Romanın ilk bölümü başkarakter Yonğhe'nin kocasının ağzından anlatılıyor. Diğer iki bölüm ise yazarın ağzından anlatılıyor. Karısında bir anda meydana gelen değişimi anlatıyor. “Karım vejetaryen oluncaya dek onun özel bir insan olduğunu hiç düşünmemiştim.” Tam da bundan sonraki gelişmeler insanı romana hapsediyor adeta. Anlatımda arada Yonğhe de sahneye çıkıyor. “Bir haykırış, yakarış, kat kat birleşiyor ve oraya yapışarak sabitleniyor. Et yüzünden. Çok fazla et yedim. O hayatlar bozulmadan orada asılı. Kesinlikle. Kan ve etlerin hepsi sindirilip vücudumun her köşesine yayılmış, tortusu dışa atılmıştır ama o hayatlar ısrarla karın boşluğuma yapışmış duruyor.” Romanın ikinci bölümü açıkçası çok alakasız gibiydi, bütün olarak bakarsam. Vücuda çiçek, yaprak çizimiyle ilgili sahneler biraz uçuk kaçıyordu. Tamamen yazarın hayal dünyasının zenginliğini tasvir ediyor nitelikteydi. Roman boyunca Yonğhe’de bir tür evrilme görülür; insanlıktan bitkiye, ağaca evrilme. Çevresindekilerce tuhaf karşılanır hatta akıl hastanesine yatırılır. Şizofren bile denilir. Zorla et yedirme çabaları her seferinde içindekileri boşaltmayla sonuçlanır. Tek istediği sudur Yonğhe’nin. Öyle ya, bir ağacın isteği başka ne olabilir ki? “Vücudumda yapraklar yeşeriyordu, ellerim kök salıp… Toprağın altına doğru uzanıyordu.” “Abla, dünyadaki bütün ağaçlar kardeşim gibi.” Kendini tüm ağaçlarla kardeş olarak gören Yonğhe hastanedeyken türlü zorlamalara maruz bırakılır. Tek isteği olan yerine her defasında serum verilir. Burnundan kollarından (dallarından mı denmeli yoksa) hortumlar sokulur vücuduna. “Anlamaya bile çalışmayarak… Sadece ilaç verip iğne saplıyorlar.” Gittikçe daha da çöken, yok olmaya yüz tutan Yonğhe… Aslında bu makineleşen, devasa binalar uğruna yok edilen ağaçların bir imgesi olamaz mıydı? Su yerine ucu sivrilerek göğe uzanan gökdelenler batırmıyor muyuz o yemyeşil alanların yerine? Enis Batur bir yazısında, doğanın artık lüks haline geldiğini söylüyor; insanlık için daralan bu mekânlar için tehlike çanlarının çaldığını haber veriyordu. Han Kang da, bu tehlikeyi bitki(n)leşen bir insan üzerinden haber veriyor bize. Çünkü dünya sadece biz insanların değildi: “Babam hayvanı ağaca asıp yakmayacağını söyledi. Döve döve de öldürmeyecekmiş. Koşarken ölen bir köpeğin daha lezzetli olduğunu bir yerlerden duymuş” Yazara büyük teşekkür borçluyuz. Daha da büyük teşekkürü ise, ona, “bir kadının apartman dairesindeki bitkiye dönüşmesi ve birlikte yaşadığı adamın onu bir saksıya dikmesi hikayesini” yazdıran ilham perisine borçluyuz. En büyük borcumuz ise, ellerinden doğayı aldığımız gelecek nesillere…
Han Kang
Vejetaryen
April Yayınları
158 Sayfa
Mehmet KEKLİKÇİ
Yorum Gönder