The Most/Recent Articles

İlkay Coşkun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İlkay Coşkun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tekrarın Tiryakisi Zaman Okuyucuyla Buluştu

Nazire şiiri yazma ve karşılıklı şiirlerle atışma, geleneğimizde olan bir uygulama. Elinizdeki bu eserde şiirlerin bir konu bütünlüğünde ele alınması, kitap cesametinde bir araya getirilmesi ilklerden olsa gerek. Gerek temanın derinlikli işlenişi gerek alıntılar ve kalıp, bütünlüklü bir şiir belleğinin oluşmasında önemli bir katkı sağlamış olduğu görülmektedir.

Tekrarın Tiryakisi Zaman, Sinan Ayhan, İlkay Coşkun
Proje, Haziran 2021 tarihinin ilk günlerinde Şair Sinan Ayhan'ın önerisi ile başladı ve ilk şiir bu şekilde yazıldı. Şiirlerde herhangi bir tema belirlenmedi. İlk şiirin ve devamı gelen şiirlerin üzerinde tema, form ve şiir sesi şekillendi. İlgili şair, gelen şiiri birkaç defa okudu, ortalama üç-beş gün içerisinde nazire şiirini yazdı ve diğer şaire gönderdi. Her ne kadar zaman zaman şiirlerde farklı atraksiyon ve metamorfoz gayretler gösterilse de tema, form ve ses olarak bir kalıba oturdu. Doğal gelişen süreçte şiirlerin bir çoğunluğunun “zaman, insan ve dünya” üçlü sacayağı, konu ve imgesinde yol aldığı görüldü. Bu durum, şiirlerin serlevhası incelenerek görülebilir. Hz. Mevlana'nın dediği gibi, yürümeye başlayınca yol kendiliğinden göründü.

2021 ve 2022 yıllarında şiir, hikâye, roman ve deneme türlerinde beş eserini okurla buluşturan Sinan Ayhan'ın eserlerinde işlediği, “Bileği-Metni” yani “Cevher Söz” kuramının izlerini bu eserde de görmek mümkün. Bu türü kısaca ele alacak olursak; “bileği-metni” bir tür, “monad”, “kökdörtlük”, “fark” da “bileği-metni”nin alt türleri veya alt söz sanatları gibi. Şiir ortada duruyorken “Bileği-Metni” diye bir şeye gerek var mı peki. Her şeyden önce kelam vardı. Bunun gibi şiirden önce “bileği-metni” vardı. İsteyen buna da şiir desin, ama bunlar aynı keyfiyetler değil. Çakmak taşı, bileği taşı neyse; kelime ve anlam dünyasında bir izdüşüm olarak “Bileği Metni” de o… Yani bıçak bileniyorsa, metni bileyen bir şey, bir hal, bir düşünce, bir tarz, bir tür de olabilir… Çakmak taşı ateş yakıyorsa, bu tarzın metni de ateş yakma, kalplerde kor olma aracı olabilir… Rimbaud’a göre o hal, “ateş hırsızlığıdır” Rimbaud'un “Cehennemde bir Mevsim” ve “Aydınlanmalar” “bileği metni” türünün ilk örneklerinden sayabiliriz. Bu bağlamda en küçük ve bölünemez birim olarak adlandırılan monad, kelimeleri şiire taşır ve töz özelinden şiirler şekillenir. Ayrıca harflerin oluşturduğu yapıtaşı kelimeleri, anlama giydirilmiş kıyafetler olarak görenlerde bu tezi destekler bir taraftan. “Her işlevin özü, onun tohumudur” diyen Roland Barthes’in sözünde olduğu gibi aranarak bulunur adeta öz. 

Yazılan bu şiirler, zaman zaman yayınlanması için dergilere gönderildi. Bazı dergiler tarafından bu yazılanların şiirden daha çok deneme olarak adlandırdıkları ve düzyazı ile bitişik gördükleri dillendirildi.

Bu projede her iki şair, yazılan şiirlerin sayısından ziyade bir seneyi nazire şiir yazarak tamamlamayı şiar edindiler. 2022 Haziran ayı itibarıyla proje sonlandırıldı ve altmışar şiir yazılmış oldu. Ve bu minvalde elinizdeki eser vücut buldu.

Şair Sinan Ayhan'ın ifadesiyle “Girift hâl, tefekkürde derinlik ve mutmain kalp” üçlü sacayağı bakış açısıyla bu eserin inşa süresinin şekillendiği ve nihayete erdiği görülmektedir. Mamafih, ağzı büyük savaşlarla, sıkıntılarla, zulümlerle savaşıp umudu da taşıyan şairler, şiire edebiyata küçük de olsa bir katkı amaçladıkları görülmektedir. Tomurcuk derdinde olan bir ağaç misali şiirlerle çiçek açmak bu olsa gerek.

Gecenin Yelesi Umut Nüveleri Barındırıyor

“Gecenin Yelesi” Şair Sıddıka Zeynep Bozkuş’un Mart 2021’de Çıra Edebiyat aracılığıyla okurlarıyla buluşturduğu, “İnsan Çiftliği” öykü kitabından sonraki ilk şiir kitabı. Elli altı sayfa hacmindeki eserde otuz dört şiir yer almaktadır.

