The Most/Recent Articles

Koray Avcı Çakman'dan Dokuz Evin Kedisi

Üretken yazar Koray Avcı Çakman, Dokuz Evin Kedisi'nde, yüreğinin miyavını bulmak için yuvasından, ailesinden ayrılan pofidik bir kedinin gözünden bakmamızı sağlıyor dünyaya. 

Koray Avcı Çakman, Dokuz Evin Kedisi

İç içe geçmiş öykülerden oluşan roman; tek bir eve ya da insana bağlı kalamayacak kadar özgür ruhlu bir tekirin zarif adımlarının peşinde, kedi aklının kabullenmekte zorlanacağı derin meseleleri sorguluyor. Okuru dokuz ayrı kapının ardında yaşayan dokuz farklı kediseverin hayatına konuk eden kitap, sahipli ve sahipsiz hayvanların günlük yaşamlarına ayna tutarken şehirli insanların hayvanlarla olan ilişkisine de ayrı bir parantez açıyor.

Gezgin, özgürlük düşkünlüğü üç kediye bedel, sadece fikren değil fiziken de farklı bir tekirdir. Kedi merakı kabardıkça dünyaya karşı ilgisi artar. Yuvasına daha fazla sığamayacağını anladığı bir gün, geleceğini dışarıda aramaya karar verir. Çatılara tırmanır, sokaklar boyu koşar ve hatta denizlere bile açılır. Karşılaştığı, tanıştığı herkesin hayatına dokunur. Kısa sürede, geçmiş güzel anılarda yaşayan Bayan Akide Şekeri'nin, mülteciliğin izlerini çocuk ruhunda taşımaktan yorgun düşen küçük Heme'nin, çöp kutularının gönüllü sakini Baraka Adam'ın, Halikarnas Balıkçısı'nın izinde yelken açan gizemli bir kaptanın ve daha nice kedi dostunun yoldaşı olur. İnsanları kalbiyle dinlemeyi bilen Gezgin; dokuz ayrı evde, dokuz ayrı adla çağrılan bir kediye dönüşür. Çıktığı keşif yolunda birçok evi, birçok insanı vardır artık. Her şey tam da hayal ettiği gibidir...

Kedilerin dünyasını tırmıklar, miyavlar, yumuşacık yastıklar ve leziz mi leziz mamalardan çok daha öteye taşıyan bu serüven dolu roman, görünmez bir yumakla birbirine bağlanmış dokuz ayrı insanın hayatının merkezine yerleşen bir kedinin kendini gerçekleştirme hikâyesini paylaşıyor.''Şehirler ne kedisiz ne de insansız olur,'' fikri üstüne kurulu rengârenk bir anlatı sunan Dokuz Evin Kedisi, hüzünlü satırlarda bile yüzlerde tatlı bir tebessüm bırakmayı başarıyor. Ne de olsa hayat dediğin, iki hav bir miyav!

Koray Avcı Çakman

Koray Avcı Çakman Hakkında

Henüz küçücük bir çocukken en yakın arkadaşıydı kitaplar... Develer tellal idi, pireler berber; kâh güldü, kâh düşündü onlarla beraber. Tatillerde Alice onu Harikalar Diyarı'na davet ederdi. Göbeğini hoplata hoplata gülen tavşanla, yumurta adamla onun sayesinde tanıştı. Herkes uykudayken Güliver çalardı kapısını, ''Haydi Cüceler ve Devler Ülkesi'ne!'' derdi. Her kitap yeni bir serüvendi, her biri onu düş dünyalarında gezdirdi. Hiç terk etmedi onu hayal kahramanları; başucunda onlarla büyüdü. Hâlâ en yakın arkadaşıdır kitaplar. A bir de kediler, köpekler, çiçekler, kuşlar ve yıldızlar... Yazmayı da sevdi okumak kadar. Yazmak onun için gizemli bir yolculuğa çıkmak. Yazmak düş dünyasında kanat çırpmak...

İstanbul Oda Orkestrası Süreyya Operası Sahnesi’nde

Her pazar klasik müzikseverleri Kurukahveci Mehmet Efendi sponsorluğunda ağırlayan Süreyya Operası, ev sahipliğini yaptığı “Kahve Konserleri” kapsamında müzik ziyafeti sunmaya devam ediyor. 

