“Çiviler ağzına batmaz mı senin?” Küçük Hasan, annesi ve babası ölünce Filistin’e gönderildiğinde, orada gördüğü bir eskiciye böyle diyecekti, Eskici adlı öyküsünde, Gurbet Hikayeleri’nin. Aynı dili konuşan, aynı hisleri duyan bir memleketliyle karşılaşmanın sevinci içinde konuşacaktı da konuşacaktı.
Altı aydan beri susan Hasan, taze gevrek, billur sesiyle biteviye konuşacaktı. Eskici öyküsündeki Hasan da, eskici de, Refik Halid’in ta kendisidir, Ali Ural’a göre. Ömrünün 22 yılı sürgünde geçmiş bir yazar için, öyküde geçen, “bir kabahat işledik de kaçtık” cümlesi, bu görüşü doğrular niteliktedir. Gurbet Hikayeleri, yazarın Halep ve Beyrut’ta geçen sürgün yıllarının tanıklıklarını anlatır. Dönemin sosyal hadiselerini, müthiş bir gözlem gücüyle anlatır yazar. Yer yer sembolik anlatımlarla da hikayeciliğini zenginleştirir. “Zincir” adlı öyküde bir köpeğin özgürlüğe olan düşkünlüğü ve bu hürriyeti tattıktan sonraki durumu anlatılır. Hürriyet sevdasını tadan köpek için zincirin artık ne anlama geldiği, sembolik bir dille aktarılır.“Fener” adlı öyküde, 47 yaşında henüz kasaba yüzü gören Ebu Ali, ironik bir dille anlatılır. Saf inancından yararlanılan ve elindeki fenerin onun zihnini aydınlatamaması, zıtlıklar içinde verilir. Kasabada ilk defa bir mala sahip olmasını,” Ebu Ali, bir mal sahibi olduğunu yüreğinin bayıltıcı şekerlenmesinden sezdi; ‘evlendiği’ ve deve aldığı zaman da böyle olmuştu.” cümlesiyle açıklar.
Yavuz Sultan Selim bir gün kıyafet değiştirip çarşıya gezintiye çıkar. Orada güzelce öten bir keklik görür. Kekliğin özelliği, güzel ötüşü sayesinde diğer keklikleri yanına çekmesi ve av sahibinin onları avlamasını sağlaması. Satıcıdan bu kekliği satın alır ve oracıkta boynunu koparır. Satıcı duruma kızınca, Yavuz Sultan Selim şu cevabı verir: Soyuna ihanet edenin akıbeti budur. “Keklik” öyküsü, Zülfü ağanın av merakını, insanlığa büyük bir ders vererek anlatıyor. Refik Halid Karay, hikayelerini gurbette devşiriyor. Sürgün yıllarında, memlekete olan özlemini hemen her öyküye serpiyor. “Uzakta kalanlar için İstanbul’un kaldırımları bozuk değildir, sokaklarda çamur ve süprüntü yoktur; tramvaylarda ve vapurlarda azap çekilmez. Musluklardan Terkos yerine kevser akar…” “Yabancı memleketlerde bir kasabaya sokulup uzun müddet yaşamaktaki azabın ne olduğunu bilir misiniz?” Sürgün yıllarını Ortadoğu’da geçiren yazar, elbette o dönemin meşhur ismini yazmaması düşünülemez: Lavrens. İngiliz kraliyetinin manevi oğlu Lavrens ve şüpheli ölümü. Yazarın Lavrens’le yaşadığı falcı anısı. Ve falcı, onun geleceği hakkındaki gerçeği görmüş müydü sahiden? “Ben olana, olmuşa, olacağa muhalifim” diyen bir yazar, Refik Halit Karay. Milli Mücadele yıllarında Atatürk’ün başlatmış olduğu kurtuluş mücadelesinde ümit görmediği için İstanbul hükümetini destekler. Bundan sebep, meclis kurulduktan sonra, meşhur “yüzellilikler listesine” alınır ve sürgüne gönderilir. Sürgün günlerini verime dönüştürerek gurbet hikayelerini yazar. Öyle ki, “Refik Halid’i sürmeli ki, yazsın” diyenler bile çıkmış. (Tosun, Öykümüzün Sınır Taşları)
Yazarın birbirinden güzel öykülerinden oluşan Gurbet Hikayelerini ve Yeraltında Dünya Var romanını bitirdikten sonra buruk bir tat kalıyor, hayal dünyamızda. Gurbette geçen günler, anılar, özlemler geçiyor gözünüzün önünden. Yazarın can sıkıntısının sesini duyuyorsunuz. Ve nihayetinde şöyle de demeniz olası, “İhtiyar iyi masalcı imiş, öyle güzel uydurdu ki, inanacağımız geldi.”
Gurbet Hikayeleri-Yeraltında Dünya Var
Refik Halid KARAY
İnkılap Yayınları
Refik Halid KARAY
İnkılap Yayınları
Sayfa 358
PUAN
★★★★★
Yorumlayan Mehmet KEKLİKÇİ
Yorum Gönder