Eski İstanbul Ramazanları Halit Fahri OZANSOY

“Bir evi bodrumundan tavan arasına kadar tasvir edip göz önüne getirmeden kişilerimin o evdeki hayatını canlandıramam” dermiş Balzac. Bundan sebep Ozansoy, anılarını anlatmadan önce, Kırkçeşme’de, Sekbanbaşı İbrahim Ağa mahallesi Çıkmaz Terazi Sokağı’nın 2 numaralarını evini tasvir ediyor. Bugün yerinde yeller esen ve doğup dokuz yaşına kadar büyüdüğü evini…
Eski İstanbul Ramazanları Halit Fahri OZANSOY
Ramazan yaklaştığında evlerinde hummalı, heyecanlı hazırlıkları sanki o dönem, o çocuk kalbiyle anlatıyor bizlere. Davulun sesiyle başlayan ve sahura kadar hemen kimsenin uyumadığı o ilk ramazan geceleri… Büyükannenin çocuklara belki de yüz kez anlattığı Keloğlan ve Zümrüdüanka masalları… Büyükler arasında anlatılan Bektaşi ve İncili Çavuş fıkraları… Ve böyle ramazan gelmiş olur İstanbul’un bu küçük evlerine. Küçük evleri diyorum zira Ozansoy, iftar sofralarını/alemlerini anlatmadan evvel şöyle diyor: “Sarayların ve vükela konaklarının iftar alemlerinden bahsedecek değilim. Bunları kitaplarda okuduk. Ben yalnız çocukluğumdan gençlik çağıma kadar ailemin ve yakınlarımın iftar sofralarında hayalimde kalan levhaları kısa çizgilerle belirtmeğe çalışacağım.”  Yazar, iftar sofralarını anlatırken büyüklerin nasıl bu kadar çok yemek yiyebildiğine şaşırır. Sonrasındaysa, yiyecek maddelerinin katıksız, hilesiz, halis olduğuna bağlar bunu ve uyarır: “Başka sebep aramayın.”Kitap boyunca İstanbul’un ara sokaklarından geçen satıcı seslerini duymanız mümkün: “lahana, biber, turşu…” Hatıraları belki de en zor kılan şey, anımsayamadığımız çehrelerdir. Bir türlü şekil almaz dimağımızda bazı çehreler/yüzler. Ya hatırasını kaleme alan bir yazar/şair için (onlar ki en hassas kalpleri taşırlar) küçükken kaybettiği annesinin siması gözü önüne gelemezse? “Ah ya Rabbi! Bütün bu çehrelerini hatırladığım kadınların arasında annemin çehresini de neden hiç hatırlamıyorum?.. İçimde sönmeyen bir hasret! Bir acı hasret bu” Camlar sislenmiş gibi… Kararıyor ortalık… Annemin solgun yüzü eriyor yastığında. Sanki hissetmiş gibi acı bir geleceği, Annemin gideceği dönülmez bir geceyi… (Sonsuz Gecelerin Ötesinde; 1964)
Yazar hatırlarında isminin neden Halit konulduğunu da anlatıyor ayrıca. Ve o dönem asker üniforması ile babasının karısıyla aynı arabada şehir içinde gezemediğine kızmadan edemiyor. Bir de hani her türlü divan şiiri yorumuna tasavvufi hava katanlar vardır. Kadeh, şarap, meyhane sözlerine mistik bir hava katmak zaruretini hissedenler. Ozansoy böyle yorumlar getirenlere şöyle diyor: “Ama bu bilirkişiler, Fuzuli’yi etten kemikten yoksun, maddesiz, bir hayal gibi şeffaf, -esir- bir şey sananlardır. Dönemin sosyal ortamıyla ilgili çok şey anlatıyor yazar. Resim ve karikatürlerde kadınlara takılan yaşmak ve feracenin tarihi karıştığı için, halka yanlış bilgi verildiğinden, Şehzadebaşı’nda kadınlara laf atmak için bekleyeduran çapkınlardan, (yazar bu çapkınları “aşka susamış gönül deşarjı” olarak niteleyecekti sonraki bölümde) Karagöz-Hacivat, Meddah, Ortaoyunlarına değin bir dizi konulara değiniyor. Bitirmeden evvel, oruç tutmayanlarla ilgili kısımla ilgili de birkaç şey anlatayım. Alenen oruç tutmayanlar/yiyenler “tekne altı” derler bir hapishaneye götürülürmüş. Ramazan süresince. Eh oruç tutmayan kişiler de kendi arasında bu korkuyu şöyle dillendirirmiş, ramazanın ardından:  Bıkmışız doğrusu tenhada oruç bozmaktan, Çok şükür gitti selametle mübarek ramazan.
Halit Fahri OZANSOY
Eski İstanbul Ramazanları
Dergah Yayınları
120 Sayfa
Yorumlayan Mehmet KEKLİKÇİ

Yorum Gönder