İstanbul Oda Orkestrası, Süreyya Operası Sahnesi

Süreyya Operası Kahve Konserleri’ni tercih edenler bu hafta; 1961 yılında Dr. Hamit Alacalıoğlu tarafından kurulmuş olan İstanbul Oda Orkestrası’nın performansıyla oda müziğinin en nadide örneklerini dinleyecek. Şefliğini Ramon Tebar’ın, solistliğini (bas) ise Burak Bilgili’nin üstleneceği konser, George Frederic Handel’in "Di cupido impiego i vanni” (Rodelinda Operasından Garibaldo Aryası), “Pensa chi geme d’amor piagata” (Alcina Operasından Melisso Aryası), “Sorge infausta” (Orlando Operasından Zoroastro Aryası) adlı üç eseri ile başlayacak. Konser, Charles Gounod’un “Vous qui faites l’endormie” (Faust Operasından Mephistopheles Aryası), Sergei Rachmaninoff “Ves tabat spit” (Aleko Operasından Aleko Aryası), Gioacchino Rossini “La Calunnia” (Sevil Berberi Operasından Don Basilio Aryası), C. Obelian "Kak molody my byli, Carlos Gardel "Por Una Cabeza”, D. Modugno & F. Migliacchi "Nel blu del pinto di piu" "Volare" ve C. François & J. Revaux & P. Anka "My way" ile devam edecek.

Orkestra ve oda müziğinin önde gelen isimleri Mayıs ayına kadar Süreyya Operası’nda Kurukahveci Mehmet Efendi desteği ile seyirciyle buluşmaya devam edecek. Katılımcılar, Süreyya Operası fuaye alanında daha önce yayınlanmamış fotoğraf ve belgeleri içeren ”Kurukahveci Mehmet Efendi Mahdumları’nın 150 Yılı” kitabını da edinebilir.

Sıradan Bir Geko Uçanbalık'tan Çıktı

Wendy Meddour'ın yazıp Carmen Saldaña'nın resimlediği Sıradan Bir Geko, minikleri tropikal renklerin hüküm sürdüğü bir yağmur ormanına götürüyor ve dünyadaki en müthiş hayvanlara örnek gösterilebilecek kamuflaj ustalarıyla tanıştırıyor. 

Wendy Meddour, Carmen Saldaña, Sıradan Bir Geko, Uçanbalık Yayınları

Herkesin bir yönüyle sıradan olduğuna dikkat çeken ve bu sırada kibri yeren kitap, kendimizi dev aynasında görmemize sebep olan bireysel farklılıklarımızla böbürlenmenin yersizliğine vurgu yapıyor. Doğadaki canlıların neden ve nasıl kamufle olduklarını eğlenceli bir dille anlatan öykü, sevmek ve sevilmek kavramlarını kendini özel hissetme durumu ile ilişkilendirerek ele alıyor.Piko'ya göre, özel bir canlı olmak zor iş. Ama elden ne gelir! Bazen, kamufle olmayı o kadar iyi başarıyor ki, kendisine bir ödül vermeleri gerektiğini bile düşünüyor. Hatta belki de ona artık ''Yağmur Ormanının Kralı, Kamufle Ustası Piko'' demeliler! 

Vrrak! dedi bir anda, kütükte oturan bir şey. Fıtı fıtı diye kanat çırparak uçup geçti gökyüzünden bambaşka bir şey. Ama gariptir ki Piko hiçbirini fark etmedi! Yoksa Piko, ormandaki en iyi kamufle olan hayvan değil mi?

Yeteneği sayesinde kendini yaşadığı çevrenin ''kralı'' zanneden bir gekonun duygu dünyasını sayfalarına taşıyan bu renkli öykü, okurları temel varoluşsal kaygılar üstüne düşündürüyor. Farklılıkların ayrıştırıcı değil birleştirici gücüne değinen Sıradan Bir Geko, göz alıcı resimlerinin arasında güzelce kamufle olmuş hayvanları keşfe çağırarak, minikleri bulmacalı bir okuma deneyimine davet ediyor.

Gecenin Yelesi Umut Nüveleri Barındırıyor

“Gecenin Yelesi” Şair Sıddıka Zeynep Bozkuş’un Mart 2021’de Çıra Edebiyat aracılığıyla okurlarıyla buluşturduğu, “İnsan Çiftliği” öykü kitabından sonraki ilk şiir kitabı. Elli altı sayfa hacmindeki eserde otuz dört şiir yer almaktadır.