Gecenin Yelesi Sıddıka Zeynep Bozkuş

Öykü ve roman türlerinde eserler veren şairlerin şiirleri kendini daha çok ele verir. “Gecenin Yelesi”nde ki şiirlerde sorgulama, betimlemeler ve soru sorum cümleleriyle kendini hissettiriyor. Bu durum gerek kitap tasarımında, gerek şiirlerin işlenişinde kendini ayrıca hissettiriyor. Şiirlerde bağlantılar ve kurgu derken bu listeyi pekâlâ uzatabiliriz. “Hoş Geldin Kendim” isimli ilk şiiriyle bu kapı aralanıyor. Böyle bir ilk şiir ismini kimileri yadırgayabilir ama şiir içeriği çok farklı bir boyut içeriyor. Bütüncül bakınca, şiirlerin geneli hakkında bir nevi ipuçlarını verip çağrışımda bulunuyor. En dikkat çeken boyut, cümle içerisinde anlamsal olarak bazı kelimeler yer değiştirilerek farklı anlamlara ulaşılmasıdır. Bu durum kitabın genelinde gözüküyor. Şöyle ki, ilk şiiri “Hoş Geldin Kendim” de, “Atalarıyla övünür gibi ve herkes/ safların aralığına bakmadan…” (sayfa 7) Burada ki “herkes” kelimesi, cümle içerisinde farklı bir yerde duruyor ve bir alt satırdaki ifadeyle ilişkilendiriliyor. Başka bir örnek vereyim. ”Kapının ardındayız, açık” (sayfa 9) Son bir örnekle bu bahsi kapatayım. “O dal kırıldığında sen bir eğilmek nedir/ bilmezdin…” (sayfa 11)

Kuşlar özelinden, mekân olarak güzel bir İstanbul var. Kuşlar özellikle güvercinler İstanbul’un simgelerinden biri olduğunu biliriz. Ecdattan gelen bir kültürdür bu. Bu şiirlerde de kuşlar ve İstanbul birbirine ne çok yakışmış. Mahmutpaşa, Mısır Çarşısı, Galata, Gülhane üzerinden yaşanmışlıklarla beraber İstanbul’a bir yolculuk var. Şairin İstanbul’da yaşıyor olması daha çok etken olduğu görülüyor. Örneğin “Seni Düşününce” şiirinin bir bölümünde İstanbul şu şekilde ele alır şair. “…Bir şehir, tarih, bir tuval sırıtıyor bak!/ mevsimler kanıyor kulaklarında/ plaklar; cızırtılı, çizik, kakafonik/ argolar, ağızlar, nenemin yamalı bohçası dil/ bu tütsünün içinden geçmeli yeniden/ onu kokmalı yüzüm, saçlarım nem varsa onu/ kuşanmalı bu şehrin rengine/ İstanbul olmalı…” (sayfa 31) İstanbul’un sesini, kokusunu taşıyan şiirler bunlar. Bununla beraber Hacer-ül Esvet, ve Kabe’de dikkati celp etmektedir.

İlgincime giden farklı imgeleri buraya taşıyacak olursam. “ılık bir çayır hışırtısı”, “sonbahar akıyor”, “atları koşuşturan bir garip yele”, “takvim döküp duaya durulanmak”, “serçelerden devrilen koca bir orman”, “bir at soluğu”, “tıpırdayan su” gibi sıralayabilirim. Bu farklılığı ve ilginçliği kimi şiir isimlerinde de görmek mümkün. “Hoş Geldin Kendim”, “Gıcırtı”, “Tıpırtı”, “Anılar Yunmuş”, “Cennetin Saçakları”, “Hiç Kırık”, “Eşinsin Bahar” gibi. Şiirlerde geçen kelimeler tek başına veya birlikte birçok şey anlatmaktadır. Bir yazarın dediği gibi; “Dil, sadece isimlendirmelerle kalmaz, aynı zamanda gerçekliği var eder”

…Acı, beyaz bir ketendir gömülen/ gece sancıdır hem kül rengi bir tırnak yara…

Şiirlerde bolca kendisini gösteren izleksel değinilere bakacak olursak. “Mevsimler, tabiat, çiçekler, kuşlar, serçeler, renkler, ev, aile, kapı, at” şeklinde listeyi çoğaltabiliriz. Mesela aile temasını en güzel “İstasyonda Akşam” şiirinde görmekteyiz. Şiirin bir bölümü şu şekildedir. “…Köşkün çatısında kar/ perili hayallere boyalı/ annem, yüzünde çay saati/ yakasında iğne/ annem, elleri çörek kokan/ terkisinde kardeşim/ babamın şapkası yine/ seherden asılı portmantoya” (sayfa 29) Bu temalarda hep bir hareketlilik ve canlılık vardır. Bu hareket hem bereketi hem de hissiyatı çoğaltmaktadır. Şiirlerde geçen, az kullanımda olan bazı kelimelere bakacak olursak; “Lepiska, setr, kebûter, gövez, sayha” gibi sıralayabilirim. Yer yer yinelemeler, tekrarlar şiirin kurgusunda hareketliliği pekiştirdiği ve güzel bir ahenk vehmettiği görülmektedir. Ayrıca güzel bir armoni oluşturmaktadır.

Şiirlerin karşılığı her okur için farklı farklı olabilmektedir. Kaynayan su, patatesi yumuşatırken, yumurtayı sertleştirmektedir. Aynı bunun gibi şiirin etkisi her ne kadar değişimler gösterse de etkisi hep olumlu cihette kendini göstermektedir. Her okur kendi muhayyilesi ölçüsünde şiirlerle bağ kurabilmektedir. Einstein’ın dediği gibi “Ne gördüğünü teorin belirler” anlayışındaki gibi bir etkileşimle sonuçlanacaktır. Ez cümle, umut nüveleri barındıran, çağrışımı yüksek olan sesli şiirler bunlar. Şekva barındırmayan, içtenlikle yazılmış şiirler. İlk şiir kitabından sonra muhtemeldir ki şiirler de değişimler olmuştur ama ilk kitabın sesi, seslenişi, yalınlığı, heyecanı ve farkındalığı hep var olacaktır.


