The Most/Recent Articles

soylesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
soylesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

"Edebiyatta Dijitalleşmeyi Yakın Gelecekte Çok Konuşacağız."

Kitapları çeşitli dillere çevrilen usta yazar Müge İplikçi, Kitap Cumhuriyeti’nin Yayın Kurulu’nda yer almakta. İplikçi, yayıncılık ve genç yazarlarla ilgili soruları kısaca yanıtladı.

Yazar Müge İplikçi
Yazar Müge İplikçi

Yıllardır bir okur ve yazar olarak yayın dünyasının içindesiniz. Geriye dönüp baktığınızda neler söylersiniz: Sizce yayıncılık değişiyor mu?

Yayıncılık değişiyor elbette, her şeyin hızla değiştiği bir dönemden geçerken o da değişmek durumunda. Kaliteden ödün vermeksizin farklı mecraları zorlamak kaçınılmaz.

Yazar adaylarına Kitap Cumhuriyeti’ni önerir misiniz?

Yazar adaylarına elbette bu mecrayı öneriyorum; ancak ondan önce yazdıklarının kalitesini düşünmelerini...

Edebiyatta dijitalleşme ile ilgili olarak neler düşünüyorsunuz?

Edebiyatta dijitalleşmeyi yakın gelecekte çok konuşuyor olacağız.

Deneyimli bir yazar olarak yazar adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?

Yazdıklarının ilk önce kendilerinin içine sinmesini; kendileri ve kalemleriyle barışık olmalarını. Aksi takdirde, adına edebiyat ortamı dediğimiz o “sert” ortamda var olamazlar

İlkay Coşkun ile İç Hatlar Deneme Kitabı Üzerine

Merhum Cemil Meriç’in kitaba dair birçok değerli sözleri bulunmaktadır. Meriç’in “Meçhule açılan bir kapıdır kitap. Meçhule, yani masala, esrara, sonsuza” sözü her yeni bir kitap için söylediği aşikârdır.

İlkay Coşkun, İç Hatlar
İlkay Coşkun ile İç Hatlar Deneme Kitabı Üzerine
Kapağını açmadığımız her bir kitap saklı bir hazinedir. Emeğin harcıyla yoğrulan türlü türlü tezgâha geçmeden yazarın hayalini süsleyen taç olan kitap elimize aldığımızda matbaanın mis kokusunda kütüphanede yerini alır. Her kitabı alır almaz okur muyuz?  Öncelikler arasına dâhil mi ederiz.  Kitap sevgisi olanlar o kitabı bir gün okurum diye alırlar. Çünkü zahmetlerin rahmete dönüştüğü sırlarla dolu kitapların değerini bilirler. Kütüphaneler açık hazinelerdir. Arayan bulur misali her kitap yolculuğu arayışlarımızı bizlere kâh yakınlaştırır kâh uzaklaştırır kâh da sırların sırlarına ermemizi sağlar. 

“Bir Yazar, Bir Kitap” yazı dizisi bu naçizane duygularla yola çıktı. Yazarlığa kendini adamış, yarınlara bir hoş seda bırakma arzusu içerisinde olan  Şair-Yazar İlkay Coşkun’la 2020 yılının sonunda Kitapyurdu yayınlarından çıkan “İç Hatlar” kitabı hakkında söyleşi yapacağız. Değerli vaktini ayırdığı için hocamıza çok teşekkür ederiz. 

İnsanı kendisi anlatması zordur. Lakin kaçınılmaz bir soru ile başlamak istiyorum. Hocam, İlkay Coşkun kimdir?

Allah'ın selamı üzerinize olsun. Selam ve muhabbetlerimi gönderiyorum. Söyleşimize geçecek olursam. Hayat mücadelemiz, işimiz, hayat koşuşturmalarımız ve hayatın bize biçtiği rollerimizin yanında okumaya ve yazmada hem sahici hemde hayal nüveleri barındıran çeşitliliği yaşamaya çalışan bir fani diyelim. 

“İç hatlar” kitabınızla alakalı ilk sayfalarında “tamam bu kişisel gelişime yönelik bir kitap” diye düşündüm. Sayfalar ilerledikçe yanıldığımı fark ettim. Kitabınızda hayata dair ne var ise yaklaşık iki yüz sayfanın içerisine sığdırmaya çalıştığınızı gördüm. Kitabınızın oluşmasındaki bu zenginliği neye göre inşa ettiniz? 

Şiirler, yazılar, kitaplar; şair ve yazarların gizli yarası değil midir? İddiası olan, hayali olan, derdi olan yazmaz mı? Hayatın içerisinde olan, sorgulayan insan hem okumaya hemde yazmaya ihtiyaç duyar. Hayatta hem ölü görüp ağlamış hemde düğün görmüş oynamış insanlardandır yazarlar. Sevinci de yaşar, melâlide yaşarlar. Geçip giden rüzgâr gibi olan sözün karşısındaki yazının kalıcılığını, değerini görmemiz gerekiyor. Ayrıca terakki ve istidada malik olmanın birincil şartının okumaktan ve öğrenmekten geçtiğini de biliyoruz. Sözü kendime getirecek olursam; “İç Hatlar” kitabında çeşitli zaman dilimlerinde yazdığım elli yazıya yer verdim. Beş bölüm şeklinde kitap vücut buldu. Yazıların birçoğu da farklı edebiyat dergilerinde yayımlandı. Bölümlerde yer alan farklı yazılarla farklı okur kitlelerine ulaşmayı hedefledim. Elli yazı içerisinden bir yazı dahi olsa ilgili okurun dikkatini çekmesini istedim. Kitaplarımda zenginlik var mı? Varsa ne düzeyde bir zenginlik var? Bu da okurun cevaplayabileceği bir soru. 