Gecenin Yelesi Sıddıka Zeynep Bozkuş

Öykü ve roman türlerinde eserler veren şairlerin şiirleri kendini daha çok ele verir. “Gecenin Yelesi”nde ki şiirlerde sorgulama, betimlemeler ve soru sorum cümleleriyle kendini hissettiriyor. Bu durum gerek kitap tasarımında, gerek şiirlerin işlenişinde kendini ayrıca hissettiriyor. Şiirlerde bağlantılar ve kurgu derken bu listeyi pekâlâ uzatabiliriz. “Hoş Geldin Kendim” isimli ilk şiiriyle bu kapı aralanıyor. Böyle bir ilk şiir ismini kimileri yadırgayabilir ama şiir içeriği çok farklı bir boyut içeriyor. Bütüncül bakınca, şiirlerin geneli hakkında bir nevi ipuçlarını verip çağrışımda bulunuyor. En dikkat çeken boyut, cümle içerisinde anlamsal olarak bazı kelimeler yer değiştirilerek farklı anlamlara ulaşılmasıdır. Bu durum kitabın genelinde gözüküyor. Şöyle ki, ilk şiiri “Hoş Geldin Kendim” de, “Atalarıyla övünür gibi ve herkes/ safların aralığına bakmadan…” (sayfa 7) Burada ki “herkes” kelimesi, cümle içerisinde farklı bir yerde duruyor ve bir alt satırdaki ifadeyle ilişkilendiriliyor. Başka bir örnek vereyim. ”Kapının ardındayız, açık” (sayfa 9) Son bir örnekle bu bahsi kapatayım. “O dal kırıldığında sen bir eğilmek nedir/ bilmezdin…” (sayfa 11)

Kuşlar özelinden, mekân olarak güzel bir İstanbul var. Kuşlar özellikle güvercinler İstanbul’un simgelerinden biri olduğunu biliriz. Ecdattan gelen bir kültürdür bu. Bu şiirlerde de kuşlar ve İstanbul birbirine ne çok yakışmış. Mahmutpaşa, Mısır Çarşısı, Galata, Gülhane üzerinden yaşanmışlıklarla beraber İstanbul’a bir yolculuk var. Şairin İstanbul’da yaşıyor olması daha çok etken olduğu görülüyor. Örneğin “Seni Düşününce” şiirinin bir bölümünde İstanbul şu şekilde ele alır şair. “…Bir şehir, tarih, bir tuval sırıtıyor bak!/ mevsimler kanıyor kulaklarında/ plaklar; cızırtılı, çizik, kakafonik/ argolar, ağızlar, nenemin yamalı bohçası dil/ bu tütsünün içinden geçmeli yeniden/ onu kokmalı yüzüm, saçlarım nem varsa onu/ kuşanmalı bu şehrin rengine/ İstanbul olmalı…” (sayfa 31) İstanbul’un sesini, kokusunu taşıyan şiirler bunlar. Bununla beraber Hacer-ül Esvet, ve Kabe’de dikkati celp etmektedir.

İlgincime giden farklı imgeleri buraya taşıyacak olursam. “ılık bir çayır hışırtısı”, “sonbahar akıyor”, “atları koşuşturan bir garip yele”, “takvim döküp duaya durulanmak”, “serçelerden devrilen koca bir orman”, “bir at soluğu”, “tıpırdayan su” gibi sıralayabilirim. Bu farklılığı ve ilginçliği kimi şiir isimlerinde de görmek mümkün. “Hoş Geldin Kendim”, “Gıcırtı”, “Tıpırtı”, “Anılar Yunmuş”, “Cennetin Saçakları”, “Hiç Kırık”, “Eşinsin Bahar” gibi. Şiirlerde geçen kelimeler tek başına veya birlikte birçok şey anlatmaktadır. Bir yazarın dediği gibi; “Dil, sadece isimlendirmelerle kalmaz, aynı zamanda gerçekliği var eder”