Ufuklar Ardı Bizim'de Şiirler Akıcı Bir Üslupla Yazılmış

“Ufuklar Ardı Bizim” Şair Mehmet Ali Kalkan’ın “Gök Aradık Tuğlara” sonrası ikinci şiir kitabı. 2022 yılında, Ötüken Neşriyat aracılığıyla okurla buluşturulmuş. Yüz yirmi sayfa hacmindeki eser kırk dört şiirden oluşmaktadır. Şiir kitabı ismini, üçüncü sırada yer alan “Ufuklar Ardı Bizim” şiirinden almaktadır.

Ufuklar Ardı Bizim, Şair Mehmet Ali Kalkan

Her sanat dalında olduğu gibi şiir sanatında da estetik gayesi güdülür. İmajlarla birlikte dilde yalınlık ve anlaşılabilirlik ve daha önemlisi de şiir dilindeki bağlantıların sağlamlığı, ahengi ve oturması istenir. Bu kaidelerin uyumuyla birlikte güzel şiir, kalıcı şiir vücut bulur. Bunlarla birlikte her sanat erbabının kendine has üslubu, ilgili sanat dalına kattığı solukta aranır. Şiirde böyledir. İsimsiz bir şiir okununca, bu şiir şu şaire ait diyebilmeliyiz. Mesela, Necip Fazıl, Abdürrahim Karakoç gibi birçok şairimizin az bilinen şiirini dahi okusak, bu şiirler bu şairlere aittir diyebiliriz. Kime ait olduğunu tahmin edebiliriz. Ayrıca, şiirlerin hikâyesinin olmasını arzularız. Şiir kitabında tema bütünlüğü gibi birçok beklentimizi sıralayabiliriz. Bu değiniler sonrası konumuzu Şair Mehmet Ali Kalkan şiirlerine getirelim.

Şekil olarak şiirlere bakacak olursak. Şiirlerin birçoğu yedili hece ölçüsüyle yazılmıştır. İkinci sırada sekiz heceli şiirler yer almakta. Çok az sayıda da olsa 11 heceli şiirler bulunmaktadır. Şiirler dörtlüklerle yazılmış, şiirlerin birçoğu on beş dörtlüğe kadar varacak şekilde uzun şiirlerden oluşmaktadır. Uzun şiirler de şöyle bir sıkıntı olabiliyor. Uzun şiirlerde bir takım şiir bölümleri okura zorlama hatta gereksiz gelebiliyor ama Mehmet Ali Kalkan şiirlerinde böyle bir hisse kapılmadım. Hiç zorlama dörtlükle karşılaşmadım. Şiirler akıcı bir üslupla yazılmış ve okur şiire doyuruluyor adeta. Hece sayısı olarak kısa mısralarla, anlam derinliğine ulaşıyor şair. Şiirlerde tema ve öz olarak, şairin milli ve manevi duyarlılığını taşıdığını görmekteyiz. İlk şiir, şehitlerimiz üzerine yazılmış. Devamında vatan konulu bir şiir yer almaktadır. Azerbaycan, dua, niyaz, vatan millet aşkı, türkü gibi birçok konu başlıkları şeklinde şiirler devam etmektedir. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için şiirlerde geçen bazı isimleri, kelimeleri sıralayacak olursam; “kopuz, Mirali Bey, tar, Mete Han, Turan, Dedem Korkut, Oğuz, Yesevi, Şeyh Edebali, Osman Bey, Ulubatlı Hasan, Ötüken, Ferhat, Yunus, Şehriyar, Nizam-i Âlem, Altan, Türk, Türkmen, Azerbaycan, Selçuk, başbuğ, Kızılelma, Peygamber Ocağı, Selimiye, Sinan, Köroğlu, Adile Kurt Karatepe, Aşkar, Bedir, Veli Hünkâr, Karacaoğlan, Eyüp, Kays, Taptuk Emre, Ak Sakallı, Oğuz erleri, erenler, pirler, İstanbul, Şusa, Karabağ, Yemen, Tuna, Halep, Çanakkale, Kerkük, Harput” gibi. Ayrıca kitapta, yedi sekiz tane dağ, tabiat, çiçek resimleri kullanılmasının kitaba renk kattığını düşünüyorum.

Şairin, milli ve manevi ruh hassasiyetinin yanında dünyaya bakışını, dünya görüşünü de şiirlerinde görmekteyiz. Özellikle burada dokuz harfine dikkat çekmektedir. Bir şiirinde, “dokuz yönde, dokuz yel var” (sayfa 45) der, başka bir şiirinde “Dokuz yöne seferim var” (sayfa 63) der, başka bir şiirinde “Ney dediğin dokuz boyum” (sayfa 66) gibi dokuza vurgu vardır. Bu benzetmelerin birçok açıklaması olabilir ama sanki -dokuz ışık doktrinine- bir gönderme yapılmaktadır kim bilir. Mesela başka bir yerde, “Üç yaydı, üç oktular/ ve dahi sadaktılar” (sayfa 10) Burada da Oğuz Kağan’ın altın yay ve üç ok hikâyesine götürüyor okuru adeta şair. Başka bir şiirinde, “On iki bin şamdanla/ kıldığım namazlar var” (sayfa 28) burada ki on iki bin şamdan ifadesi, Yavuz Selim’in, 30 Aralık 1517 tarihinde Kudüs’ü, devletimize kattığı zaman, Kudüs’te ortalık kararmıştır. Kendisi ve bütün ordu beraber yatsı namazını avluda kılarlar. Şamdanları yakarlar. Tam 12 bin şamdan...Şiirdeki on iki bin şamdan buraya bir göndermedir, buradan gelmektedir kim bilir.