Daha çok romancıların uyguladığı bir yöntemdir, birkaç sene kendisini dışarıya kapatırlar. Yazdıklarını bitirdikten sonra kendilerini gösterdiklerine şahit oluyoruz. Bu görünürlük dahi, daha çok kitaplarıyla ilgilidir. Dergilerde yazmayı, sosyal medya meşguliyetini vs. bir süreliğine soğumaya bırakıp sadece yazacağım kitaba odaklanmayı çok isterim ama henüz böyle bir yazar olamadım maalesef. 

Kitabınızda “Uçuş Modu” başlıklı yazınız uzleti anlatıyor. İnsanın kendisine yolculuğu iç hatlarda var oluşunu anlatıyor. Kitabınızda uzlete fazlaca değinmişsiniz. Uzlet kavramı İlkay Coşkun’un hayatında hep var mıdır? Uzlet hakkında düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Hani kültürümüzde, dinimizde hep denge hali vardır ya. Aşırılıklara hep bir mesafeli duruş vardır. Anlatmak istediğim uzlet hali, kendini yalnızlığa, tekbaşılığa, soyutlamaya mahkûm etme değil elbette. Daha çok insanın kendini bulma, tanıma ve kendini dinlemeye alma halidir. İhtiyaç durumunda cep telefonlarımızı uçuş moduna alırız değil mi? Telefonumuz kapalı değildir ama internete, aramaya, sinyal alışverişine kapalıdır. İhtiyaç halinde önemli bir özelliktir. Aynı bunun gibi. Hep dışarı açık olup kendimizi kendimize neden kapalı tutalım ki? Yazar yazdıklarıyla bir taraftan kendini kendine tanıtmaz mı? Dünya seyrüseferimizde çevremizi, başkalarını, dünyayı tanıma yolculuğunda niye kendimizi ihmal edelim ki. Bize bahşedilen hayat bizden çevreye ve çevreden kendimize doğru yol almıyor mu? Üstad Nuri Pakdil’in “İçe bakış, dehşetli hazinedir” sözündeki gibi içsel yolculuk hali, seyr-î sülûk halidir daha çok kastettiğim. “Eve dön, şarkıya dön, kalbine dön” der gibi bir durum.

Hatıralara önem veriyorsunuz. Hatıralar yazarın olmazsa olmazıdır. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu Başkan ile yaşadığınız bir anı da kitabınızın içerisinde yer alıyor. Hatıra kavramından bahseder misiniz? İleriki süreçte hatırat yazmayı düşünüyor musunuz?

Uzunca bir dönem günlük tutmuştum. Ama maalesef kaybettim onları. Zaman zaman da anı yazıları yazıyorum ama ne kadar ilgi ve dikkat çeker bilemiyorum. Hep söylenir, “iyi dostlar biriktirin, herkesten zengin olursunuz” diye. Dost biriktirmekte de belli şartlar var. Sosyal yönünüzün ve iletişiminizin kuvvetli olması gerekir. Özverili olmanızda gereklidir. Elbette müşfik insanda olacaksınız, fedakârda olmalısınız. İletişim kurduğun çevre de değer kıymet bilecek gibi birçok etken var. İnsanlar için, çevre ve diğer canlılar için canla başla çabalayanları bu bağlamda bir adım önde görürüm. Ayrıca anı yazan yazarın, anı biriktirmiş olmasının yanında iyi bir hafızaya sahip olması gerekir ki anılarını yazıya dökebilsin.

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünden bir gün önce görüşmemizi kaleme almıştım. Allah, Muhsin Başkan ve arkadaşlarına gani gani rahmet eylesin. Görüşmemizin içeriğine burada girmeyeyim ilgili yazımda detayları mevcut.  

Kitabınızda mesleğinizin arka yüzünü de ön olana çıkartmışsınız? Mesleğiniz ve yazarlık arasında farklı uçlar var. İkisini de profesyonel olarak yapmaya çalışıyorsunuz. Bir elde iki karpuzu taşıyanı gösterin denildiğinde sanırım sizi gösterebilirim. İş hayatınızın yoruculuğunda yazarlığa nasıl zaman ayırıyorsunuz?  Daha öncesinde yazarlık sürecinden başlayarak kısaca bilgi verebilir misiniz?

Yazarlık işini meslek edinmiş çok az sayıda yazarı saymaz isek çoğu yazar benim durumumda aslında. Daha çok popüler dediğimiz yazarlar bunlar. Satılan kitapları ya iaşesini karşılıyordur ya da çalışmaya ihtiyaç duymayacak birikime, malvarlığına sahiptirler. Yazarın geçimini sağlayan bir işi ve okuduğu yazdığı, keyif aldığı, kendini ifade ettiği yazılar yazıyor olması çok değil bence. İnsanın işi çok zor ve meşgul eden bir iş değilse tabi. İş dışında yazar kendini sosyal anlamda fazla dağıtmıyorsa, kendini fazla bölmüyorsa, okumaya ve yazmaya zamanı kalıyordur illaki. Benim için kitap yazmak, hayatta kalmak olan geçim değil ama hayatımın kaynaklarından birisidir. Hayat birazda yorulma işidir. Kuru pantolon ile balık tutulamayacağını hepimiz biliriz.

Birçok kitabın okuyucuya buluşmasından sonra sizin tarafından kitap tanıtımı kıvamında yazılarınızda, kitaplarınızda yer alıyor. Kitap tanıtımı hakkında düşüncelerinizi alabilir miyiz? 

Okuduğum kitapların en azından bir kısmı hakkında yazılar yazmaya çalışıyorum. Okuma notları ya da değinileri de denebilir. Eleştiri yazıları değil, eleştirmenlik değil tabi bu. Bir yerde kitabı okuduğumun nişanesi yazılar, notlar bunlar. Bu vesileyle de olsa yazarı, eğer hayattaysa tanışma, görüşme imkânını da buluyorum. Örneğin, sosyal medya üzerinden arkadaş olduğumuz onlarca yazar, şair dost var. Az çok yıllardır da birbirimizi takip ediyoruz. Bu dostların kitaplarını okumamış olmayı çok doğru bulmuyorum. En azından ben doğru olanı yapmaya çalışıyorum. Bu güne kadar yüz civarında kitap tanıtım yazısını hiç karşılık beklemeden keyif alarak yazmışımdır. 