…Acı, beyaz bir ketendir gömülen/ gece sancıdır hem kül rengi bir tırnak yara…

Şiirlerde bolca kendisini gösteren izleksel değinilere bakacak olursak. “Mevsimler, tabiat, çiçekler, kuşlar, serçeler, renkler, ev, aile, kapı, at” şeklinde listeyi çoğaltabiliriz. Mesela aile temasını en güzel “İstasyonda Akşam” şiirinde görmekteyiz. Şiirin bir bölümü şu şekildedir. “…Köşkün çatısında kar/ perili hayallere boyalı/ annem, yüzünde çay saati/ yakasında iğne/ annem, elleri çörek kokan/ terkisinde kardeşim/ babamın şapkası yine/ seherden asılı portmantoya” (sayfa 29) Bu temalarda hep bir hareketlilik ve canlılık vardır. Bu hareket hem bereketi hem de hissiyatı çoğaltmaktadır. Şiirlerde geçen, az kullanımda olan bazı kelimelere bakacak olursak; “Lepiska, setr, kebûter, gövez, sayha” gibi sıralayabilirim. Yer yer yinelemeler, tekrarlar şiirin kurgusunda hareketliliği pekiştirdiği ve güzel bir ahenk vehmettiği görülmektedir. Ayrıca güzel bir armoni oluşturmaktadır.

Şiirlerin karşılığı her okur için farklı farklı olabilmektedir. Kaynayan su, patatesi yumuşatırken, yumurtayı sertleştirmektedir. Aynı bunun gibi şiirin etkisi her ne kadar değişimler gösterse de etkisi hep olumlu cihette kendini göstermektedir. Her okur kendi muhayyilesi ölçüsünde şiirlerle bağ kurabilmektedir. Einstein’ın dediği gibi “Ne gördüğünü teorin belirler” anlayışındaki gibi bir etkileşimle sonuçlanacaktır. Ez cümle, umut nüveleri barındıran, çağrışımı yüksek olan sesli şiirler bunlar. Şekva barındırmayan, içtenlikle yazılmış şiirler. İlk şiir kitabından sonra muhtemeldir ki şiirler de değişimler olmuştur ama ilk kitabın sesi, seslenişi, yalınlığı, heyecanı ve farkındalığı hep var olacaktır.


Ufuklar Ardı Bizim'de Şiirler Akıcı Bir Üslupla Yazılmış

“Ufuklar Ardı Bizim” Şair Mehmet Ali Kalkan’ın “Gök Aradık Tuğlara” sonrası ikinci şiir kitabı. 2022 yılında, Ötüken Neşriyat aracılığıyla okurla buluşturulmuş. Yüz yirmi sayfa hacmindeki eser kırk dört şiirden oluşmaktadır. Şiir kitabı ismini, üçüncü sırada yer alan “Ufuklar Ardı Bizim” şiirinden almaktadır.

Ufuklar Ardı Bizim, Şair Mehmet Ali Kalkan

Her sanat dalında olduğu gibi şiir sanatında da estetik gayesi güdülür. İmajlarla birlikte dilde yalınlık ve anlaşılabilirlik ve daha önemlisi de şiir dilindeki bağlantıların sağlamlığı, ahengi ve oturması istenir. Bu kaidelerin uyumuyla birlikte güzel şiir, kalıcı şiir vücut bulur. Bunlarla birlikte her sanat erbabının kendine has üslubu, ilgili sanat dalına kattığı solukta aranır. Şiirde böyledir. İsimsiz bir şiir okununca, bu şiir şu şaire ait diyebilmeliyiz. Mesela, Necip Fazıl, Abdürrahim Karakoç gibi birçok şairimizin az bilinen şiirini dahi okusak, bu şiirler bu şairlere aittir diyebiliriz. Kime ait olduğunu tahmin edebiliriz. Ayrıca, şiirlerin hikâyesinin olmasını arzularız. Şiir kitabında tema bütünlüğü gibi birçok beklentimizi sıralayabiliriz. Bu değiniler sonrası konumuzu Şair Mehmet Ali Kalkan şiirlerine getirelim.