Bazen ayak baş olur/ bazen kuru yaş olur/ bazen toprak taş olur/ dünyanın derdi bizim.

Şiirlerin genel olarak yedi ve sekiz heceli olarak yazıldığını söylemiştik. Bu durum kitaba artı bir orijinallik kazandırmıştır. Şair Mehmet Ali Kalkan’ın şiiri hakkında yazan Ali Birinci Bey’in, şiirlerin bir kısmında Yunus Emre’nin sesini duyması, diğer bir kısmında da Dede Korkut’un nasihatlerini dinlemiş olmasının notunu buraya düşmek istiyorum. Bu yürek ve ruh birlikteliğini, Arif Nihat Asya, Abdurrahim Karakoç, Dilaver Cebeci, Feyzi Halıcı, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Yavuz Bülent Bakiler gibi isimlerle pekâlâ çoğaltabiliriz. Öz olarak, Bu şiirlerde, sehl-i mümteni” denilen, yani kolay görünen, ancak benzeri söylenmeye kalkılınca zor olduğu anlaşılan, özlü söz söyleme sanatının güzel örneklerini görmekteyiz. Son sözü yine şaire bırakalım. En çok beğendiğim “Ümit Ölesi Değil” on iki kıtalık şiirinin ilk dört dörtlüğü ile yazımı sonlandırayım. “Aç olan saman için/ ekin yolası değil/ ateşe duman için/ nazar kılası değil//Baş ola göğe değe/ baş ola boyun eğe/ durmamışsa çiçeğe/ meyve olası değil// Geceyse cümle ânın/ ışığadır zamanın/ içi kan ağlayanın/ dışı gülesi değil// Çatlarsa yana yana/ su toprağa uyana/ yelkeni olmayana/ rüzgâr dolası değil” (sayfa 67)

İlkay Coşkun / Okuyorum.org

Şair Duvarlarda Gözlerim Üşüyor'da Mısralarını Dansta Tutuyor

Şair Volkan Hacıoğlu, Duvarlarda Gözlerim Üşüyor isimli kitabında şiir dilini dansa, düzyazıyı ise yürüyüşe benzeten ‘Paul Valery’ sözündeki gibi mısralarını adeta dansta tutuyor.

Şair Volkan Hacıoğlu, Duvarlarda Gözlerim Üşüyor
Şair Volkan Hacıoğlu, Duvarlarda Gözlerim Üşüyor

Duvarlarda Gözlerim Üşüyor şiir kitabı Şair Volkan Hacıoğlu'nun yirmili yaşlarda yayınlattığı ilk şiir kitabı. Birden fazla kitabı olan şair ve yazarların gençliklerinin baharında yazdıkları kitaplar hep dikkatimi çekmiştir. Çünkü ilk tecrübelerle beraber bu kitapları daha samimi bulurum. Dergilerin ilk sayıları da böyle değil midir? İlk heyecanlar ve yüksek bir adrenalin içerirler. Daha sonraki kitapların kalitesi her ne kadar artıyor gözükse de, piyasa ve beğeni kriterlerinin öncelendiğinin nişanelerini de taşıyacakları için kurguya daha çok tevessül edildiği görülür. Kimi şair ve yazarlar ilk kitaplarını saklarlar, ilk kitaplarının görülmesini istemezler. Bu durum şairin ve yazarın gelişiminin bir göstergesi olmakla beraber, yazma serüveninin ilk eserine karşı nankörlüğünü de barındırır. Bu ilk kitapta, şairi çok başarılı bulduğumu söyleyerek esas konumuza dönelim. 2006 yılında okurla buluşan eser, seksen sayfa hacmindedir. Elli yedi şiirden oluşmaktadır. "Çocukken, Severken, Düşlerken, Yokken ve Yürek Sürgünü" bölümlerinden oluşmaktadır. Şairin bu genç yaşında, zamanı, hayatı, yalnızlığı, ölümü vs. sorgulaması, tahliller yapması, hipotezler ortaya koyması ne kadar anlamlı. Mesela kısa “Tümce” şiirinde şöyle der; “Hepimiz yaşamın öznesi, ölümün nesnesiyiz” (sayfa 58)

Saf ve yalın bir anlatımla beraber şiirin sesini, uyumunu görmekteyiz. Bunların en doğalını "çocukken" şiir bölümünde görmekteyiz. Mesela şair "İlk Ağlayış"ını şu şekilde betimliyor. "...gözlerimden sular akıyor anlamıyorum" (sayfa 9) Başka bir yerde "çocukken" şiiri ne kadar yalın, samimi ve saf bir şekilde ele alınmış. Şair bu şiirini 18-20 yaşlarında yazdığını düşünürsek, şairlik kumaşının ne kadar sağlam olduğunu görmekteyiz. "…kalbimde/ yarım kalmış bir oyunun sızısı/ misketlerim gelir aklıma/ yeşili, mavisi, kırmızısı// çocukken sevdiğim kızlar/ şimdi büyümüşlerdir/ sert esen bu rüzgârda/ onlarda üşümüşlerdir// eski günler söyleyin/ nerde benim oyuncaklarım/ hâlâ tahta atımdan/ sallanıyor mu bacaklarım" (sayfa 10) Bu güzel şiir, imge içermediği halde, mısralar ne kadar güzel ve şiirsel değil mi? Muhtemelen şairin, şiire bakışı, şiir yazışı bu kitaptan sonra çok değişmiştir ve çok yol kat etmiştir. 