Son olarak “İç Hatlar” ile ilgili okuyucuya söylemek istediğiniz bir mesajınız var mı? 

"İç Hatlar” ismiyle müsemma derin anlamlar taşıyor. Dış hatlardan daha çok iç hatlar, kendimizden kendimize güzergâhtır, yoldur. Dış hatlar olacaktır, olmalıdır da ama iç hatları ihmal etmemeliyiz. İç hatlar ile dış hatlar arasında bir insicam ve denge hali vardır, olmalıdır. Dünya da iç hat, ülkemizdir, Müslüman âlemidir. Ülkemizde iç hat, yaşadığımız şehirdir. Yaşadığımız apartmanda iç hat, ailemizdir. Ailede iç hat aile bireylerdir. Bu böyle devam eder. “İç hat” tanımlamasını; benlik, yalnızlık demek olmadığını anlatabilmişimdir umarım.

Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim. Kitaplarla dostça kalın.

* TDED Bursa Şube Başkanı

Muhsin Ertuğrul Kemikli / Okuyorum.org

Yazar Pınar Sönmez: Bağımsız Kitapçılar Âlâ Bir Adadır, Kimliktir, Çağrıdır

OKUYAY Platformu’nun hazırladığı Dört Yanımız Kitap’ta yazarlar eşliğinde Kadıköy kitapçıları, Kadıköy sahafları ziyaret edilmeye devam ediliyor.

Yazar Pınar Sönmez
Yazar Pınar Sönmez
Kadıköy kitapçı ve sahaflarını bu hafta yazar ve avukat Pınar Sönmez ile turladık, yol boyunca karşılaştığımız, selamlaştığımız, raflarını eşelediğimiz kültür adacıklarında nefeslenirken okurunu yaratan, okuruyla yaşayan kişisel tarihimizin kitabevlerini andık.

Bağımsız kitapçının okurluk ve yazarlık dünyandaki karşılığını merak ediyorum.

“Latincede keşfetmenin ve bulmanın karşılığı aynıdır,” bilgisini vurguluyor Borges, Buenos Aires konuşmalarında. Bağımsız kitapçının bendeki duygusu işte bu: Keşif. Borges’in bellek kitaplığından bağımsız kitapçılara… Üniversitedeyken Tepebaşı Tüyap’ta Can Yayınları standında Erdal Öz’ün değerli hatrıyla çalışırdım. Teyzem Nurten Sönmezcan Can Yayınları’nın bağımsız yirmi yıllık düzeltmeniydi. Yayınevindeki her kitabı bilirdim. On gün çepeçevre kitapla, yazın kainatıyla dolu dolu yaşarken aldığım keyifli doygunluk neyse, bağımsız kitapçıdaki yalın sevinç de odur benim için. Ursula K. Leguin’e soruyorlar: “Nasıl yaratıyorsunuz dünyaları?” “Yaratmıyorum, buluyorum,” diyor. Yazmak ya da okumak, yepyeni bir kitap bulmanın ayak basılmadık bir ormana girmekle eşdeğer hissi. Bilmediğim, gezmek için sabırsızlandığım bir soluk, yeni kitap. İşte bağımsız kitapçının bende uyandırdığı kitabı fark etme, merak ve kavuşma diyarı. Seçilmiş kitaplar olmaları güçlü bir filtreden geçmeleri demek. Belki hukukçu deyimiyle “hayatın olağan akışı”nda hiç aklıma gelmeyecek bir kitapla karşılaşmak gerçek bir heyecan.

Kadıköy kitapçılarının hem okurluğunda, hem de yazarlık serüveninde özel bir yerde olduğunu vurguluyorsun hep.

Doğru. Kaybolduğunuzda kendi dünyanızı bulursunuz, bu nedenle isterim ki kaybolun Kadıköy kitapçılarında. Konda’nın Bağımsız Kitabevleri Araştırma Raporu’nda da kimi bağımsız kitapçıların sahaflıktan geldiği belirtiliyor. Kadıköy deyince Mephisto’ya, İmge’ye, istediği kadar hukuk kitabevi olsun Legal’e, vakti zamanının Penguen’ine, Moda Sineması’nın alt katına, adım adım sahaflara ve tüm bu kitapçılardaki coşkulu mutluluğuma sevgiyle ulaşıyorum. Sonra bakıyorum, ilk öykü kitabımda yer alan Bregovic’in Sırım Gibi Bacakları’nın bir sahnesi tam burada geçiyor: “Fakülte Kadıköy’e yakın olduğundan bu labirentvari semtin her yerini biliyorum. Onu yolun sonundaki pasajın alt katına götürmek en iyisi…” “İşte bunu görmelisin sevgili okur,” dediği için var o kitapçı. Benimle aynı yörüngede olduğu için, ilgimi bildiği ve bu ilgiyi körüklediği için bana katkı sağlıyor. Kadıköy’e ısrarla yakıştırdığım labirent vurgusunun köşebaşları kitapçılar. Kitaplarımın arasında kaybolup kendini bulmanın mecrası, macerası.

Okuma kültürünün define adaları olarak nitelendiriyorsun kitapçıları, sahafları.

