verir. Herkesin yaşamının sonu anlamına gelen bu felaketi önlemek isteyen Kassandra'ya Jay dışında kimse inanmamaktadır. 

Okumayı bırakıp son sayfayı da masaya koydu ve uzun bir süre heykel gibi öylece oturdu kaldı. Eli ayağı tutmasa da, zihni deli gibi çalışıyor, düşünceler kafasının içinde fır dönüyordu.

Yazar Tumanov, felaketin yaşanacağı saat hızla yaklaşırken okuyucuda merak ve heyecan duygularını diri tutmayı başarmış. Bir çocuğun sevdiklerini kurtarmak için atıldığı amansız mücadelenin anlatıldığı bu eseri mutlaka okumanızı öneriyoruz.

Uykusuzlar Devrimci Bakış Açısıyla Kadın İdeolojisini Sorguluyor

İnci Aral “Uykusuzlar” hikâye kitabında toplumsal değişimi ve bu değişimin bireyler üzerindeki etkisini, savrulmalarını konu ediniyor. “Uykusuzlar” da devrimci bir bakış açısıyla kadın ideolojisini de anlatıp sorguluyor.

uykusuzlar, inci aral, kitap
İnci Aral, "Tarih tek tek insanlara bakmaz. İnsanların acılarını tarih anlatmaz, edebiyat anlatır. İnsanın kendini keşfetmesi, neye sahip olduğunu ve onunla neler yapabileceğini anlaması gerekiyor”, diyor. Bu bakış açısıyla “Uykusuzlar” bir anlamda örtüşüyor.

“Uykusuzlar” öykülerinde; Sevinçleri, gelecek düşleri, umutları yara alan insanlar, hüzünle bekleyişler, yalnızlıklar, kaygı ve korkular içinde aşkın sıcaklığında yaşama tutunma çabaları bir umut olarak karşımıza çıkıyor.

Kitapta yedi hikâye bulunuyor: Mor Damga, Mehmet Kaptan, Karanfil Saksılarda, Karanlığa Kumru Nakışıdır, Ağrılı Kapısında Gecenin, Kıyıda ve en uzun hikâyesi olarak da “Güz Yaprağı”.

Kitap tanıtım yazısından: “İnci Aral her zamanki akıcı, şiirsel anlatımı ve toplumsalla bireyseli iç içe kavrayan yazarlığıyla bitmemiş bir baskı döneminin ürkütülmüş, ezilmiş insanının ruh ve beden acılarına eğiliyor.”

Kitap rahat okutuyor. Akıcı, şiirsel bir dil hâkim. Yazar İnci Aral kimi an zevkle, kimi an da hüzünle, sevgiyle bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculukta okuru düşündürüyor, sorgulatıyor. Kitap bir yönüyle hayata karşı ideolojik, devrimci bir mücadele ve savaş düşüncesini hissettirir. Kültürel duyarlılıkla yazılmış özlemlerle tutkularla hayata tutunma çabasıdır.

Osman Aytekin / Okuyorum.org

Bir İdam Mahkumunun Son Günü'nü Okumaya Hazır mısınız?

Kitabın adı bile konusuna dair detay veriyor aslıda. O yüzden aman konusunu anlatmayayım çabası içerisine girmeden yorum yapmaya çalışacağım.

Bir İdam Mahkumunun Son Günü, victor hugo
Kitap uzunca bir önsözle başlıyor. Sabırla okumanızı tavsiye ederim. Çünkü dönemin adalet sisteminden ve siyasi hayatından bir çok bilgi içermekte, böylelikle kitabın konusuna daha hakim olacak ve anlamanıza yardımcı olacaktır. Yazar idama mahkum olan bir gencin neler hissedebileceğine dair ne kadar çok duygu varsa kaleme dökmüş, bir nevi mahkumun iç sesi olmuş. Bir insanın ölüme giden yolda neler hissettiğini muazzam ifade etmiş. Bu konuda takdiri hak ediyor. Boşuna klasikleşmiş bir eser değil anlayacağınız. Tüm bunlar bir kenara, sizlerden aklıma takılan işin içinden çıkamadığım konu hakkında yardımınızı rica ediyorum!