Soyuluyor gözyaşlarım acıların renginden.

Şairin o yıllarda çok okuduğunu da görmekteyiz. George Berkeley'in "var olmak algılanmış olmaktır" anlamına gelen "Esse est percipi" sözüne olumsuzluk ifadesi veren “non” kelimesiyle bambaşka bir bakış açısı getirerek, "Esse non est percipi" şeklinde bir girizgâhta bulunuyor şair. Bu felsefi yaklaşım yansımalarını Ömer Hayyam dörtlüğünde de görmekteyiz. Ömer Hayyam şöyle der. "Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok/ kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok/ sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok/ ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok” Bu rubainin son mısrasıyla ne kadar çok benzeşiyor değil mi? 

Yaşam, bütün eğretilemeler bir yana, bir gövde gösterisidir.

Ayrıca şiirlerde geçen "Annabel Lee, Eldorado, O tempoda! O mores!, Quasimodo Salvatore, Rilke, Arthur Rimbaud" gibi birçok değerin yanında, farklı dillerdeki alıntılarla kitabını zenginleştirerek bakış açısını yansıtmaktadır. Hangi fikirden olursa olsun, felsefi yaklaşımlarla konunun irdelenmesi, bu vasıta ile bir derinliğe ulaşılması takdire şayandır. “Her akıl idrak edemediği şeyi reddeder” diyen İbn-i Haldun’un yaklaşımı gibi bir bakış ve değerlendirmeye götürüyor okuru. Bunlarla beraber bizlerden olan değerlerimizden Fazıl Hüsnü Dağlarca, Nazım Hikmet sözlerinin alıntılandığını, eklemlendiğini görmekteyiz. Bu yaşlarda bu isimleri okuyor olmak ve farklı dillere aşinalık, şairin şiirlerinin zenginlik göstergesidir. Farklı şiir başlıkları ve ilginç gelen içerikler bir okur olarak benim beğenimi cezp etti. Şiir isimleri üzerinden örneklendirecek olursam; "Deniz Gülü Şarkısı, Isı, Akşam Üstü Suzan, Tropisme, Frankfurt Garı'nda Rilke Okuyan Kız, Fabrikada Öğle Tatili, Lağımcı, Çöp Yiyen Çocuklar" gibi bir kısmını sıralayabilirim.

Her ne kadar farklı şiirlerin, bölümler halinde işlenmesine rağmen hem yoğun bir emeği hem de şairin biçeminin yansımalarını görüyoruz. Şiir dilini dansa, düzyazıyı ise yürüyüşe benzeten ‘Paul Valery’ sözündeki gibi mısralarını dansta tutuyor adeta şair. Ayrıca hece şiirindeki kimi çağrışımlarından ve yinelemelerden de faydalanır ve şiirin bir nevi sesini oluşturur. Ayrıca şiirlerde yer yer ses yükselmesi gözlenir. Yinelemeler, tekrarlar hiç zorlamaya maruz kalmaz ve okuru rahatsız etmez. Dönüp dönüp tekrar tekrar okunabilecek, okurun damağında tat bırakacak güzel şiirler bunlar. Ek olarak, son şiirini kategori dışında tutar şair. Kitabın özetini bu şiirle yapar adeta. Ve şiirin ismi de, “Son Ses”tir. “…İnsanlar…”İnsanlar ey nerdesiniz” (sayfa 79) Final cümlesiyle şiiri bu şekilde sonlandırır.

İlkay Coşkun / Okuyorum.org

Ünlü Türk Şairlerin Şiirleri Ukrayna Dilinde Yayınlandı

Ukrayna Uluslararası Kiev Üniversitesi tarafından Türk şairler Nazım Hikmet, Ercüment Behzat Lav, Hüseyin Yurttaş, Serkan Işın, Yusuf  Bal ve İlkay Coşkun'a ait şiirler Ukrayna diline çevrildi. 

Ünlü Türk Şairlerin Şiirleri Ukrayna Dilinde Yayınlandı
Filoloji Doktoru Doçent Iryna Prushkovska,  (Türk Görsel Şiiri: Tarihi ve  Bugün)” isimli akademik çalışmasında yer verilen şiirlerdeki amacın modern Türk figüratif şiirini sunmak ve analiz etmek olduğu belirtildi.Türk görsel şiirinin oluşumunun ve gelişiminin sürekliliğini belirlemek görevini üstlenen çalışmada  Türk figürlü şiirleri başlıca yaratıcıları Ukrayna bilim dünyasına sunuldu.