Elbette. Okuma kültürünün define adaları denilebilecek kitapçılarda okurla buluşmaların daha çok olması arzu edilir. Yüz yüzelik, sohbet, hem yazarı hem okuru besleyebilir. Okuma ve yazma isteğini körükler. Zihnin canlılığıdır. Bu sene, Aras Yayıncılık’ın salonunda Yazım Kılavuzu’nun düzenlediği, Aşk, Yaratıcılık ve Yasa odağında sevgili Şeniz Baş ve Pınar Akseki ile yaptığımız söyleşi de sımsıcaktı, verimliydi. Söz konusu söyleşide belirttiğim mevzu bağımsız kitapçılar için de geçerli, kültür sanatta vergi oranlarının düşürülmesi hakkaniyet gereğidir ve kültür politikamızın parçası olmalıdır. Hele pandemide… Aşk, Yaratıcılık ve Yasa’da detaylarıyla anlatıyorum sanatta vergi hususunu. Ayrıca, kitapçının kendi anlayışına göre düzenlediği ortadaki masaları severim. Tünel’deki Robinson’un seçtikleriyle başladı bu zihin zevki. Şimdi ofisimin hemen yanındaki Pandora’da da masa etkili, doğal bir pusula olabiliyor. Sadece yeni çıkanlar ve bir görünüp bir kaybolacak kitaplar değil, orada beni bekleyen kitabı bulmaktır bu. Tanım da önemli. Bağımsız kitapçılığın bir özelliği kendi seçkileriyse çalışan diyaloglarının bende bıraktığı izlenim ve kitaplığıma katkısı da övgüye değer. Tünel Kırmızı Kedi’nin çalışanıyla dakikalarca konuşmalarımız, onun sayesinde bulduğum kitapları da hatırlamalıyım bu adada. YKY istediği kadar bir bankanın kitabevi olsun, kaç kitabı keşfetmişimdir Taksim’deki mimari anlayış da taşıyan binalarında. Nişantaşı ve Kadıköy İş Kültür’de “ben yeni okudum, harika,” diyen kaç kişiyle buluşmuşumdur. Okura bir hitap biçimidir kitapçılık bu durumda. Ya seçkisiyle, ya iyi okur çalışanının önerisiyle, ya yalın varoluşuyla… İşte Salt Beyoğlu’ndaki yerinde, kitap tabiatında estetik ruhuyla robinsoncrusoe…

Bir de önerin var, okurlarımızla paylaş isterim. 

Sesli düşünelim, nasıl eczane için E bir işaretse, bağımsız kitapçılar için de K gibi bir işaret uygulansa kimlikleri pekişecek ve okuma adaları dikkat çekecek, büyüyecek. Hoş olmaz mı? Geçtiğimiz günlerde bulunduğum Bozcaada’daki hayatın müziği erişti yanıma. Bağların yanından geçerken aldığım taze havanın diriliği. Bana ada özgürlüğünü çağrıştıran sevgili bağımsız kitapçıların şehirle armonisi şahane bir birikim. Böyle! Bağımsız kitapçılar âlâ bir adadır, kimliktir, çağrıdır.

Röportaj: Nazlı Berivan AK

Feridun Andaç: Zamanın Ruhunun Var Ettiği Bir Yayın Mecrası Kitap Cumhuriyeti

Türkiye’nin dijital kitap platformu olan Kitap Cumhuriyeti Yayın Kurulu’nda yer alan Feridun Andaç, Milliyet Sanat’tan Gizem Çetimen’in sorularını yanıtladı.

feridun andaç, kitap cumhuriyeti
Feridun Andaç
Kitap Cumhuriyet’inden bahsedebilir misiniz? Nedir Kitap Cumhuriyeti?

Yayın dünyasında yeni bir mecra demeli. Yazan/okuyan toplum olmanın gerektirdiği bir açılım olarak da görebiliriz. Bir bakıma sözü olan insanların bunları dile getirme biçimlerini düşündüğümüzde, hele hele bu konuda verilen eğitimler, insanların çabaları ve giderek çokkültürlü yapıların yaygınlığı ister istemez düşünülüp yazılanları paylaşmayı da gerekli kılıyor.

Günümüzde iletişim teknolojisinin yazınsal/görsel alanda da bunca yaygın etkin olması, yığınların bilgi ötesi yeteneklerini öne çıkaracak bir alana gereksindiğini gösterdi bize. Özellikle yaşadığımız bu süreçte her türlü iletişimin belirginlik kazanması ise bu alanın ne anlama geldiğini gösterdi sanki. İşte “Kitap Cumhuriyet” bu özgürlük alanını gerekli kıldı demeliyiz. Yazan/düşünen/yaratıp üretenin sesini taşıyıcı kılan bir mecra… Alan genişlemesini yaratmak fikri… Zihniyet daralmasını aşmak için böylesi adımların kaçınılmazlığı düşüncesi bizi böylesi bir adım atmaya yöneltti.

Kitap Cumhuriyet’i fikri nasıl ortaya çıktı?

Demin imlediğim gibi yazma düşüncesi… Bunu salt edebî metinler olarak düşünmemeliyiz. Bilgi toplumu diyoruz, bunu ilgi/meslek/uzmanlaşma olarak gördüğümüzde; insanların her alanda sözü olabileceği, bunu da yazarak anlatabileceği sözün gücünün hâlâ geçerliliğini hatırlatıyor bize sürekli. İşte o süreklilik fikridir bunu var eden.

Çünkü, söz gerekli insanlığa. Ve söze tutunarak yol almak fikridir bunun çıkış noktası. Giderek kirlenen bir dünyada arınma düşüncesinin yolu, insanın insana erişebilmesinin yolu söz evreninden geçiyor. Bu anlamda “iyi yazı” her dem kendi yolunu açabilecek düşü/düşüncesi/cesareti bize bu adımı attırdı.

Projenin kurulma sürecinden bahsedebilir misiniz?

Kuşkusuz “Edebiyat Haber”  deneyimi/birikimidir bunu var eden. Bir bilgi arkeolojisi yaratmanın ötesinde mecradır bu, hiç de öyle görüldüğü gibi “sanal” değil, “gerçek”tir. Öyle birilerinin burun kıvıracağı çaba da değildir. Öyle “plaza cumhuriyeti”nin hazırlopçuluğuyla da oluşmuyor hiçbir şey “Edebiyat Haber”in mutfağında. Orada sürekli düşünen/yazan/yaratan/sözü olan insanların resmini/sözünü görürsünüz... Düşüncelerini okursunuz. Ekip olarak dedik ki; “Öyleyse neden bu insanların birikimleri okur karşısına çıkmasın…” Bu bir bakıma kültür/yazın ortamımıza soluk aldırabilecek bir adımdır.