Dönemin adalet sisteminde idam var, belli başlı suçlar işlenirse cezası ölüm. Dönemin şartları göze alınırsa yazar büyük cesaret örneği sergilemiş ve kendi dünya görüşüne ters olan ölüm cezalarını insani bulmadığı için bir protesto niteliğinde bu kitabı kaleme almış.

Kendi görüşlerimi bir kaç kelime ile ifade etmek isterim; savaşın her türlüsüne, yakıp yıkmaya, can almaya, zulme karşı biriyim. İnsanların insanca yaşamaları en büyük arzum. Hal böyle olunca evet idam bir insanın yaşam hakkını elinden almak gibi duruyor. Acıkcası kitabi okurken çok fazla çelişkide kaldım ve bu yüzden yardım talep ediyorum...

Bir bebeğin ırzına geçip her türlü işkenceyi yapan bir caninin yaşam hakkı olmalı mı?

Genç bir kadın, amacı okuldan evine gitmek olan ve şöför tarafından tecavüze uğrayıp öldürülen bir kadının katili ölümü hak etmiyor mu? Sadece canı adam öldürmek istediği için, sırf zevk için adam öldüren güzünü kan bürümüş bir katil ölümü hak etmiyor mu? Tüm bu sorulara cevabınız hayır ise, peki bu saydıklarım sizlerden birinin yakını olsaydı yine böyle mi düşünürdünüz?

İnanın ben tüm bu sorulara cevap verdim ve ailelerinin yerine de koydum kendimi fakat bir çözüm bulamadım!!! Sevgiyle ve kitapla kalın...

Hanife Çavdar / Okuyorum.org

Altı Kırk Dört Dalgası: Bir Yazarın Yaratıcı Yazma Serüveni

Behiç Ak'ın Altı Kırk Dört Dalgası isimli öykü kitabında yazmaya bir türlü odaklanamayan bir yazarın dikkatini dağıtan unsurları bir bir okurken yazarın hayal gücüne ve öykülerini kurgularken beslendiği kaynaklar hakkında bir takım bilgilere sahip oluyorsunuz. 

behiç ak, Altı Kırk Dört Dalgası, günışığı kitaplığı
Behiç Ak, Altı Kırk Dört Dalgası, Günışığı Kitaplığı

Yazarın dikkatini dağıtan horoz Muzaffer Bey ile başlayan romanda, yazarın çevresindeki kişiler birer birer öyküye dahil olur. Matematikçi Mecnun Bey'in yoksul bir apartman görevlisinin evine horoz sesini susturmak için hırsla dalmasıyla başlayan öykü Şehrazat'ı görmesiyle Mecnun Bey'i hikayenin kahramanlarından biri haline gelir. Öykü, Mecnun Bey'in eşi yıllardır hayalini kurduğu Gezici Kütüphane fikrinin belediye tarafından onaylanmasıyla daha da dikkat çekici hal alır, Yazar, şehir hayatından sıkılan insanların gezici kütüphaneye dönüştürülmüş otobüsle Şehrazat'ın annesini bulmak için çıktıkları yolculuğu okura aktarırken kötülükten uzak yaşam dolu mesajlar veriyor. Olayların kusursuz ilerlemesi bazılarınızın hoşuna gitmeyebilir. İnandırıcılık peşinde koşan okurlar memnun olmasa da okuyorum.org ailesi olarak bizler iyilik yayan bu türlü metinleri savunuyor ve yazarı destekliyoruz. Romandaki gibi iyi şeylerin gerçekleşeceğine inanıyor ve mutluluğu aptallıkla özdeşleştirmiyoruz.
  
Matematikçi Mecnun Bey, hayali köpeğini arayan Doğan, gezici kütüphanesiyle Nigar Hanım, annesini özleyen gazete dağıtıcısı küçük Şehrazat, horoz Muzaffer Bey, altı kırk dörtteki o dalga...

Bir yazarın odasından mahallesine, mahallesinden köye, köyden ormana uzanan heyecan ve yaşam dolu maceralarda zaman zaman yazarın kapısını çalan öykü karakterleri, yazarın da hikayenin içine girip karakterlerle konuşmaya çalışması, karakterlerin yazarı gördüklerinde ki memnuniyetsizliğini okuduğunuzda şaşkınlığınız artacak. 

