''Tom Gates'' kitaplarında, Derek'le birlikte Tom'un en yakın arkadaşıymışım gibi hikâyenin içinde buluyorum kendimi. Tom'un o gıcık Marcus Meleme'yi bozum etmesine için için seviniyorum. Tom'un babası ile amcasının didişmelerine acayip gülüyorum. Ablasıyla olan ilişkisini kendi ablamla çocukken yaşadıklarımıza benzetiyorum. Tom'un masum, mini çakallıklarından kendim yapıyormuş gibi haz alıyorum. Başına gelen komik talihsizliklerde ise önce onunla birlikte strese giriyorum; zor durumlardan alnının akıyla çıkınca da içim rahatlıyor ve çok mutlu oluyorum.
Çocukluğumdan beri neredeyse elime geçeni okurum ve galiba bu okuma sevdasından ötürü, çevirdiğim kitaplara bir okur gözüyle bakmayı hiç bırakmadım. Bir okur olarak o kitabın, elbette yazarın kalemini korumak kaydıyla, kendi okumak istediğim gibi bir anlatımı olsun isterim ve çeviri yaparken bunu yapmaya çabalarım.
Size bir sır vereyim; iyi bir çevirinin ön koşullarından belki en önemlisi, çevirmenin çevirdiği kitabı sevmesidir. Bu açıdan ''Tom Gates'' kitapları beni hiç üzmüyor; her yeni macerasını heyecanla bekliyorum. Çevirmen kitabı severse onun içine girer, öyküyü kahramanlarla birlikte yaşar, sürprizlere onlarla birlikte şaşırır, komikliklere onlarla birlikte güler. Böyle olunca da anlatılanları, çeviri yaptığı dile daha iyi aktarır. Çünkü kitabı çevirirken aldığı keyif yazı diline yansır ve tıpkı kendisinin girdiği gibi okurlarını da o dünyanın içine çekiverir.
''Tom Gates'' kitaplarında, her defasında, Tom'un dünyasında heyecan dolu, harika bir maceraya atılıyorum. Daha güzeli, çeviri yaparken o sevdiğim dünyaya diğer okurları da çağırdığımı ve onların da kitabı benim kadar sevmelerine, aynı maceraya atılmalarına aracı olduğumu umuyorum. Bir çevirmen olmanın en ama en çok sevdiğim, beni en heyecanlandıran tarafı da bu.
Yorum Gönder