Bu projeyle hem yazarlardan hem de okurdan nasıl tepkiler aldınız?

Doğrusu beklenenin ötesinde… Yazmak nasıl eylemek eylemiyse, yazılanı okura taşımak da bir düşünme eylemi/çabasıdır. İşte “Kitap Cumhuriyeti” böylesi bir özgürlük alanını sunuyor yazıyı düşünenlere. Ve elbette ki okurlarına da. Yazma cesareti kadar yayımlama cesaretini de vermek için var olmaktır bu. Gelen tepkiler, öneriler, katılımlar bunun göstergesi oldu bizim için.

Geçtiğimiz günlerde Kitap Cumhuriyet’inde Emrah Polat'ın ilk öykü kitabı yayımlandı. Sizin de bu platform için bir projeniz var mı?

Şunun altını çizmek isterim ilkten: “Kitap Cumhuriyeti” yayımlanamayan, yayınevlerinden geri çevrilen dosyaların/kitapların yayımlanabileceği bir mecra değildir. Alternatif yayıncılık olarak da görülmemeli! Zamanın ruhunun var ettiği bir yayın mecrası. Bugünün dünyasındaki yazar/okur buna dönük bir bakış içinde. Beklentiyi de ancak siz yaratarak o kanalı açabilirsiniz. İşte sizin imlediğiniz bu platformda kendi kitaplarımı da görmek isteğindeyim elbette. Hatta birçok yayınevinin yanaşamadığı kitapların yayımını da burada göreceksiniz.

Kitapların dijitalleşmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Özellikle e-kitap dünyada çok ilgi görmeye başladı. Sizce Türkiye’deki okurun e-kitaba karşı ilgisi nasıl? Ve Kitap Cumhuriyet’in bunun üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Bunu “dijital yayıncılık” şemsiyesi altında görmek! Bana çok da doğru gelmiyor. Çünkü öyle bir kaygıdan yola çıkmıyoruz. Yani “satış” endeksli değil. Okuru özgürleştiren bir mecra bizimkisi. Hatta yazılıp üretileni değerli kılan da. Şunu görmek, inanmak gerekir diye düşünürüm: Gelecek iyi yazanların, iyi düşünenlerin, yaratanların, mesleklerinde iyi olanların çabalarıyla kurulacaktır. Vasatın ölümü ancak böyle gerçekleşebilir. Özgünlük gerek bize/insanlığa. Vasatlıktan bıktı herkes, sıradanlıktan, sığlıktan, sürüleşmekten, boyun eğmekten. Küresel kapitalizmin yarattığı teknoloji kendi ölümünü de hazırlıyor.

“Ağaçlar gibi ayakta olmak” için insanlık söz söylüyor, yazıyor, üretiyor. Yaşamaktan umudunu kesmiyor.

İşte böylesi mecralarda bunun için “iyi”ye yer vermek, alan açmak derdindeyiz. Ne olursa gelsin, yayınlarız zihniyetinin karşısında bir “cumhuriyet” fikri. Yani “açık bilinç”, “yetkin bakış”, “özenli çaba” isteyen bir “Kitap Cumhuriyeti”nden söz ediyoruz.

Her türlü kirlenmeye, yozlaşmaya, değersizleşmeye karşı bir duruş üstelik.

Burç Üner: Bağımsız Kitapçılarda Süreklilik Vardır

OKUYAY Platformu’nun hazırladığı Dört Yanımız Kitap’ta yazarlar eşliğinde Kadıköy kitapçılarını, Kadıköy sahaflarını ziyaret etmeye devam ediyoruz. Çizgi roman meraklılarının gözdesi kitapların çevirmeni ve Paralel Evren çizgi roman dükkanının sahibi Burç Üner ile biraradayız. 

Paralel Evren çizgi roman dükkanının sahibi Burç Üner
Paralel Evren çizgi roman dükkanının sahibi Burç Üner
Bağımsız çizgi romanların, klasiklerin, mangaların gitgide popülerleştiği günümüzde Üner, bize okurlarını, kitabevini, hepsatanlarını anlattı. Çizgi roman dünyasına davetliyiz!

Çizgi romanların başrolünde olduğu dükkanınız Paralel Evren’in bahçesindeyiz. Sizi tanıyarak başlayalım.

Hoş geldiniz, adım Burç Üner. Beş senedir çizgi roman dükkanımız var. Genel olarak güncel çizgi romanları, İngilizce çizgi romanları okurlarla buluşturuyoruz. Geniş bir koleksiyonumuz var, aylık fasiküller bizde. Kendi müşterisi doğrultusunda uzmanlaşmaya gider her kitapçı. Biz de fasikül ve İngilizce ciltler bağlamında uzmanız diyebilirim.

Kadıköy’ün önemli bir kültür adacığı olduğunu hep vurguluyoruz. Okurlarınızdan, dükkânın ziyaretçi ve müdavimlerinden söz edelim isterim.

Kadıköy bir kültür merkezi. Bağdat Caddesi biraz daha farklı. Burası yaşam odaklı daha çok. Burada oturanlar genelde pek de buradan çıkmaz. Sayfiye yeri gibidir bir yönüyle. Ben de Erenköylüyüm doğma büyüme. İlk gençlik zamanlarımda hemen bulunduğumuz yerin çok yanında magic the gathering kart oyunları satan küçük bir dükkân vardı. Dükkân fikri doğduğunda hayalim hep bu sokakta olmaktı. Okurun yaş ortalaması 18 diyebilirim ama 10 yaşından, 75’e her yaştan okurumuz var tabii. 2000’lerin başında bir iki kadın müşterimiz olurdu, şimdi öyle değil. Özellikle bağımsız çizgi romanlarla kadınların ilgisi daha çok arttı türe. Belli bir yaşın üstündekiler bağımsız çizgi roman okuyorlar, kadın okuyucuyu da arttırdı bu durum. Manga ise genç kızlar arasında karşılık bulan bir tür. Bir şekilde çizgi roman kültürüne girince devamı da geliyor. Süper kahramanlar aslında öncelikle erkek okur için yaratılmış bir tür bildiğiniz gibi. Son yıllarda özellikle genç kızları hedefleyen kahramanların başrolünde olduğu çizgi romanlar da yayınlanıyor. Batgirl, Ms. Marvel mesela.

