Üç Damla Kan, bir öykü kitabı. Haliyle bu isim aslında içindeki öykülerden birine ait. Şu düşünülmesin burada, e o zaman bu korkutucu başlık sadece bir öyküyle sınırlı. Değil, çünkü kan neredeyse tüm öykülerde damlıyor. "Bu üç damla kan kediye aittir." "Kanlı kirpikleri, yastığa akmış beyni, halıdaki kan lekeleri..." "Böğründen kan damlıyordu." "... gözü çıkmıştı, yuvasından kan akıyordu." Farklı öykülerden her bir cümle. Kan hemen tüm öykülerde bir canlı varlık gibi, sürekli dahil oluyor. Akmıyor belki fakat pıhtılaşmıyor da...
"Çocuk işte, gelinden, düğünden ne anlar... İlk gece bir masal anlattım ona. Uyudu. İkinci gece bir başka masala başladım, yarısını da sonraki geceye bıraktım." İşte Hülleci öyküsünün ana damarını besleyen bir kılcal damar, 9 yaşında gelin olmuş küçük kızın ilk gecesinin anlatımı...Kocası tarafından.
Sadık Hidayet daha ilk cümlelerde çeker bizi öykünün dünyasına. Etrafını sağlam örmüştür mekanın. Grinin kaç tonu var bilmem ama Hidayet'in öykülerinde beyaz da yok siyah da, grinin karamsar bir tonu var. Okurken en renkli mekanlarda bile renklerin hep solgun yansıması belirir zihnimde. Tabi arka planında toplumsal bozukluklar da eleştirilir.
"Şimdi dikkat ediyorum da, kağıda karaladığım karman çorman çizgiler arasında okunabilen tek şey: Üç damla kan!" Çevirmenin Önsözü şöyle bitiyordu: "Belki Hidayet'in varlık rüyasını kabusa çeviren ifritin pençesinden, belki de kendi kalbinden akıyordu..."
İyi okumalar...
Mehmet Keklikçi / Okuyorum.org
Yorum Gönder