“Beni en çok suçtan arınmışlığım tedirgin ediyor.” cümlesiyle başlar roman. Alaaddin kendini böyle tanımlar. İlk bölümde konuşur ve sonra ortadan kaybolur.
Yazar/anlatıcı/arayıcı sazı eline alır ve Alaaddin’i aramaya koyulur. Peki kimdir Alaaddin? “Pekala hiç tadılmamış bir özlemin, kelimelere hiç dökülmemiş bir duygunun, henüz şekline göz değmemiş bir eşyanın ya da hayali bile kurulmamış bir hayatın adı olabilir.” “Hem ötelenmeye mahkûm sonsuz bir arayıştır Alaaddin.” Belirsizlikler içinde aranan, kelimeden cisim. Alaaddin düş gibi mi? sorusuna, anlatıcının “hayır, basbayağı gerçek gibi” cevabına karşılık “aynı şey işte” diye anlatılandır. Çimen Günay,” Alaaddin, belki de okurdur ve anlatıcı tüm yolculuğu okuru bulmak için yapmış, bulduğu yerde de bitirmiştir romanını” der, Alaaddin’i anlatmaya çalışırken. Hasan Ali Toptaş, “benim için o roman, çok özel bir okuldu, harikulade bir deneyimdi” diye açıklama getirir, 1999 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü aldığı Bin Hüzünlü Haz hakkında. Romanda anlatıcı, Alaaddin hatta yazar bile belirsizlik içinde. Varoluşunu cinayet işleme isteğinde arayan Alaaddin, tüm roman boyunca gri bir renkte ilerler. Ne o arandığının farkında ne de arayan kişi(ler) öyle birinin varlığının farkında. İlk bölümden sonra sesi duyulmaz bir daha. Anlatıcı ve okur bir arayışın içine girer. Ve Alaaddin, o adamların arasında adamakıllı kirlenip kim olduğunu anlamaya çalışır. Suçtan arınmış ve en çok da kirlenerek kendini bulacağını düşünen Alaaddin’in görünmeyen ayak izleri takip edilir. Her şey kelime olur bu yolculukta. Kelime kelime örülür yolculuğun kaldırım taşları. Varoşlarda varoluşun öyküsünü dinleriz. Serseri ve ayak takımları arasında gezinir, ayaklarımız ta ki bizi taşımayana dek. “Elimize umut denen o eski ve en dayanıklı bastonu alarak…
Hasan Ali Toptaş
Bin Hüzünlü Haz
Everest Yayınları
152 Sayfa
PUAN
★★★★★
Yorumlayan Mehmet KEKLİKÇİ
Yorum Gönder