Koleksiyonerlerden söz edebiliyor muyuz?

Var evet, özellikle Türkçe çizgi roman biriktirenler, yabancı fasiküllerin peşinde olanlar var. Paranız varsa koleksiyonunuz daha iyidir, bu doğal. Ama kendiniz biriktirmek, peşinden koşmak, aramak sormak da işin keyifli yönü. İnce fasiküller bir kerelik basılır, karakterin çıkışına göre değerlenmeler olur. Son iki üç yılda okurlarda filmlerin ve sosyal medyanın da etkisiyle çizgi roman kültürünün artmasıyla koleksiyonların da sayısı arttı. Zaman, para ve yer işidir koleksiyonculuk. Genel olarak yer problemi oluyor okurlarımızın, fasikülleri evde bir yere koymak, saklamak, istediğinde tekrar çıkarmak zor oluyor. Dünyada ve ülkemizde ortak bir eğilim var, ay ay fasikül almak yerine cilt almak. Sert kapaklı güzel görünüşlü koleksiyon kitapları çok revaçta.

Kitabevi aynı zamanda bir cazibe merkezi; ortak bir zevki, hobiyi paylaştığınız okurlarla biraraya gelmek için ideal.

Elbette. Butik kitapçıların en büyük katkısı bu aslında. Zincir mağazalarda bunu bulamazsınız. Büyük mağazalarda çalışan kitapçı kitapla çok ilgili olabilir ama altı ay sonra yüksek ihtimalle orada olmayacaktır, başka şubeye geçecek ya da işi bırakacaktır. O mağazayla bir bağınız olduğunu hissedemezdiniz bu yüzden. Bağımsız kitapçılarda ise süreklilik var. Para kazandıran bir iş değil kitapçılık, kabul edelim. Severek yapıyor olmalısınız bu işi. Bu da demektir ki içeride kitap seven ve bilen biri var, bu bilgiyle giriyorsunuz dükkâna. Ortak bir hobiyi paylaşabileceğiniz bir noktadasınız. İmza günleri için de aynı şey geçerli, zincirde daha çok kitap satabilir ama burada sanatçıyla, çizerle doğrudan temas söz konusu. Okuyucuyla yazarın bir araya gelmesini, sohbetini çok önemsiyorum. İmza sırası iki yüz metre değil on metre belki ama sanatçı her okura birer çizim yapabiliyor, sohbet ediyor, fikir ve çizim paylaşımı oluyor. Gençlerin önünü açmak istediklerini görüyoruz çizerlerin. Türk sanatçılar genel olarak gençlere çok el veriyorlar.

Paralel Evren çok önemli sanatçıların imza ve sohbetlerine ev sahipliği yaptı, yapıyor.

Yıldıray Çınar, Ergün Gündüz, M. K. Perker, Devrim Kunter, Özgür Yıldırım, Serkan Altuniğne, Ersin Karabulut, Reinhard Kleist, Cengiz Üstün, Bülent Üstün, Emrah Ablak, Kenan Yarar, Cem Özüduru, Yılmaz Aslantürk, Sümeyye Kesgin, Cem Dinlenmiş, Selçuk Ören, Uğur Ünsoy, Ethem Onur Bilgiç, Memo Tembelçizer, Oky, Fırat Yaşa, Ege Avcı, Furkan Nuka Birgün, Berat Pekmezci, Görkem Demir, Ertan Ceylan, Yabani Dergi ekibi... Sanatçılar ve kitaplar için etkinlikler yapıyoruz. Okurlar kitapları, etkinlikleri instagramdan takip edebilirler. Telefonla arayabilirler. Yeni çıkan kitaplar, öneriler, etkinlikler, imzalar konusunda bizden bilgi alabilirler.

Fanzinlere yer veriyor musunuz?

Bize ulaştırılınca elbette raflarımızda yer veriyoruz. Kitaplar için de aynı şey geçerli. Birçok yayınevi çizgi roman yayınlamaya başladı son yıllarda. Kötü kargolayabiliyor dağıtım şirketleri çoğu zaman kitapları, kitabın kondisyonuna dikkat ediyor benim okurum. Zarar görmüş kitap büyük bir problem, yayıncıyla direkt çalışmayı tercih ediyorum bunun için. Fanzinlere dönecek olursak, unutmayalım ki çizgi roman fanzinlerinden çıkıyor çizgi roman sanatçıları. Yıldıray Çınar, Mahmud Asrar dünya çapında iki sanatçımız, ikisi de Çapa adlı fanzinle okurla buluştu başlangıçta. Bugün Marvel ve DC’ye çiziyorlar.

Türle henüz yeni tanışan okura neler önerirsiniz, hepsatanlarınız hangi kitaplardır?

Ben yaş, ilgi alanı ve sevdiği temaları dinleyerek farklı kitaplar öneriyorum. Yine de bir liste yapmak gerekirse süper kahraman çizgi romanlarından Watchmen, Superman Red Son, Vision, New Avengers ve Injustice derim. Bağımsız çizgi romanlar için ise listem, Güngezgini, Kaybolan O Günler, Essex County, Sıradan Zaferler ve Çizgi Romanı Anlamak.

Kitabevi ve Sahafların Edebiyata Etkisi Nedir?

