Zil sesi. Kapıya yöneliyorsunuz ve karşınızda isminizi teyit edercesine soru soran bir adam. Gelen kargocu. Evet benim diyorsunuz ve imzanızı atıp kargoyu teslim alıyorsunuz.
Paketin üzerinde “Gönderici: J. M. Coetzee” yazmakta. Adres ise daha şaşırtıcı: Güney Afrika. Merakla açıyorsunuz paketi. Uzak yoldan geldiğinden midir nedir, iyice sarılıp sarmalanmış. Ve gizem halen devam etmekte. Büyük paketin içinde iki farklı paket daha var. Önce büyük olanını açıyorsunuz ve ne olduğunu anlamadan kafanıza kocaman bir yumruk darbesi yiyorsunuz. Elinizdekiler yere dağılıyor. Küçük bir kağıt havada süzülerek ayağınızın dibine düşüyor. “Daha da fenası diğer paketin içinde” şeklinde bir not. Alelacele eğilip diğer paketi alıyorsunuz, daha doğrulmadan açıyorsunuz. “Utanç” ellerinizde…
Kitabı okumaya başladığınızda, devam ettiğinizde, bitirdiğinizde tuhaf bir sinirlilik hali hissediyorsunuz. Ellerinizde akan giden beyaz sayfalar, gözlerinize harfleri değil, buz gibi avuç avuç suyu çarpıyor. “İnsanın bir şeylere sahip olmasının riskli olduğu” ülkelerden hiç de hoş olmayan tablolar sunuyor Coetzee size. Köpeğin beyninin parçalanmasını canlı olarak yaşatıyor size. Gözlerinizin önünde bir köpek, parçalanmış halde savruluyor. “Ne kötülük yapabilirim diye çevreyi koklayan çakal gibi insanlar”dan kurtulmak için son sayfaya ulaşmak için bu tatsız şakanın bitivermesini istiyorsunuz. Herkesin kendince bir ahlak anlayışı vardır. Tabi bir de genel geçer ahlak kuralları. İnanca dayanan ahlak, mantığa dayanan ahlak, topluma dayanan ahlak… Soraya ahlak anlayışı farklı bir kadın. David ise bambaşka. Yaşlı utanmaz bir sinir bozucu. Yazar onu romanın ortasında öldürtebilirdi. Ama Flaubert’in deyimiyle “kadere hükmedemezdi.” Bu baş belası, romanın sonuna kadar sizi kendisiyle beraber sürüklüyor. Her bir haltı yiyebilecek biriyle Güney Afrika yolculuğuna çıkıyorsunuz. Mekan olarak değil tabi, kültür olarak, eylem olarak…
Utanç
J. M. Coetzee
Can Yayınları
271 Sayfa
PUAN
★★★★★
Yorumlayan Mehmet KEKLİKÇİ
Yorum Gönder