Arapça grafiklerle yürütülen klasik dönemin görsel şiiri (XIX yüzyılın ikinci yarısına kadar), XX yüzyılın ilk yarısının figürlü şiiri, Yirminci yüzyılın ikinci yarısının şiiri, XXI yüzyılın başındaki görsel şiir olmak üzere dört dönem halinde incelendi. Edebiyat Blogu Okuyorum.org olarak hem Türkiye'de hem de yurtdışında ilgi gören bu çalışmalardan birisi olan Şair İlkay Coşkun ve Yusuf Bal'ın şiirlerini sizlerle paylaşıyoruz:

ilkay coşkun, emma şiiri
İlkay Coşkun, Emma Şiiri

Yusuf Bal, sUsTası Şiiri
Yusuf Bal, sUsTası Şiiri

İlkay Coşkun ile İç Hatlar Deneme Kitabı Üzerine

Merhum Cemil Meriç’in kitaba dair birçok değerli sözleri bulunmaktadır. Meriç’in “Meçhule açılan bir kapıdır kitap. Meçhule, yani masala, esrara, sonsuza” sözü her yeni bir kitap için söylediği aşikârdır.

İlkay Coşkun, İç Hatlar
İlkay Coşkun ile İç Hatlar Deneme Kitabı Üzerine
Kapağını açmadığımız her bir kitap saklı bir hazinedir. Emeğin harcıyla yoğrulan türlü türlü tezgâha geçmeden yazarın hayalini süsleyen taç olan kitap elimize aldığımızda matbaanın mis kokusunda kütüphanede yerini alır. Her kitabı alır almaz okur muyuz?  Öncelikler arasına dâhil mi ederiz.  Kitap sevgisi olanlar o kitabı bir gün okurum diye alırlar. Çünkü zahmetlerin rahmete dönüştüğü sırlarla dolu kitapların değerini bilirler. Kütüphaneler açık hazinelerdir. Arayan bulur misali her kitap yolculuğu arayışlarımızı bizlere kâh yakınlaştırır kâh uzaklaştırır kâh da sırların sırlarına ermemizi sağlar. 

“Bir Yazar, Bir Kitap” yazı dizisi bu naçizane duygularla yola çıktı. Yazarlığa kendini adamış, yarınlara bir hoş seda bırakma arzusu içerisinde olan  Şair-Yazar İlkay Coşkun’la 2020 yılının sonunda Kitapyurdu yayınlarından çıkan “İç Hatlar” kitabı hakkında söyleşi yapacağız. Değerli vaktini ayırdığı için hocamıza çok teşekkür ederiz. 

İnsanı kendisi anlatması zordur. Lakin kaçınılmaz bir soru ile başlamak istiyorum. Hocam, İlkay Coşkun kimdir?

Allah'ın selamı üzerinize olsun. Selam ve muhabbetlerimi gönderiyorum. Söyleşimize geçecek olursam. Hayat mücadelemiz, işimiz, hayat koşuşturmalarımız ve hayatın bize biçtiği rollerimizin yanında okumaya ve yazmada hem sahici hemde hayal nüveleri barındıran çeşitliliği yaşamaya çalışan bir fani diyelim. 

“İç hatlar” kitabınızla alakalı ilk sayfalarında “tamam bu kişisel gelişime yönelik bir kitap” diye düşündüm. Sayfalar ilerledikçe yanıldığımı fark ettim. Kitabınızda hayata dair ne var ise yaklaşık iki yüz sayfanın içerisine sığdırmaya çalıştığınızı gördüm. Kitabınızın oluşmasındaki bu zenginliği neye göre inşa ettiniz? 

Şiirler, yazılar, kitaplar; şair ve yazarların gizli yarası değil midir? İddiası olan, hayali olan, derdi olan yazmaz mı? Hayatın içerisinde olan, sorgulayan insan hem okumaya hemde yazmaya ihtiyaç duyar. Hayatta hem ölü görüp ağlamış hemde düğün görmüş oynamış insanlardandır yazarlar. Sevinci de yaşar, melâlide yaşarlar. Geçip giden rüzgâr gibi olan sözün karşısındaki yazının kalıcılığını, değerini görmemiz gerekiyor. Ayrıca terakki ve istidada malik olmanın birincil şartının okumaktan ve öğrenmekten geçtiğini de biliyoruz. Sözü kendime getirecek olursam; “İç Hatlar” kitabında çeşitli zaman dilimlerinde yazdığım elli yazıya yer verdim. Beş bölüm şeklinde kitap vücut buldu. Yazıların birçoğu da farklı edebiyat dergilerinde yayımlandı. Bölümlerde yer alan farklı yazılarla farklı okur kitlelerine ulaşmayı hedefledim. Elli yazı içerisinden bir yazı dahi olsa ilgili okurun dikkatini çekmesini istedim. Kitaplarımda zenginlik var mı? Varsa ne düzeyde bir zenginlik var? Bu da okurun cevaplayabileceği bir soru. 

Daha çok romancıların uyguladığı bir yöntemdir, birkaç sene kendisini dışarıya kapatırlar. Yazdıklarını bitirdikten sonra kendilerini gösterdiklerine şahit oluyoruz. Bu görünürlük dahi, daha çok kitaplarıyla ilgilidir. Dergilerde yazmayı, sosyal medya meşguliyetini vs. bir süreliğine soğumaya bırakıp sadece yazacağım kitaba odaklanmayı çok isterim ama henüz böyle bir yazar olamadım maalesef. 