OKUYAY Platformu’nun hazırladığı Dört Yanımız Kitap’ta yazarlar eşliğinde Kadıköy kitapçılarını, Kadıköy sahaflarını ziyaret etmeye devam ediyoruz.

Saygın Ersin
Saygın Ersin

Önce Yedi Kartal Efsanesi serisiyle bu toprakların söylencelerini merkeze alan fantastik türde romanlar yazdı, devamında yeryüzüne ender gelen bir yeteneğin, tatlara ve kokulara hükmederek zihinleri ve duyguları etkisi altına aldığı Pir-i Lezzet adlı romanı geldi. Saygın Ersin ile Kadıköy sokaklarında dolaşırken, kitabevi ve sahafların edebiyatına etkisini konuştuk.

Sahaf kelimesini ilk ne zaman duydun?

Çok iyi hatırlıyorum, 10 yaşımdan 11 yaşıma doğru yol alıyordum. Yaz şahane geçiyordu, keyfim acayip yerindeydi, üzerine bir de durduk yerde Anadolu Lisesini kazanmıştım. Kazanmamak için yeterli bilinçsiz çabayı göstermiştim aslında ama tam da o sene devletimiz Manisa’ya Anadolu Lisesi açmaya karar vermişti, ne yapsaydım? İyi haber; bizimkiler mutluydu, kötü haber; İngilizce öğrenilecekti. Destek kitaplar gerekiyordu. O yıllarda İzmir’de, belki de tüm Ege Bölgesi’nde bu tür kitapları tek bir yer satıyordu ve inanılmaz pahalıydı. Ders kitaplarına giden bir buçuk öğretmen maaşının şoku atlatılamamıştı daha. Babam mecburi rotayı çizdi: “Sahaflardan bakacağız!” Sahaf... Kulağa güzel geliyordu. Üstelik söylemesi de kolay ve havalıydı. Eğlenceli bir yer olacağından emindim ama görür görmez soluğumun kesileceğini de hiç tahmin etmemiştim.

Neydi seni böylesine etkileyen?

Varlık nedeni şimdiyi ve geleceği kurcalamak olan bir mekân vardı karşımda ve bu kurcalayıcılığı çok erken yaşlarda meslek edinmiş benim gibi bir çocuk için cenneti bulmak demekti. Daha ilk görüşte kırtasiyeyi, kitabevlerini ve misafir evlerinin çekmecelerini alaşağı edip gönlümün zirvesine kurulmuştu sahaf. Babamla birlikte Alsancak’ın aralarındaki o sokakta gördüğümüz sıra sıra sahafın ilkine adımımızı attığımızda olacaklar zaten belliydi ve bu olacaklar yıllar içinde hiç değişmedi; her zaman ve her sahafta oldu. İçeriye girdikten kısa bir süre sonra babamla ayrı düşmüştük. İngilizce destek kitaplarımın ne i’si ne d’si vardı aklımda. Çizgi roman rafının başında ağlamak üzereydim. Babamın da benden farklı durumda olmadığını, rafların arasından bir kucak dolusu kitapla çıktığında farkettim. Edebiyat öğretmeni olmanın hakkını vermişti ve koca bir tomar çizgi roman almama da hiç ses etmedi. Akşam annem çıldırdı. Kayınvalidesinin evinde istediği gibi çıldıramaması basıncı yükseltiyordu; başımız beladaydı. Babam ise annesinin evinde olmanın verdiği güvenle “Yarın başka bir yere bakacağız.” dedi. Bu benim için bir kere daha sahaf, annem için ise kayınvalidesinin evinde bir gece daha demekti. Ertesi gün, babamın ‘başka bir yer’ dediği yerin bildiğin aynı yer olduğu ortaya çıktı. Annemin de bizimle geleceğini hesaba katmamıştı sadece. Efendi gibi destek kitaplarımı aldık, evimize döndük. O iki günün dersi şuydu: Sahaf özgürlük ile mümkündür.

Sonraki yıllarda nasıl devam etti ilişkin bağımsız kitapçılarla, sahaflarla?

Mesafeli. Mesafe derken, bildiğimiz fiziki mesafeden bahsediyorum. Yaşadığım muhitlerde yoktu sahaf. Hep gidilmesi, ulaşılması gereken bir yerlerdeydi. Bu Kadıköy’de değişti. Kızıltoprak’ta yaşamıştım bir süre. Etraf sahaf ve kitabevi doluydu. Her buluşma rotasının üzerinde en az bir sahaf illa vardı. Şahaneydi. ‘Kaliteli vakit öldürmek’ diye bir şey varsa Kadıköy bunun başkentiydi. Fakat ciddi de bir feno-problem vardı: “sahaf girdabı!” Bir sahafın yanından öylece geçip gidemezdiniz. Gözünüz daha on metre öteden tezgaha ve üzerindeki kitap yığınlarına takılmıştır zaten. Yaklaştıkça daha cıvıltılı ayrıntıları seçmeye başlarsınız. Ardından on yere birden sabitlenmiş bakışlarınızla birlikte boynunuz da dönmeye başlar. Ama siz yürümeye devam ediyorsunuzdur ve o son adım çok önemlidir. Gözlerin ve boynun, bedeni de tezgâha doğru döndürmesini engellemek ciddi bir irade gerektirir. Ve genelde “beş dakikalık gecikmeden işinize-ilişkinize bir şeycik olmayacağı” ümidi galip gelir ve macera başlar.  "Sahaf Girdabı" çok iş ve ilişkiye mal olmuştur ama helal olsundur. Zira sahaf çok havalı bir yerdir!

Çevirmen Gökçe Yavaş'ın gözünden Jean Stafford'ın Toplu Öyküler'i

Merhaba, ben Gökçe Yavaş. Son üç yılda Tudem Yayın Grubu'nun ''deli dolu'' üç kitabını çevirdim.