Şekil olarak şiirlere bakacak olursak. Şiirlerin birçoğu yedili hece ölçüsüyle yazılmıştır. İkinci sırada sekiz heceli şiirler yer almakta. Çok az sayıda da olsa 11 heceli şiirler bulunmaktadır. Şiirler dörtlüklerle yazılmış, şiirlerin birçoğu on beş dörtlüğe kadar varacak şekilde uzun şiirlerden oluşmaktadır. Uzun şiirler de şöyle bir sıkıntı olabiliyor. Uzun şiirlerde bir takım şiir bölümleri okura zorlama hatta gereksiz gelebiliyor ama Mehmet Ali Kalkan şiirlerinde böyle bir hisse kapılmadım. Hiç zorlama dörtlükle karşılaşmadım. Şiirler akıcı bir üslupla yazılmış ve okur şiire doyuruluyor adeta. Hece sayısı olarak kısa mısralarla, anlam derinliğine ulaşıyor şair. Şiirlerde tema ve öz olarak, şairin milli ve manevi duyarlılığını taşıdığını görmekteyiz. İlk şiir, şehitlerimiz üzerine yazılmış. Devamında vatan konulu bir şiir yer almaktadır. Azerbaycan, dua, niyaz, vatan millet aşkı, türkü gibi birçok konu başlıkları şeklinde şiirler devam etmektedir. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için şiirlerde geçen bazı isimleri, kelimeleri sıralayacak olursam; “kopuz, Mirali Bey, tar, Mete Han, Turan, Dedem Korkut, Oğuz, Yesevi, Şeyh Edebali, Osman Bey, Ulubatlı Hasan, Ötüken, Ferhat, Yunus, Şehriyar, Nizam-i Âlem, Altan, Türk, Türkmen, Azerbaycan, Selçuk, başbuğ, Kızılelma, Peygamber Ocağı, Selimiye, Sinan, Köroğlu, Adile Kurt Karatepe, Aşkar, Bedir, Veli Hünkâr, Karacaoğlan, Eyüp, Kays, Taptuk Emre, Ak Sakallı, Oğuz erleri, erenler, pirler, İstanbul, Şusa, Karabağ, Yemen, Tuna, Halep, Çanakkale, Kerkük, Harput” gibi. Ayrıca kitapta, yedi sekiz tane dağ, tabiat, çiçek resimleri kullanılmasının kitaba renk kattığını düşünüyorum.

Şairin, milli ve manevi ruh hassasiyetinin yanında dünyaya bakışını, dünya görüşünü de şiirlerinde görmekteyiz. Özellikle burada dokuz harfine dikkat çekmektedir. Bir şiirinde, “dokuz yönde, dokuz yel var” (sayfa 45) der, başka bir şiirinde “Dokuz yöne seferim var” (sayfa 63) der, başka bir şiirinde “Ney dediğin dokuz boyum” (sayfa 66) gibi dokuza vurgu vardır. Bu benzetmelerin birçok açıklaması olabilir ama sanki -dokuz ışık doktrinine- bir gönderme yapılmaktadır kim bilir. Mesela başka bir yerde, “Üç yaydı, üç oktular/ ve dahi sadaktılar” (sayfa 10) Burada da Oğuz Kağan’ın altın yay ve üç ok hikâyesine götürüyor okuru adeta şair. Başka bir şiirinde, “On iki bin şamdanla/ kıldığım namazlar var” (sayfa 28) burada ki on iki bin şamdan ifadesi, Yavuz Selim’in, 30 Aralık 1517 tarihinde Kudüs’ü, devletimize kattığı zaman, Kudüs’te ortalık kararmıştır. Kendisi ve bütün ordu beraber yatsı namazını avluda kılarlar. Şamdanları yakarlar. Tam 12 bin şamdan...Şiirdeki on iki bin şamdan buraya bir göndermedir, buradan gelmektedir kim bilir.

Bazen ayak baş olur/ bazen kuru yaş olur/ bazen toprak taş olur/ dünyanın derdi bizim.