Her yaştan okurun dikkatini çekecek sıradışı kurgusuyla bizlerden tam not alan Behiç Ak'ın hem yazıp hem resimlediği Günışığı Kitaplığı'ndan çıkan Altı Kırk Dört Dalgası isimli eserini mutlaka okumanızı öneriyoruz...

İsrafil Baran / Okuyorum.org

İlkay Coşkun Yazdı: Kalem ve Kağıt

Tabiatı, çevreyi, dünyayı, canlı ve cansız varlıkları soyut ve somut halleriyle gözlem altında bulunduran insan, içe doğma, feyiz ve sezgi hallerini de yaşar. Bu halleri yazıya döken yazar, şair, derlemeci, araştırmacı gibi isimlerle adlandırılır. 

Bu dış alımları süzüp içvarlığında şekillendirip yazıya dökme halidir yaşanılan. Dürtü ve tetiklemeyle harekete geçen bu durum elle tutulur hale gelir. Nesiller arası kültür ve maziye yönelik yaşanmış hadiseler illaki yazılmaya ihtiyaç duyar.

Birikmek ve biriktirmek daha çok ve esaslı yazılar yazdırır yazara. Dolup taşmanın yazmada ki hal-i pürmelâlidir. Okumalarla, hissetme ve dokunmalarla, gözlemlemelerle bu doluluk haline ulaşılır. Kozalanarak çoğalma halidir bu. Doğum hali gibi. Kabuk değiştirme hali gibi vurucu hamlesini yazı ile yapar.

Dile, düş gördürme haliyle kaleme döker yazar ve şair. Melih Cevdet Anday’ın ‘Rahatı Kaçan Ağaç’ şiirinin son dörtlüğünde ‘ona bir kitap vereceğim/ rahatını kaçırmak için/ bir öğrenegörsün aşkı/ ağacı o vakit seyredin/ mısrasında olduğu gibi düşü yaşatır hep.

Yaşanmışlıklar, mistik ve büyülü yan gibi unsurlar yazarı semboller ve imgelerle mücehhez halde ürün inşasında buldurur. Yazma ortamının, altyapısının sağlanmasının bir şartı da son kertede yalnızlık, tek başınalık halini sağlayabilmekte yatıyor. Yalnızlık hali daha çok kendi içinde yaşamayı, daha çok duyumsamayı ve yazıya dökmeği kolaylıyor. Yalnızlık ve özleşme hali yazmayla buluşuyor.

Yoğun bir emek, birçok şeyde olduğu gibi yazmanın da çatısı hükmündedir. Yazmadaki süreğen anlayış, emek ve yazmayı tetikleyen ilham kıvılcımının bir araya gelmesi şeklinde ele alınmaktadır. Bu kavuşmadan sonra vücut bulan ürüne göre yazarların ayrı ayrı biçemleri kendini gösterir.

Düşünen, okuyan, yazan insan daha çok dışını bezemekten geri kalıyor. Maddi anlamda dışını süslemeyi, bezemeyi gereksiz ve anlamsız da bulabiliyor yazar. İç dünyasının düzeniyle hemhal olduğu için dış dünyasında hep bir eksiklikler gözlenebiliyor. İstisnalar dışındaki bu hal yazarın aile hayatında, para ve imkânlara ulaşma hayatında yetersizliklere sebebiyet verebiliyor.

Yazma eyleminden önce çaba, okuma, arama, arınma, sezgi, aşk gibi birçok yardımcı öğe gerekiyor. ‘Yıldızları da güneşleri de devindiren aşktır’ diyen Dante’nin sözünde ki aşk faktörünü önemsemek ve göz önünde bulundurmak ayrıca gerekiyor. Aklın kılavuzluğunda yol alan yazar ve aklın kılavuzluğunu örseleyen şair bu istikamette yolunu almaya devam ediyor.

Kitap okumanın lezzetini tatmış olanlar iyi bilirler. Çok okumak deniz suyu içmek gibidir. İçtikçe susatır ve tekrar içmeye yeltenirsiniz. Geçenlerde okuduğum bir yazıda Bernard Show’un bir sözüne rastladım, şöyle diyor: ‘Eğitimime, okul yüzünden uzunca bir süre ara vermek zorunda kaldım’ şeklinde. Okulun, okul kitaplarının gerek okumaya, gerekse de mesleki yeteneğe bir alt zemin oluşturduğu gerçeğini göz ardı etmeden, olayın bu farklı boyutunun notunu da düşmek istedim.

