
20. yüzyıl Türk toplumsal yaşamını derinden etkilemiş, şarkıları ve tarzıyla büyük bir hayran kitlesine sahip olmuş, büyük Türk filozofu Müslüm Gürses, Evlat adını taşıyan şarkısında böyle seslenmişti dinleyicilerine. Bir küçücük dörtlükte, Güneşi Uyandıralım romanını sığdırmış böylece. Kendisine rahmet dileyerek kapayalım paragrafı. Güneşi Uyandıralım evet. Hangi güneşi peki? Her sabah herkese eşit doğan fakat yeryüzünde herkes için aynı olmayan güneşi mi? Pek tabi kastedilen bu değil. "Daha da büyük olan bir başkasından söz etmek istiyorum. Yüreğimizde doğan güneşten. Umutlarımızın güneşinden. Düşlerimizi de uyandırmak için göğsümüzde uyandırdığımız güneşten..." Romanda yine Zezé'yi görüyoruz başkarakter olarak. Yine Zezé diyorum çünkü Şeker Portakal'ındaki küçük, sevimli Zezé biraz büyümüş olarak çıkıyor karşımıza. Yaramazlığı, yaşam doluluğu devam ediyor elbet. (Her ne kadar yanında her an intihar etmek için hazır malzeme dolaştırsa yahut kendisini mutsuz bir çocuk olarak görse de) Onun başına gelenler veya şöyle diyelim onun başına açtıkları üzerinden okuyoruz çocukluktan gençliğe geçerkenki tatlı hevesleri. Büyüdükçe çoğalırız, kalabalığa karışırız, sokağın öbür ucu, diğer sokaklar, bir alt mahalleler ve tüm kent. Sonra diğer kentler. Mekan genişledikçe de kalabalıklaşır, bir o kadar uzaklaşırız kendimizden. Yüreğimize sakladıklarımız bir bir koparlar bizden. Hatta hayallerimizde ete kemiğe bürünenler bile sadece birer siluet halini alır, zamanla yok olur giderler. Bizden geriye tek kalan yine çocukluktur bize. Hani der ya Cansever, "Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk/Hiçbir yere gitmiyor." O halde şunu diyebilir miyiz: Yüreğimizde her umutlu an içinde doğan güneş de, çocukluğumuzun göğünde doğuyor olsa gerek. Çünkü, başka türlüsü çok zor. Müslüm Baba'dan mülhem; Ümitsiz ve gayesiz/Yaşamak zordur Zezé. İyi okumalar...Mehmet Keklikçi / Okuyorum.org
Yorum Gönder