Şiirlerin genel olarak yedi ve sekiz heceli olarak yazıldığını söylemiştik. Bu durum kitaba artı bir orijinallik kazandırmıştır. Şair Mehmet Ali Kalkan’ın şiiri hakkında yazan Ali Birinci Bey’in, şiirlerin bir kısmında Yunus Emre’nin sesini duyması, diğer bir kısmında da Dede Korkut’un nasihatlerini dinlemiş olmasının notunu buraya düşmek istiyorum. Bu yürek ve ruh birlikteliğini, Arif Nihat Asya, Abdurrahim Karakoç, Dilaver Cebeci, Feyzi Halıcı, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Yavuz Bülent Bakiler gibi isimlerle pekâlâ çoğaltabiliriz. Öz olarak, Bu şiirlerde, sehl-i mümteni” denilen, yani kolay görünen, ancak benzeri söylenmeye kalkılınca zor olduğu anlaşılan, özlü söz söyleme sanatının güzel örneklerini görmekteyiz. Son sözü yine şaire bırakalım. En çok beğendiğim “Ümit Ölesi Değil” on iki kıtalık şiirinin ilk dört dörtlüğü ile yazımı sonlandırayım. “Aç olan saman için/ ekin yolası değil/ ateşe duman için/ nazar kılası değil//Baş ola göğe değe/ baş ola boyun eğe/ durmamışsa çiçeğe/ meyve olası değil// Geceyse cümle ânın/ ışığadır zamanın/ içi kan ağlayanın/ dışı gülesi değil// Çatlarsa yana yana/ su toprağa uyana/ yelkeni olmayana/ rüzgâr dolası değil” (sayfa 67)

İlkay Coşkun / Okuyorum.org

Institut Français Türkiye 2022 Çeviri Ödülleri’ne Başvurular Başladı

Institut français Türkiye’nin nitelikli edebiyat çevirilerini desteklemek ve çevirmenlik mesleğine hak ettiği değeri vermek amacıyla 2021 yılında başlattığı Fransızca Çeviri Ödülleri’nin 2022 edisyonu başvuruya açıldı.

Institut Français Türkiye 2022 Çeviri Ödülleri’ne Başvurular Başladı

Beşeri ve Sosyal Bilimler ve Deneme dalında 1 Ocak 2020 – 30 Mart 2022 tarihleri arasında yayımlanmış çeviri eserlerin katılabileceği Institut français Çeviri ödülleri Genel ve Teşvik adı altında iki ayrı kategoride verilecek. Genel kategori ödülü 30 000TL, jürinin önerisi ile verilebilecek olan Genç Çevirmen Teşvik Ödülü tutarı ise 15 000TL olarak belirlendi. Başvurular 29 Nisan 2022 saat 17.00’a kadar yapılabilecek.

Başkanlığını INALCO Türkçe Kürsüsü Başkanı ve Actes Sud Yayınevi Koleksiyon Müdürü Timour Muhidine’in yaptığı Institut français Türkiye Çeviri Ödülleri Seçici Kurulu; Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Doç. Dr Lâle Özcan, Hacettepe Üniversitesi Çeviri Bölümü Başkanı Doç. Dr Zeynep Oral, Galatasaray Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve çevirmen Dr. Şilan Karadağ ve editör çevirmen Ayça Sezen’den oluşuyor. Institut français Çeviri Ödülleri’nin 2021 edisyonunda Mahir Güven’in Grand Frère adlı romanını, Ağabey başlığıyla Türkçeleştiren Ebru Erbaş büyük ödüle, Genç Çevirmen Teşvik Ödülü’ne Yunus Çetin ve Onur Ödülü’ne ise geçtiğimiz Şubat ayında 79 yaşında yaşamını yitiren Aysel Bora layık görülmüştü.

Institut français Türkiye tarafından Fransızca Çeviri Ödülleri vesilesi ile yayınlanan manifesto ise şu şekilde :

Bir kitabın ortaya çıkma sürecinde çevirmenlerin katkısı esastır.

Institut français Türkiye için diller birer Evliya Çelebi gibidir, onlar da seyahat ederler!

Çevirmenler ise, kültürleri buluşturup aralarında kalıcı bağlar kurulmasını sağlayan her şeyin -sözcüklerin ve eğretilemelerin- peşine düşen, yeri doldurulamaz aktarıcılardır. İyi bir çeviri okumak, yazarı kendi dilinde okuyormuş hissini uyandırır. Edebi çevirmen, yeteneğini başkalarının hizmetine sunarak eserde kendisini görünmez kılsa bile, aslında bir sanatçıdır. O basit bir teknisyen değildir, yılların deneyimine ve eğitimine dayanarak karmaşık düşünceleri yorumlayan ve öteki dilde eşdeğer bir üslup yaratabilen kişidir.

