Ölüm, tüm varlıklar için kaçınılmaz, muhakkak bir sondur. Hakkında sayısız yorumlar, tahminler, tanımlar yapılmıştır.
Epiküros, “Ben varken ölüm yoktur, ölüm olduğundaysa ben olmayacağım” diyerek ölümü kayıtsız kalınması gereken bir olay olarak yorumlamıştır. Wittgenstein da ölümün, yaşam esnasındaki bir olay olmadığını ve ölümün yaşanmayacağını. Bu sebeple korkulabilecek bir durum olmadığını düşünür. Heidegger, Becker, Kierkegaard gibi bazı düşünürler ise ölümlülüğü, acı verici bir kaygı hali olarak alırlar. Schopenhauer, “yaşam istenci” kavramını vurgu yaparak ölüme karşı varlığın, varoluşunu sürdürme mücadelesi verdiğini söyler. Spinoza’ya göre ise ölüm, varoluşsal bir kaygıdır. (Düşünbil/58) Sartre’ın Duvar adlı kitabında, kitaba adını veren “Duvar” öyküsünde de ölüm, öncesi ile ele alınır daha çok. Kitapta birbirinden bağımsız beş öykü yer alır: Duvar, Oda, Herostratus, Özel Yaşam ve Bir Yöneticinin Çocukluğu. Öykülerin her biri Sartre’ın felsefesini barındırıyor içinde. öykü karakterlerinin her biri – İbbieta, Pierre, Eve, Lulu, hayalci, duyarsız insan ve Lucien- onun felsefi kavramlarını ve görüşlerini ispatlarcasına hareket ediyor adeta. Her öykü de birbirinden güzel. Öyle ki yazarının, karmaşık bir felsefe akımı kurucusu olduğunu okurken unutuyorsunuz. Sürükleyici ve akıcı beş öykü. Hatta ilk defa Sartre okuyacakların bu kitapla başlamalarını önerebilirim. Kitaba ismini veren Duvar öyküsüne bakacak olursak; Öyküde Franco’nun falanjistlerine karşı mücadele veren üç arkadaşın ölüme mahkûm edilmesi işlenir. Başkarakter Pablo İbbieta yanı sıra Tom ve Juan adlı üç kişi, kendilerine hücre olarak verilen hastanenin mahzeninde ölümlerini beklemektedirler. Vakit gecedir ve sabah kurşuna dizileceklerdir. Ölümü beklerken, bu daracık dehlizde onları bir deney faresi gibi inceleyecek olan doktor da gelir yanlarına. Bu diriyken can çekişen bedenleri seyretmeye gelir adeta. Sabaha kurşuna dizilecek olan mahkumlar, geceden hissetmeye başlarlar ağrıları. “Belki yirmi kez idam edilişimi yaşadım.” İbbieta karakteri üzerinden ölümü tasvir eder Sartre. Ölümün tüm varlığı sona erdiren bir olay olduğunu ve o ana kadar geçen her şeyin değersizleştiğini vurgular. “Her şeyi ciddiye alıyordum, sanki ölümsüzmüşüm gibi.” En yakın arkadaşının yerini söylediğinde idamdan kurtulacaktır. Ölüm yaklaştıkça, ölümün soğuk nefesini daha yakından hissettikçe, şimdiye dek yaşadıkları anlamsızlaşır, değerini yitirir. “…ama İspanya ve kargaşa vız geliyordu bana. Artık hiçbir şeyin önemi yoktu.” ölüm karşısındaki tutumunu bu sözlerle anlatır İbbieta. Sartre, okuyucuyu hiç de beklenmeyen masalsı bir sonla yanıltmayı başarıyor. Bu öyküde duvar, mahkumların sıralanıp kurşuna dizildikleri yerdir. Ama aynı zamanda o-görünmeyen bir özelliği de vardır. Varlık-yokluk-ölüm-hiçlik kavramlarının arasında görünmeyen bir duvar vardır. Kitaptaki diğer bir öykü, Bir Yöneticinin Çocukluğu. Bu öyküdeki başkarakter, Lucien, bana hiç de yabancı gelmedi. Sartre’ın çocukluğunu kaleme aldığı Sözcükler kitabında, “(Annem) sanırım, gerçekten kız olmamı istemişti. Meleklerin cinsiyetine sahip olacaktım belirsiz, ama hafiften kadınımsı. (Sartre’ın uzun saçlarını büyük babası kestirince annesi üzülür bu duruma ve Sartre bunu: Küçük kızını bir oğlancıkla değiş tokuş etmişlerdi, şeklinde yorumlar) yani çocukluğunda, annesinin onun kız olmasını istediğini yazar Sartre. Şimdi de kitabımızdaki Lucien’e bakalım. “Belki de eskiden küçük bir oğlan çocuktu ve ona entariler giydirmişlerdi. -Lucien’e olduğu gibi, geçen akşam- bir kıza benzemek için böyle giyinip durmuştu.” Lucien’e göre var olmak bir haktır. “Varım, çünkü var olmaya hakkım var.” Lucien’in cinsel karmaşası da belirli dönemlere göre evrilme gösterir. “Oidipus kompleksi, sadico-anale ve eşcinsellik. Tüm masumiyetiyle, günümüzde sıklıkla bazı çirkin “zorbalıklara” maruz kalan bir çocukluk, Lucien’inki. Özetlersek, kitap Sartre felsefesinin hikayeleştirilmesi diyebiliriz. Bulantı romanının ve Sartre’ın çocukluğunun hikaye edilmiş hali. İsmi biraz ağır gelmekle beraber, kitabı Sartre isminden azat ederek okumanızı tavsiye ederim. Çünkü ne diyordu Sartre, adlandırmak, onu öldürmektir.
