Öykü Nasıl Okunur / Oktay Yivli

Öykü Nasıl Okunur Modern Öykü ve Yöntem / Oktay Yivli
Coşkun Karabulut Hocam'ın benim nafile çırpınışlarıma dayanamayıp girdiğim bu meşakatli yolda rehber olabilmesi için tanıştırdığı değerli  büyüğüm Oktay Yivli Hocam'ın, ben gibi güzel yazı yazmaya çabalayan yazar adaylarına içtenlikle ve bilimsel olarak yazılmış kitabı hakkında bir kaç düşüncemi sizlerle paylaşmak istedim.  Prof. Oktay Yivli Hocam'ın "Öykü Nasıl Okunur" kitabının yanında Stephen King " Yazı yazma sanatı" Wirgina wolf "Kendine ait bir oda" ve tüm zamanların temel yapı taşı olan "peotika" nın bende bıraktıkları izleri birlikte yazmak istedim. Günümüzde her yanda bol miktarda imge var. Daha önce hiç  bu ka­ dar çok şey incelenip seyredilmemişti. Her an, gezegenin ya da ayın öte yüzünde nesnelerin nasıl göründüğüne bir göz atabiliyoruz. Gö­rüntüler şimşek hızıyla kaydedilip aktarılıyor. Ancak bununla, bir şey masum bir biçimde değişti. Eskiden gö­rüntüler elle tutulur bedenlere ait olduklarından bunlara fiziksel gö­rüntü derdik. Şimdi her şey uçucu. Teknolojik yenilikler görüneni varolandan ayırmayı kolaylaştırdı. Ve bu tam da yürürlükteki siste­min efsanesinin sürekli olarak sömürmesi gereken şey. Görünümleri kırılmalara dönüştürüyor, birer serap gibi: Işık değil iştah kınl­maları, aslında tek bir iştahın kınlmaları, hep daha fazlasını isteyen iştahın. Bu yüzden  varolan, yani beden, ortadan kayboluyor. Bir içi boş elbiseler ve arkası boş maskeler seyirliğinde yaşıyoruz. Herhangi bir ülkedeki televizyon haber spikerlerini düşünün. Bu spikerler bedensizleştirilmiş olanın mekanik zirvesidir. Onları icat etmek ve onlara bugün yaptıkları gibi konuşmayı öğretmek siste­min yıllarını aldı. Bedenler yok, Zorunluluk da yok - çünkü Zorunluluk varolana özgü bir durumdur. Gerçekliği gerçek yapan şeydir. Sistemin efsa­nesinde ise yalnızca henüz gerçek olmayana, sanal olana, bir son­raki alışverişe yer vardır. Bu da izleyicide iddia edildiği gibi bir öz­gürlük (sözümona seçme özgürlüğü) duygusu değil, derin bir tecrit edilmişlik duygusu yaratır. Son zamanlara kadar tarih, insanların hayatları hakkında anlat­tıkları her şey, tüm atasözleri, öyküler ve kıssalar aynı şeyle yüzyüzeydi: Zorunlulukla birlikte yaşamak için verilen ölümsüz, korku­tucu ve zaman zaman güzel mücadeleyle, varoluşun bilmecesiyle ­ yaratılıştan bu yana sürdürülen ve durmadan insan ruhunu bileyen mücadeleyle. Zorunluluk hem tragedya hem de komedya üretir. Öptüğünüz ya da kafanızı çarptığınız şeydir. Bugünkü sistemin seyirliğinde Zorunluluk yok artık. Dolayısıyla hiçbir deneyim de iletilmiyor. Geriye kalan paylaşılabilecek tek şey, seyirlik; kimsenin oynamadığı, herkesin seyrettiği oyun. İnsanlar kendi varoluşlarına ve acılarına, eskiden hiç olmadığı kadar, tek başlarına, zamanın ve evrenin uçsuz bucaksız arenasında bir yer bulmaya çalışıyorlar.İşte böylesi bir ortamda Aristo'dan başlayan güzel yazı yazma sanatı Oktay Hocam'a kadar uzanıyor ve bizlere tek bir şeyi öğütler nitelikte  bir hal alıyorlar. Görünüşünü yeniden düzenlemek için nesnenin içine girmenin sırrı, bir gardırobun kapısını açmak kadar basitti. Belki de yalnızca kapı kendiliğinden açıldığında orada bulunmaktan ibaretti. Sır, baktığını şeyin -bir kova su, bir inek, yukandan görünen bir şehir (İstanbul gibi), bir meşe ağacı- içine girmek ve girdikten sonra da görünümünü daha iyi hale getirecek şekilde onu yeniden düzen­ lemekti. Daha iyi, onu daha güzel ya da daha uyumlu yapmak an­ lamına gelmiyordu; meşe ağacını tüm meşe ağaçlarını temsil ede­ cek şekilde daha tipik yapmak demek de değildi; yalnızca, inek, şe­ hir ya da su kovasını daha görünür bir biçimde biricik olabilsin diye, daha kendisi yapmak demekti!  daha geniş bir zamanda  daha kapsamlı biçimde düşüncelerimi dile getirmek isterim. Kitabı edinmeniz benim edindiğim tecrubelerden daha fazlasını sizlere katacaktır.

Afi Can / Okuyorum.org

Yorum Gönder