Çevirmen, kendi kültürüne olduğu kadar yazarın kültürüne de hâkim olmalıdır, bu onun mesleğinin doğası, hatta asaletidir. Çevirmenlerin işlevi çoğu kez azımsanır, sektördeki aktörler tarafından nadiren öne çıkarılır ve değerinin karşılığını maddi açıdan da pek bulamaz. Institut français Türkiye bir “Fransızca Çeviri Ödülü” yaratarak çevirmenlerin bu rolünü takdir eder ve yanlarında yer aldığını beyan eder. Sezar'ın hakkını Sezar’a verme zamanı gelmiştir! Başka bir deyişle, ezelden beri kültür ve edebiyatın bizi bu derece mutlu edecek şekilde daldan dala konmasını sağlayan kadın ve erkek çevirmenlerin, yani bu edebiyatçıların emeğini yerli yerine oturtarak artık haklarını vermeliyiz.

Institut français Türkiye 2022 Çeviri Ödülleri hakkında detaylı bilgi ve başvuru için :

https://www.ifturquie.org/fransizca-ceviri-odulu/

Peter Stamm'dan Tepetaklak Bir Proje Öyküsü: Yedi Yıl

Her büyük proje iyi bir tasarımla başlar. Eğer iki mimar yan yana gelirse iyi bir proje tasarlayabilir diye düşünebilir insan. 

Peter Stamm, Yedi yıl, Fuat Yalçın

Hem işleri için hem hayatları için bir yol çizebilirler ama her büyük projede bir boşluk veya hata olabilir ya da başka bir bakışla “insan plan yaparken kader ona güler” diyebilirsiniz. Bir kadın ve bir erkek ana karakterler. İkisi de meslek sahibi ve toplumda yer edinmiş, zeki, akıllı, kültürlü kişiler. Bir araya gelip bir yuva kurmaya karar verirler. Kadın işinde başarılı, güzel ve albenilidir. Ama erkeğin karşısına çıkan güzel olmayan, kültürlü hiç olmayan hatta aynı konuşma diline sahip olmadıkları başka bir kadın önce aklını sonra davranışlarını en sonunda da hayatını etkiler. 

İsviçre’nin son yıllarda en çok konuşulan yazarlarından biri olan eserleri 37 dile çevrilen Peter Stamm tam akıl sır ermez insan doğasını mutluluk ile bitmeyen imtihanımızı bir aşk üçgeni vesilesi ile resmederken ustalığını konuşturuyor. Yedi Yıl modern hayatın şartları arasında kendini keşfetmeyi geciktiren ruhları mercek altına alan, farklı çarpıcı ve cesur bir roman.

Arada açıklamalar, kabuller olsa da bu üçgen bir türlü dik durmaz. İnsanın olduğu yerde davranışların bilinmezliği söz konusudur. İçgüdüler desen değil, çekicilik desen değil. İki kadın arasında bocalarsın ve işin içine bir de çocuk girince düğüm iyice karışır. Kafadaki düğümler ise fiziksellere oranla daha zor çözülür, bir de duyguların kat kat karışması projeyi tepetaklak edebilir. Kitaba adını veren konuda bir de Hazreti Yakup efsanesi var; bu efsaneyle öykü arasında zorlarsanız bir bağ kurabilirsiniz. Son tahlilde o efsane işte; öykü ise tam gerçeğin ortası.

Fuat Yalçın / Okuyorum.org

Bir Kadının Penceresinden 1975’e Yolculuk

Fuat Yalçın, Oktay Rıfat'ın Bir Kadının Penceresinden kitabını Okuyorum.org için yorumladı. 

Bir Kadının Penceresinden, Oktay Rıfat
Şöyle bir uzansam diyorum Beşiktaş’tan karşıya yol alan küçük vapurla, 5 dakika içinde Üsküdar’a oradan Kuzguncuk’a sonra adı metinde geçmeden kendini belli eden köye. Çarşısında dolaşsam, iskeleye insem, caminin etrafında dolaşsam rastlar mıyım acaba Filiz’e? O mutlaka önce yaşadıklarını anlamaya çalışıyordur; davranışlarıyla şaşırtan, kestirilemez eylemleriyle bez-diren hayırsız koca yetmez mi küçük dünyasının sıkışmasına? Selim ve onunla yaşadıkları: Kaçamakları, hayalleri. Kalbi seven ama bedeni duran bir kadın olmayı çözemez Filiz tıpkı o yıllarda ülkede yaşananları ya da geçmiş yıllardan kalan çarpık değişim miraslarını kimsenin anlayamadığı gibi. Topkapı Sarayının mimari yığılımı bir yanda, dut ve incirin yanlarına dikilen yabancı ağaçlar manolyalar, mimozalar bir diğer yanda başkalaşımın işaretleri değil midir? 