çevirmen gökçe yavaş
Çevirmen Gökçe Yavaş
 Bu kitapların üçü de cesur kadınlar tarafından kaleme alınmış, üçü de fazlasıyla dürüst duygularla yazılmış öykülerle dolu kitaplardı. Tam da beni tavlayan, gönlümü çelip kalbimi çalan türden kitaplar yani. Aklımda Jean Stafford'ın Toplu Öyküler'inden bahsetmek olduğundan herhâlde, tavlamak, gönlünü çelmek, kalbini çalmak aynı cümlenin içine doluştular birden.

Jean Stafford öykülerini çevirirken beni hem en çok zorlayan hem de en çok eğlendiren şey buydu sanırım: ilginç tanımlamalar, imalı cümleler, dalga geçen sıfatlar, uzun süredir hiç kullanmadığım deyimler... Hem de hepsi bir anda, peş peşe...

Onun seçimlerine sadık kalmak, öykünün içindeki dürüst ama durup durup sırıtan tavrını korumaya çalışmak benim için gerçekten bir maceraydı. Her kitapta öyle. Çevirdiğim bir kitabı sonradan dönüp okuduğumda kendi sesimi duymak istemiyorum. Çevirirken yazara bürünmek istiyorum. Jean Stafford da bu açıdan bana çok uygun bir yazardı. Öykülerindeki karakterlerle ya da durumlarla, özellikle kadınlar için, bağ kurmak, özdeşleşmek çok kolay. Kitabın çok içine girince taklit etmeye başlar ya insan bazen, Jean Stafford bana bunu çok yaptırdı. Kendimi öyküdeki karakter gibi gözlerimi devirirken, aslında acımayan burnumu düşünürken, tırnaklarımı incelerken buldum. Okurlarda da bu etkiyi yaratacağına inanıyorum. Çünkü Stafford o insan olma hâlini, başkalarıyla paylaşmaya korktuğumuz, öyküde karşılaşınca sırrımız açığa çıkmış gibi kızarmamıza neden olabilecek o hisleri büyük bir rahatlık ve inceden bir alayla anlatıyor. Okuru bu sosyal meseleyi onunla birlikte incelemeye ve yeri gelince de aynı meseleyle biraz eğlenmeye davet ediyor. Gergin ama bir şekilde komik olan anları ya da başkası adına utandığımız o durumları yaşatmayı seviyor. Acıyı, zorbalığı, yenilgiyi, sevgiyi, duygusuzluğu hissediyor ve hissettiriyor.

Hayatı her yönüyle kabul eden bir yazar, bir kadın. Her bir öyküsünde beni başka yerden vurdu, başka şeyler düşündürdü, başka bir insanı anlamamı sağladı. Umarım okurlarında da bu etkiyi yaratır.

Not: Toplu Öyküler'in ikinci kısmı gelecek yıl çıkacak. Bu kısımdaki en güzel öyküler başkahramanın çocuk olduğu öyküler. Küçük kızlar duyguları ve istekleri konusunda o kadar dürüst, o kadar içtenler ki şimdi bile beni gülümsetiyorlar. Bence Stafford'ın yıldızlarının parladığı asıl öyküleri de bunlar, onu tam anlamıyla gördüğümüz yer bu kız çocukları. Bir anlamda kadınların sözcüsü olması da bu yüzden.

* Toplu Öyküler-1 / Yazan: Jean Stafford / Türkçeleştiren: Gökçe Yavaş / Delidolu Yayınları / 2020 / 284 sayfa / Öykü / Yetişkin

İllüstratör Damla Tutan'ın Çocuklukta Duvarlarla Başlayan Resim Serüveni

Çizginin Ucunda'nın bu ayki konuğu Tudem Yayın Grubu'nun Yetenekli illüstratörlerinden Damla Tutan.

İllüstratör Damla Tutan
İllüstratör Damla Tutan

Damla Tutan'ı resim yapmaya iten şey neydi?

Sanırım genelimiz aynı şekilde başlıyor, çocukluktan :) Ailem, duvarlar ile başlayan resim alanını daha verimli kullanabilmem için kâğıda yönlendirmiş diyebiliriz. Yani bu durumda ailem itmiş oldu da diyebilirim. Tabii bunlar işin reel tarafı. Eğlenceli tarafı ise renklerle uğraşmak, bir harmoni yaratmanın verdiği mutluluk denebilir.

Bağımsız çalışan bir çizer olarak gününüz nasıl geçiyor?

Ben aslında bir reklam ajansında çalışıyorum. Keyif aldığım için fırsat buldukça sevdiğim kitap projelerini de değerlendiriyorum. O nedenle genelde bilgisayar başındayım. Eskiz süreçlerini elde farklı malzemelerle yapsam da, kalan süreçlerin toparlama aşamasını dijitalde yapmayı tercih ediyorum. 

Hayatı çizginin ucunda görmek nasıl bir duygu?

Çizmek, aklımdakini sadece sözlerle değil de göstererek anlatabilmek, benim için çok büyük bir mutluluk. Tabii bu durum sadece anlatmak ile de sınırlı değil. Günlük olaylara, insanlara ve durumlara daha dikkatli bakmak ve izlemek de çizer olmanın getirdiği bir artı. Bu da sıradan şeyleri bile farklı bir şekilde değerlendirebilmek ve hayata farklı bir açıdan bakabilmek için büyük bir imkân yaratıyor aslında.

Damla Tutan'ın paletinden genelde ne tür işler çıkıyor? Çizim serüveninizde sizi etkileyen özel bir isim oldu mu?

Çizmeye başladığım günden beri bana ilham veren, yönlendiren ve yol gösteren çok fazla insan oldu. Onlara minnet borçluyum. 

Tudem Yayın Grubu ile yollarınız nasıl kesişti?

Tudem Yayın Grubu ile aslında ilkokul sıralarındayken tanışmıştım. Çizer olarak da Hülya Dayan ile Instagram üzerinden tanıştık. Sonrasında keyifli projeler çıkarma şansımız oldu. İşbirliğimiz devam edecek...