Kitabınızda “Uçuş Modu” başlıklı yazınız uzleti anlatıyor. İnsanın kendisine yolculuğu iç hatlarda var oluşunu anlatıyor. Kitabınızda uzlete fazlaca değinmişsiniz. Uzlet kavramı İlkay Coşkun’un hayatında hep var mıdır? Uzlet hakkında düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Hani kültürümüzde, dinimizde hep denge hali vardır ya. Aşırılıklara hep bir mesafeli duruş vardır. Anlatmak istediğim uzlet hali, kendini yalnızlığa, tekbaşılığa, soyutlamaya mahkûm etme değil elbette. Daha çok insanın kendini bulma, tanıma ve kendini dinlemeye alma halidir. İhtiyaç durumunda cep telefonlarımızı uçuş moduna alırız değil mi? Telefonumuz kapalı değildir ama internete, aramaya, sinyal alışverişine kapalıdır. İhtiyaç halinde önemli bir özelliktir. Aynı bunun gibi. Hep dışarı açık olup kendimizi kendimize neden kapalı tutalım ki? Yazar yazdıklarıyla bir taraftan kendini kendine tanıtmaz mı? Dünya seyrüseferimizde çevremizi, başkalarını, dünyayı tanıma yolculuğunda niye kendimizi ihmal edelim ki. Bize bahşedilen hayat bizden çevreye ve çevreden kendimize doğru yol almıyor mu? Üstad Nuri Pakdil’in “İçe bakış, dehşetli hazinedir” sözündeki gibi içsel yolculuk hali, seyr-î sülûk halidir daha çok kastettiğim. “Eve dön, şarkıya dön, kalbine dön” der gibi bir durum.

Hatıralara önem veriyorsunuz. Hatıralar yazarın olmazsa olmazıdır. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu Başkan ile yaşadığınız bir anı da kitabınızın içerisinde yer alıyor. Hatıra kavramından bahseder misiniz? İleriki süreçte hatırat yazmayı düşünüyor musunuz?

Uzunca bir dönem günlük tutmuştum. Ama maalesef kaybettim onları. Zaman zaman da anı yazıları yazıyorum ama ne kadar ilgi ve dikkat çeker bilemiyorum. Hep söylenir, “iyi dostlar biriktirin, herkesten zengin olursunuz” diye. Dost biriktirmekte de belli şartlar var. Sosyal yönünüzün ve iletişiminizin kuvvetli olması gerekir. Özverili olmanızda gereklidir. Elbette müşfik insanda olacaksınız, fedakârda olmalısınız. İletişim kurduğun çevre de değer kıymet bilecek gibi birçok etken var. İnsanlar için, çevre ve diğer canlılar için canla başla çabalayanları bu bağlamda bir adım önde görürüm. Ayrıca anı yazan yazarın, anı biriktirmiş olmasının yanında iyi bir hafızaya sahip olması gerekir ki anılarını yazıya dökebilsin.

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünden bir gün önce görüşmemizi kaleme almıştım. Allah, Muhsin Başkan ve arkadaşlarına gani gani rahmet eylesin. Görüşmemizin içeriğine burada girmeyeyim ilgili yazımda detayları mevcut.  

Kitabınızda mesleğinizin arka yüzünü de ön olana çıkartmışsınız? Mesleğiniz ve yazarlık arasında farklı uçlar var. İkisini de profesyonel olarak yapmaya çalışıyorsunuz. Bir elde iki karpuzu taşıyanı gösterin denildiğinde sanırım sizi gösterebilirim. İş hayatınızın yoruculuğunda yazarlığa nasıl zaman ayırıyorsunuz?  Daha öncesinde yazarlık sürecinden başlayarak kısaca bilgi verebilir misiniz?

Yazarlık işini meslek edinmiş çok az sayıda yazarı saymaz isek çoğu yazar benim durumumda aslında. Daha çok popüler dediğimiz yazarlar bunlar. Satılan kitapları ya iaşesini karşılıyordur ya da çalışmaya ihtiyaç duymayacak birikime, malvarlığına sahiptirler. Yazarın geçimini sağlayan bir işi ve okuduğu yazdığı, keyif aldığı, kendini ifade ettiği yazılar yazıyor olması çok değil bence. İnsanın işi çok zor ve meşgul eden bir iş değilse tabi. İş dışında yazar kendini sosyal anlamda fazla dağıtmıyorsa, kendini fazla bölmüyorsa, okumaya ve yazmaya zamanı kalıyordur illaki. Benim için kitap yazmak, hayatta kalmak olan geçim değil ama hayatımın kaynaklarından birisidir. Hayat birazda yorulma işidir. Kuru pantolon ile balık tutulamayacağını hepimiz biliriz.

Birçok kitabın okuyucuya buluşmasından sonra sizin tarafından kitap tanıtımı kıvamında yazılarınızda, kitaplarınızda yer alıyor. Kitap tanıtımı hakkında düşüncelerinizi alabilir miyiz? 

Okuduğum kitapların en azından bir kısmı hakkında yazılar yazmaya çalışıyorum. Okuma notları ya da değinileri de denebilir. Eleştiri yazıları değil, eleştirmenlik değil tabi bu. Bir yerde kitabı okuduğumun nişanesi yazılar, notlar bunlar. Bu vesileyle de olsa yazarı, eğer hayattaysa tanışma, görüşme imkânını da buluyorum. Örneğin, sosyal medya üzerinden arkadaş olduğumuz onlarca yazar, şair dost var. Az çok yıllardır da birbirimizi takip ediyoruz. Bu dostların kitaplarını okumamış olmayı çok doğru bulmuyorum. En azından ben doğru olanı yapmaya çalışıyorum. Bu güne kadar yüz civarında kitap tanıtım yazısını hiç karşılık beklemeden keyif alarak yazmışımdır. 

Son olarak “İç Hatlar” ile ilgili okuyucuya söylemek istediğiniz bir mesajınız var mı? 