Türk şiirinde büyük kanallar açan Oktay Rıfat’ın 1976 yılında yayımlanan ilk romanı bir kadının penceresinden 1975 Türkiye’sinde İstanbul’un aydınlar çevresinde geçen üç çocuk annesi evli bir genç kadınla genç ve evli bir devrimcinin yasak aşk hikayesine odaklanıyor.

Toplumdaki kutuplaşmalar ve birbirini anlamayan, kentte birlikte yaşamayı çözemeyen belki de karşısındakini yok olmasını isteyen insanlar, bizim insanlarımız. Yetmişli yılların ikinci yarısındaki karanlıkta hayal ederek hayatta kalmaya ve biraz da hayattan haz almaya çalışan Filiz şimdi çarşıda çıkar gelir mi karşıma? “Şairler ruhun mühendisidir” derler; romanın yazarı şair olunca sözcükler birbirine sevgiyle sarılır, dans eder. Okumak için bekler, bitmesin diye yudum yudum içersin şiir tadındaki romanı sosyal olayları göz ardı etmeden.

Fuat Yalçın / Okuyorum.org

Sağlıklı Bebeğin İlk 1000 Günü Aganta'dan Çıktı

Bebeklerde ve çocuklarda alerji giderek yaygınlaşıyor. Aileler tedirginlikle çocuklarının alerjlerine çare bulmaya çalışıyor. 

Sağlıklı Bebeğin İlk 1000 Günü, Aganta Kitap

Peki ya alerjileri önlemenin bir yolu varsa? Yaşamın ilk 1000 gününde bebeğinizin geleceğini değiştirmek mümkünse? Klinik gastoentorolog ve kıdemli öğretim üyesi Dr. Vincent Ho, Sağlıklı Bebeğin İlk 1000 Günü'nde bağırsak sağlığı ve alerjiler arasındaki ilişkiyi ayrıntılarıyla incelerken, hamilelikten doğuma, emzirme döneminden katı gıdaya geçişe kadar alerjileri önlemek ve bebeğinizin bağışıklık sistemini güçlendirmek için atabileceğiniz adımları açıklıyor. Baş etme yöntemleri, tedavi stratejileri, bebeğinizin yaşamı boyunca sağlıklı bir bağırsağa sahip olabilmesi için öneriler ve yaygın gıda alerjilerini önlemeye yönelik bebeğinize uygun dokuz haftalık bir beslenme planı sunuyor. Alerjilere bakış açınızı değiştirmek için ilk adımı kılavuz niteliğindeki bu kitapla atın. Bebeğiniz daha dünyaya gelmeden bağırsak sağlığını güçlendirin ve yaşam kalitesini yükseltin. Alerjiler kâbusunuz olmasın.

Fulya Kılınçarslan'ın Yeryüzü Kitabı Notos Kitap'tan Çıktı

Onlar birer yabancı. Yeryüzünde doğdular ama bu dünyaya hep yabancı kaldılar.

Fulya Kılınçarslan, Yeryüzü Kitabı, Notos Kitap

Bastıkları toprağa, konuştukları dile, yaptıkları işe, yaşadıkları zamana ve hatta damarlarında akan kana bile yabancılaşan insanlar.Yeryüzü Kitabı onların hikâyelerini anlatıyor. Anlatılan her hikâye yaşamdaki olasılıkların inşa ettiği bir köprü – kimi zaman peşine düşülen beyaz bir kurt, kimi zaman efsanelerden çıkagelen kızıl bir akbaba, kimi zaman ise üç direkli görkemli bir tekne ya da sınır ötesinde kalan, ismi değişen yerleşimler Doğu’yu Batı’ya, geçmişi şimdiye bağlıyor. Çünkü bizi birbirimizden ayıran çizgilere değil, bizi birbirimize ulaştıracak köprülere ihtiyacımız var. Fulya Kılınçarslan, derinliği insanı uzun uzun düşündüren öyküler yazıyor. Yeryüzü Kitabı özel bir öykü kitabı.