Yazarlık atölyeleri, şiir atölyesi ve/veya başka adlar altında da isimlendirilen, daha çok okuma ve yazmayı bünyesine alan çalışmalar, faaliyetler uzunca bir zamandır toplumumuz içerisinde hayatiyetini sürdürüyor. Bu alanların, okumayı daha çok sistematiğe sokabilmenin ve yazma noktasında ufak tefek ipuçları verebilmenin gayretleri olarak gözüküyor. Okuma ve yazma, iştiyakı, sistematiği, sabrı, gece sabahlamayı, kıyıyı köşeyi, kütüphanelerde gezmeyi, az konuşmayı çok düşünmeyi önceleyen bir yaşam bütünü. Çok kitap okuma, yazma ateşini harlar. Her okuyan yazmayabilir ama her yazan genellikle okuyanlar arasından çıkar. Nasıl ki zamanı iyi kullanmak medeniyetin şartlarından biriyse, bilgiye ulaşmanın, bilgiyi kullanabilmenin baş araçsalı kitapları da hayatın geneline yayma, medeniyetin olmazsa olmazlarındandır.

Okumanın insan gelişiminde ki karşılığını en güzel Üstad Necip Fazıl Kısakürek özetlemiş. ‘Yeni bir görüş ve duyuş mimarisinin toprak üstünde sarayını kuracak tek vasıta kitaptır’ diyerek. Nasıl ki açılmamış kuşun kanadının genişliği bilinemiyorsa, kitapla buluşmamış insanın da yetenekleri, becerileri tam olarak gün yüzüne çıkmıyor. Sonuçta kitaplar bilgiyi, kültürü, tarihi, yaşanmışlığı, hayali, umutları sayfalarında barındırıyor.

Özellikle son yıllarda kitaba, okumaya yönelik olarak küçük şehirlerde, bazı ilçelerde dâhil kitap fuarlarının düzenlenmesi, modern kütüphanelerin çağın gereklerine, sosyalliğe uyarlanarak faaliyete girmesi gibi birçok olumlu gelişme kitaba, okumaya, yazmaya yönelişi pekâlâ artırmaktadır. Kitap basımı ve okumada ki istatistikî verilerin yanında nicelik ve sayısal çokluğun yanında, nitelik ve kalitenin de masaya yatırıldığı evreleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Nicelik boyutundan nitelik boyutuna geçiş, işin estetik boyutuna ve daha iyisine ulaşma gayretlerini körükleyecektir.

Özellikle sunulan imkânların azlığının nice çoklukla boy ölçüşebilir olabilirliğini de tasavvur etmek gerekiyor. Sulak bir ovada kolaylıkla büyüyen bir ağaçla, yamaçlarda, kıraçta büyümeye çalışan bir bodur ağacın kıyaslamasında ki artıları ve eksileri bereketle, dayanıklılıkla ve hatta yerli ve yerlilikle içselleştirmek gerekiyor. Konuyu dağıtmadan bir örnek verecek olursam. Bire otuz veren ithal bir hibrit tohumun yanında bire sekiz on veren yerli bir tohumun kıyaslamasını yaparken sadece orana bakılmaması gerektiği sorusunu kendimize sormamız elzem olacaktır. Kanaatin ve bereketin azda olduğunu da görmek gerekiyor.

Gündelik hayatımızda kitapla alakalı aradığımız istekler değişkenlik gösterebilir. Kitabın pahalı olması, rafta kitabın düzenli durabilmesi, kitabın standart bir kitap cesametinde olması, cepte dahi kitabın taşınabilir olması gibi örnekleri sıralayabiliriz. Kitabı okumaktan ve içeriğinden ziyade gösterişe malzeme yapılması yanlışını maalesef ki görebilmekteyiz. Gerektiği noktası dışında kitabı kuşe kâğıdı gibi üst kalite de basarak israfa yönelme yanlışını maalesef ki görmekteyiz. Ağacın özü kâğıdın ve mürekkebin hakkını da düşünmemiz gerekiyor. Özellikle okumayla, yazmayla, şık kütüphanelerle, kitap fuarlarıyla gelişen güzelliklerin, kâğıt üretim sanayimizin hayata geçmesine vesile olacağı kanaatindeyim.