"İç Hatlar” ismiyle müsemma derin anlamlar taşıyor. Dış hatlardan daha çok iç hatlar, kendimizden kendimize güzergâhtır, yoldur. Dış hatlar olacaktır, olmalıdır da ama iç hatları ihmal etmemeliyiz. İç hatlar ile dış hatlar arasında bir insicam ve denge hali vardır, olmalıdır. Dünya da iç hat, ülkemizdir, Müslüman âlemidir. Ülkemizde iç hat, yaşadığımız şehirdir. Yaşadığımız apartmanda iç hat, ailemizdir. Ailede iç hat aile bireylerdir. Bu böyle devam eder. “İç hat” tanımlamasını; benlik, yalnızlık demek olmadığını anlatabilmişimdir umarım.

Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim. Kitaplarla dostça kalın.

* TDED Bursa Şube Başkanı

Muhsin Ertuğrul Kemikli / Okuyorum.org

Hayrettin Durmuş Yorumladı: İçhatlar’da Uç’mak

İlkay Coşkun birçok dergi ile birlikte Gökmavi’de de imzasını gördüğümüz, yazılarını, şiirlerini okuduğumuz bir dost, üretken bir yazar. 

İç Hatlar, Uç, İlkay Coşkun
İç Hatlar, Uç, İlkay Coşkun
UÇ isimli şiir kitabıyla İÇ HATLAR adlı denemeleri KDY yayınlarından aynı anda çıktı. Öncelikle yolu, bahtı açık olsun, uğurlu olsun diyoruz. 

İlkay Coşkun bu kitabını Gözde, Gaye, Vefa, Hüzün, Vatan, Tefekkür ve Küçürek adlı 7 bölüme ayırmış. 53 şiir ve 85 küçürek dize yer almış kitapta. Yer yer düşündüren, zaman zaman da gülümseten şiirler. “Tatlı Bela” şiirinden hareketle kısa şiirlerinin uzun olanlara göre daha başarılı olduğunu söyleyebiliriz. 

“ellerin arık / ayakların çarık Yüreğin buruk / umudun kırık Sözlerin ayruk / (boyu derilmeyesice) (s.17)

Orhan Veli ya da Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şiirleri sıcaklığında bir şiirle karşı karşıya değil miyiz? 

“Galiba” şiiri de kitaptaki en başarılı şiirlerden. 3 sayfalık bu şiir biraz daha kısa yazılsaymış sanki yüklerinden kurtulur, hafifler bir o kadar da ağırlığı olurmuş. 

Kitapta dikkat çeken şiirlerden birisi de Çâre: . 

“ey yürek! Yâr, hâr ve nâr bir Yusuf bir İbrahim bir Eyyub’a yol gerek.” (s.38) Ölüm şiiri de kısa ama çarpıcı olanlardan: “kepenkleri kapanan mutlulukların üzerine oturur esmer yalnızlık ve siner mezar taşlarına usul usul.” (s.84)

“Deodorantlı Beyler ve Bayanlar” şiiri çağı sorgulayan ironik bir şiir. 

Ankara’yı, Bursa’yı anlatmayı da ihmal etmiyor şair. Bir de “Altıyüzelliyedi” var. Milyonlarca insanın dramını barındıran. 

Kitap’ta Türk şiirinin aksakalı, beyaz kartalı Bahaettin Karakoç’a ve Nuri Pakdil’in “Kudüs kalbimin üstünde ince bir tüldü/ Şimdi alın yazım oldu,”[1]dediği Kudüs’e ithaf edilmiş iki şiir de yer alıyor. 

Kitabın en güzel şiiri “İncinir.” En azından benim penceremden öyle. Her okur bir başka şiiri kendine yakın bulacak, beğenecek kuşkusuz. . 

“rahmetten bigane nadandır yola İstikamet şaşar çılga incinir Kendini bilmeyen yaramaz kula Güneş değse bile gölge incinir” (s.83)

İÇHATLAR İlkay Coşkun’un İnsana, Kitaba, Davaya ve Şiire ait deneme yazılarından oluşuyor. Kesme Şeker’den Çay’a, Mehmet Akif İnan’dan Nuri Pakdil’e, Doğu Türkistan’dan Muhsin Yazıcıoğlu’na ve Mevsimlerden, Havayı İzleyen Adama kadar pek çok konu barındıran, güzel bir üslupla kaleme alınmış yazılar karşılıyor bizi. Yazıları okuyunca şiirden yazıya geçiş yapan usta edebiyatçılarımız geldi aklıma… 

“Garip Ozan Neşet Ertaş yazısında “Anadolu’nun bin yıllık serüveni ağıtlarda ve bozlaklarda toplanmıştır adeta. Gök kubbeyi yırtarcasına çığırarak dolduran bozlaklar, tüm duyguları melodik gür sesle sanata dönüştürür… Sazı ile arasında gül ile bülbül metaforuna benzer insicam hali vardır. Yaşadıklarını sazıyla bütünleştirerek sanatını icra eden bir gönül adamıdır Neşet Ertaş. 'Yüreğinde aşk olmayan saz çalmasın’ diyerek de sanatına duyduğu özeni ifade etmiştir.” (s.93) cümlelerini okuyunca bu kumaştan iyi bir elbise çıkacağı belli oluyor. Benden söylemesi. 

Yüreğine sağlık İlkay Coşkun. Şiirlerin, yazıların uzun soluklu olsun. 

COŞKUN İlkay (2020), Uç, DKY, İstanbul. 

COŞKUN, İlkay (2020), İç Hatlar, DKY, İstanbul.