Epiküros, “Ben varken ölüm yoktur, ölüm olduğundaysa ben olmayacağım” diyerek ölümü kayıtsız kalınması gereken bir olay olarak yorumlamıştır. Wittgenstein da ölümün, yaşam esnasındaki bir olay olmadığını ve ölümün yaşanmayacağını. Bu sebeple korkulabilecek bir durum olmadığını düşünür. Heidegger, Becker, Kierkegaard gibi bazı düşünürler ise ölümlülüğü, acı verici bir kaygı hali olarak alırlar. Schopenhauer, “yaşam istenci” kavramını vurgu yaparak ölüme karşı varlığın, varoluşunu sürdürme mücadelesi verdiğini söyler. Spinoza’ya göre ise ölüm, varoluşsal bir kaygıdır. (Düşünbil/58) Sartre’ın Duvar adlı kitabında, kitaba adını veren “Duvar” öyküsünde de ölüm, öncesi ile ele alınır daha çok. Kitapta birbirinden bağımsız beş öykü yer alır: Duvar, Oda, Herostratus, Özel Yaşam ve Bir Yöneticinin Çocukluğu. Öykülerin her biri Sartre’ın felsefesini barındırıyor içinde. öykü karakterlerinin her biri – İbbieta, Pierre, Eve, Lulu, hayalci, duyarsız insan ve Lucien- onun felsefi kavramlarını ve görüşlerini ispatlarcasına hareket ediyor adeta. Her öykü de birbirinden güzel. Öyle ki yazarının, karmaşık bir felsefe akımı kurucusu olduğunu okurken unutuyorsunuz. Sürükleyici ve akıcı beş öykü. Hatta ilk defa Sartre okuyacakların bu kitapla başlamalarını önerebilirim. Kitaba ismini veren Duvar öyküsüne bakacak olursak; Öyküde Franco’nun falanjistlerine karşı mücadele veren üç arkadaşın ölüme mahkûm edilmesi işlenir. Başkarakter Pablo İbbieta yanı sıra Tom ve Juan adlı üç kişi, kendilerine hücre olarak verilen hastanenin mahzeninde ölümlerini beklemektedirler. Vakit gecedir ve sabah kurşuna dizileceklerdir. Ölümü beklerken, bu daracık dehlizde onları bir deney faresi gibi inceleyecek olan doktor da gelir yanlarına. Bu diriyken can çekişen bedenleri seyretmeye gelir adeta. Sabaha kurşuna dizilecek olan mahkumlar, geceden hissetmeye başlarlar ağrıları. “Belki yirmi kez idam edilişimi yaşadım.” İbbieta karakteri üzerinden ölümü tasvir eder Sartre. Ölümün tüm varlığı sona erdiren bir olay olduğunu ve o ana kadar geçen her şeyin değersizleştiğini vurgular. “Her şeyi ciddiye alıyordum, sanki ölümsüzmüşüm gibi.” En yakın arkadaşının yerini söylediğinde idamdan kurtulacaktır. Ölüm yaklaştıkça, ölümün soğuk nefesini daha yakından hissettikçe, şimdiye dek yaşadıkları anlamsızlaşır, değerini yitirir. “…ama İspanya ve kargaşa vız geliyordu bana. Artık hiçbir şeyin önemi yoktu.” ölüm karşısındaki tutumunu bu sözlerle anlatır İbbieta. Sartre, okuyucuyu hiç de beklenmeyen masalsı bir sonla yanıltmayı başarıyor. Bu öyküde duvar, mahkumların sıralanıp kurşuna dizildikleri yerdir. Ama aynı zamanda o-görünmeyen bir özelliği de vardır. Varlık-yokluk-ölüm-hiçlik kavramlarının arasında görünmeyen bir duvar vardır. Kitaptaki diğer bir öykü, Bir Yöneticinin Çocukluğu. Bu öyküdeki başkarakter, Lucien, bana hiç de yabancı gelmedi. Sartre’ın çocukluğunu kaleme aldığı Sözcükler kitabında, “(Annem) sanırım, gerçekten kız olmamı istemişti. Meleklerin cinsiyetine sahip olacaktım belirsiz, ama hafiften kadınımsı. (Sartre’ın uzun saçlarını büyük babası kestirince annesi üzülür bu duruma ve Sartre bunu: Küçük kızını bir oğlancıkla değiş tokuş etmişlerdi, şeklinde yorumlar) yani çocukluğunda, annesinin onun kız olmasını istediğini yazar Sartre. Şimdi de kitabımızdaki Lucien’e bakalım. “Belki de eskiden küçük bir oğlan çocuktu ve ona entariler giydirmişlerdi. -Lucien’e olduğu gibi, geçen akşam- bir kıza benzemek için böyle giyinip durmuştu.” Lucien’e göre var olmak bir haktır. “Varım, çünkü var olmaya hakkım var.” Lucien’in cinsel karmaşası da belirli dönemlere göre evrilme gösterir. “Oidipus kompleksi, sadico-anale ve eşcinsellik. Tüm masumiyetiyle, günümüzde sıklıkla bazı çirkin “zorbalıklara” maruz kalan bir çocukluk, Lucien’inki. Özetlersek, kitap Sartre felsefesinin hikayeleştirilmesi diyebiliriz. Bulantı romanının ve Sartre’ın çocukluğunun hikaye edilmiş hali. İsmi biraz ağır gelmekle beraber, kitabı Sartre isminden azat ederek okumanızı tavsiye ederim. Çünkü ne diyordu Sartre, adlandırmak, onu öldürmektir.
DUVAR
Jean-Paul Sartre
Can Yayınları
206 Sayfa
Puan
★★★★★
Yorumlayan Mehmet KEKLİKÇİ
Yorum Gönder