Bir okur için okurken ki teslimiyeti ve bir yazarın yazılarında ki derinliği aynı çerçevede örtüştürüp kıvama getirmek ve dünya ile yakın ünsiyet kurup, dünya ile yarışır konuma gelmemizin zeminini hazırlayıp, şartları iyileştirmek gerekiyor.

Livaneli Serenad'da Sık Sık Başkarakteri Susturup Adeta Kendisi Konuşuyor

Eğer diyor bir Youtuber "birazdan yapacağım testin sonucu pozitif çıkarsa bilin ki o dizi yaz dizisidir." Tabi başlıyor semptomları saymaya ve o belirti dizide varsa karşısına kocaman bir tik atıyor. Biz de tabi buna benzer bir testle başlarsak, kitap hakkında genel bir kanı oluşabilir.

serenad, livaneli

Kitap sürükleyici mi? ✔️(dinnn sesi) 

Kitap akıcı ve açık mı? ✔️(dinnn sesi)

Kitapta merak öğesi bolca kullanılmış mı? ✔️(dinnn sesi)

Kitapta tüm yollar dönüp dolaşıp aşka varıyor mu? ✔️(dinnn sesi) 

Kitapta uzun uzun betimlemeler ve okuyucuyu yoran uzun cümleler var mı? ❌(dızzt sesi) 

Kitabımız tüm belirtileri gösterdiğine göre teşhisi koyabiliriz artık. Bu kitap okuyucu için "Beni harbiden çok SARdı" diyeceği bir kitap. Çünkü okuyucuyu SARan kitap, Sürükleyici-Akıcı-Roman üçlüsünün ilk harfleridir de ondan. 

Evet her ne kadar teşhisi gayrı ilmi yollarla kaçak olarak koyduksak da kitap genel olarak böyle. Konusuna, içeriğine hiç girmeye gerek yok. Gerçek ve kurgu harmanlanmış, okuyucuya sunulmuş. Tabi yukarıdaki semptomlarda gördüğümüz üzere aşk olayların merkezinde. Bu noktada okuyucu, tarihi gerçeklikler ile aşkın duygusal boyutları arasında savrulabilir. Ve sıklıkla kurgunun içine serpiştirilmiş bilgiler, onu kimi yerde romanın dışına sürükleyebilir. Hani şuna mı kızayım, bunu mu araştırayım, ona mı üzüleyim gibi gitgeller yahut gelgitler yaşayabilir. Ayrıca uyanık okuyucu verilen bilgileri netten araştırabilir. Mesela kitapta alıntı içinde yer alan Milli Emniyet Teşkilatı'nın aslında olmadığını onun yerine Milli Emniyet Hizmeti'nin olduğunu görecektir. Yani 2 günde bitireceğine 4 günde bitirebilir kitabı. Roman boyunca yazara bir yönden kızıyordum. Şöyle ki, kahramanı özgür bırakmıyordu. Sık sık başkarakteri susturup adeta kendisi konuşuyordu. Yani Maya'nın sesi değil de, Livaneli'nin sesini duyuyordum satırlar arasında. Bunu da kendisi "çünkü bu ustaca bir kitap yazma girişimi değil, bir iç dökme" cümlesiyle açıklamış oluyordu bir nebze. Kitap elbette yazarın da demesi gibi, edebi nitelik kaygısıyla yazılmamış, samimi, içten. Son olarak hani Mevlana ve Yunus Emre arasında geçen bir diyalog anlatılır ya Yunus Emre, Mevlana'ya Mesnevi'de sözü çok uzattığını söylemiş de peşinden şunu eklemiş: Ete kemiğe büründüm/Yunus diye göründüm. Bu 481 sayfalık kitabın da ete kemiğe bürünen cümlesi benim için şu oldu: "Yılanlarla, akreplerle, tehlikeli kuyularla dolu arka bahçede oynamasına izin verilmeyen çocuklar gibiydik." İyi okumalar.

Mehmet Keklikçi